Gülfer AKKAYA , Ekrem İmamoğlu-Nagehan Alçı-Dilek İmamoğlu’nu birlikte kadraja alan o malum fotoğraf hakkında yazdı – “Fotoğrafı görünce Dilek hanım bu fotoğrafta olmam diye resti çekseymiş diye düşündüm. Sonra aklıma yukarda yazdığım zorunluluklar, baskılar falan geldi. Yine de hep umut vardır.”
Siyasetçi erkeklerin olmazsa olmazı ailedir. Aile kuramamış, daha doğru tabirle aile sahibi olamamışsanız toplum size güvenmez. Karınız olacak, mümkünse güzel, daha mümkünse çok güzel olacak, biraz da seksi ama şuh olmayacak. Çocuk olacak, bir tane yeter, mümkünse iki ideali.
Ara ara aile tadında siyasi fotoğraflar çekilmeli. Karılı, kocalı, çocuklu pozlar. Çocuklar küçükse başlarını anne babaya doğru eğmiş gülücüklü pozlar vermeli. Kız çocuk varsa ki olması nimettir, iyi siyasi malzeme çıkar oradan. Siyasi pozlarda baba, kız çocuğunu yanına alır. Kızına düşkün baba kanısı uyandırmak için. Neden kız çocuğuna daha düşkün? Çoğunluğun oğlan çocuğu istediği toplumda o bu sorunu aşmıştır. Verilen pozların oya tahvil edilmesinin ardında bu vardır. Muhteşem erkek, eşitlikçi baba!
Kız çocuğu pozu ile yüce erkeklik taviz veriyor denmekte bir yandan. Kimi ailelerde kız çocukları haklarını kazanıyorlar feministlerin mücadeleleri sayesinde. Zaten erkekleri bu pozları vermeye mecbur kılan dipten gelen feminist dalga.
Bir de kadın eşler var bu pozlarda. Gülümseyen, mutlu, yorgun olmayan, bıkkın olmayan. Başarılı kocanın yanında -ki kendisinin bağımsız varlığı düşünülemez- evet yanında olmaktan gurur duyan. Bu hayatı kendisine sağlayan erkeğinden memnun olan nadir kadın. Nadir kadın diyorum malum “erkeğinin” yanında olmaktan memnun kaç kadın kaldı?
Herkes gülümsüyor, keyfi yerinde görünüyor. Burada o sorun yok mavalı.
Mutlu aile palavrasını, yolunda giden ilişki yalanını kaç milyon kadın oynuyor, malum. Kadınlarla erkekler arasındaki siyasi güç dengesizliği, sınıfsal konumlanma da diyebileceğimiz patriarkal sistemin neden olduğu zaruret kadınları mutsuz kılıyor, yoruyor, sağlığını bozuyor. Süslü ifadeyle söylersem yaşam kalitesini etkiliyor, süslemeden söylersem hayatını zehir ediyor. Olmadığı birine dönüştürüp kendi kendisinden uzaklaştırıyor. Sevmediği, istemediği bir hayatı yaşamasına neden oluyor.
Şanslı az sayıda kadın hariç kadınlar koca ve ailelerinin ait olduğu sınıfın, kültürel çevrenin, mesleğin, siyasi çevrenin kurallarına uymak zorunda. Onların gereklerini yerine getirerek bu koşullar altında yaşamaya mahkûm.
Bu yaşamın somut önekleri First Lady diye tanımlanan kadınlar. Bu kadınların hayatları, günleri, saatleri, cinsellikleri kocalarının işlerine göre programlanmakta. İsteseler de istemeseler de kontrolleri dışında programlanıyor yaşamları. Üstelik kocalarının yanında yer alan erkek orduları tarafından.
Erkekler başkan olmayı, büyük adam, yüce yönetici olmayı kafaya koyunca o andan itibaren patriarkal ağlar sımsıkı şekilde örülmeye başlar kadınlar için. Kurallar, gereklilikler, zorunluluklar kadınları sardıkça sarar. Mumyaya dönüştürür.
Sesi, sözü, rengi, aklı, fikri, bedeni, zevkleri, arzuları, hayatı en kısa sürede elinden alınır. Ona biçilen mutlu eş, harika anne, ülkenin first ladysi kılıfının içine tıkıştırılır. Bu patriarkal kundak o kadar sıkıdır ki ya teslim olacaktır, ya çıldıracaktır. Evliliği bitirmekse zordur.
Ömrü çalınmış nice kadın var geçmişten günümüze. Jacqueline Kennedy’yi bilmeyen yoktur.
Muzlar Plajlar ve Askeri Üsler adlı kitabında Cynthia Enloe bu tarz evlilikler yapmış kadınlardan bahseder. Devletin resmi makamlarında yer alan erkeklerle evli kadınların, kocalarının görevlerine ve devletin kurallarına göre şekillenen hayatlarını anlatır.
Ailenin normalleştirilmesi ile görünmezleştirilen bu devasa sömürüde kadınlar yalnız kocalarının değil, devletin de hizmetinde çalışıyorlar. Kocalarının yanı sıra bir nevi devletle de nikahlanmış oluyorlar. Aynı şekilde kocalarının siyasi partileri ile de. Koca-aile-devlet-siyasi parti. Kadınların hayatı bu dörtlünün baskısı, değerleri ve emir komuta zinciri altında geçiyor.
Bu çok zor bir hayat. Ne kadar âşık olursanız olun, ne kadar güçlü olursanız olun altından kalkılması imkânsız bir durum. Bıraksın canım denebilir. Ama kadınlar bırakmak isteyince kutsal aile dağıldı dedirtmemek ve böylece siyasi açıdan güç kaybetmemek için koca ve onun çevresindeki erkeklik kuralları kadınları bastırdıkça bastırır.
Dünyada kocası başkanken boşanabilen kadınlar var. Yaşadıkları bu konuda fikir verici.
Kimliğinizin, varlığınızın, benliğinizin sizden üstün varsayılan birinin çıkarları için hiç edildiği, heba edildiği bir hayat. Dışardan parıltılı görünen ama içeriden çürüttükçe çürüten, öldürdükçe öldüren bir hayat. Prenses Diana böyle bir örnek.
Masal gibi gösterilmeye çalışılan bu hayatların yaldızlı sahneleri iç gıcıklayıcı olabilir ama hakikat bunun tersi.
Uzun yıllardır bu hayatlara sahip kadınlara özel bir merakla bakan biri olarak geçtiğimiz günlerde Karadeniz gezisi yapan Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu’nun yer aldığı bir fotoğrafı görünce bu düşünceler aklımdan döndü durdu. Gerçi o fotoğrafta Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök gibi halk karşıtı yandaş kalemlerin olması ayrıca sorunlu hatırlatması yaparak konumuza dönelim.
Fotoğrafta Nagehan Alçı, Ekrem İmamoğlu ve Dilek İmamoğlu var. Her şey yolunda görünüyor. Ekrem İmamoğlu ve Nagehan Alçı poz vermiş Dilek hanım karşısındaki ile sohbet ediyor. Bu ona başka bir hava katıyor. Başkan oymuş havası.
Bilinçaltım böyle algılamama neden olmalı. Siyasi bir yarışta kazansın diye cinsiyetçi topluma aldırmadan karısı için çalışan, eşitliği içselleştirmiş tek bir erkek henüz görmedik.
O fotoğrafta Dilek hanım kocasının yükselmesi için yanında olan eş görüntüsü veriyor. Çabalayan, kocasına destek olan bir kadın. Belki zaruretten, belki de istediği için bu gezilerde, politik eylemlerde yer alıyor yıllardır.
Neden ne olursa olsun orada maalesef bağımsız, kendisi olan, kendisi için mücadele eden bir kadın göremiyoruz. Kocası ile kocası için, kocasının yanında… Görünen bu. Fedakâr, çalışkan, özverili kadın. Kim için? Bir erkek için. Koca için.
Artık bu ülkede de, dünyada da kocası başkan olsa dahi bunu hayatının merkezine koymayan kadınlar görmek bizlerin hakkı. Her şeyden evvel bu, o kadınların hakkı. Başkanlarla evli kadınlar siyasette yer alırken erkeğin gölgesinde kalmadan, bağımsız bir kadın olarak yer alabilmeli. Hayatını istediği gibi yaşayabilmeli. Kadın, başkan olmayı isteyen kocasının seçim kampanyaları içinde yer alacaksa başkan adayı kocanın ya da ailenin unsuru olarak değil, birey olarak yer bulduğu, bu şekilde özenle düzenlenmiş programların parçası olabileceğini talep etmeli. Siyasi yapılar artık bu kadınlara başkanın eşi gözüyle bakmaktan vazgeçmeli. Cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi anlayışlar siyasi partilerde yerleşmeli.
Ekrem İmamoğlu, Nagehan Alçı ve Dilek İmamoğlu’nun yer aldığı fotoğrafı görünce Dilek hanım bu fotoğrafta olmam diye resti çekseymiş diye düşündüm. Sonra aklıma yukarda yazdığım zorunluluklar, baskılar falan geldi. Yine de hep umut vardır.
Bir gün bu ülkede ve dünyada başkanlarla evli kadınlar, kadınları koca/aile/devlet/siyasi parti hizmetinde gösteren cinsiyetçi siyasete itiraz edecekler. Kendilerinden beklenen bu cinsiyetçi rolleri reddedecekler. Başkan adayı kocalarının karşısına geçip cinsiyetçilikle mücadele yanımda yoksan siyasi rakiplerinle mücadelede yalnızsın diyecekler.
First Lady olmayacağım, eşitlik istiyorum diyecekler.
Bir gün. Mutlaka.