Asya ERDAL yazdı: “Patriyarkanın egemenliği, devralındığı sürece herhangi bir siyasal devrim, biz kadınlara ve LGBTİ+’lara özgürlükler alemini getiremedi ve getirmeyecek. Ve toplumsal devrim tasavvurumuzun da açıkça gösterdiği gibi biz kadınlar için patriyarkal kapitalizme karşı sosyalist feminist mücadelenin zaferinden başka da bir özgürlükler alemi de yok.”
Fotoğraf: Doğu Halkları Komünist Kadınlar Konferansı’ndan (1920)
Yazarın notu: “Yazı dizisinin başlangıcı olan bir önceki yazıda reel sosyalizmin eleştirisi olmadan geleceğin toplumsal ve siyasal inşasının mümkün olmadığını ve SSCB’deki bozulmalarla yüzleşme mecburiyetimizi izah etmiştik. Ve eleştiri perspektifimizin SSCB’de patriyarkal egemenliğin sürdürülmesi olmasından ötürü öncelikle devrim öncesi kadın direnişlerini ve bunların devrime olan yadsınamaz katkılarını tarif edip, bir dönem panoraması çizmiştik. Şimdi meselenin daha yakıcı kısmıyla devam edelim.”
Kadınların yarattığı en nadide bahar
Devrimin hemen ardından kadınlar, yazının ilk bölümünde değindiğimiz mücadeleler dizisinin bir sonucu olarak birçok kazanım elde ettiler. Kadınlar ve LGBTİ+’ların elde ettikleri ve kapitalist dünyanın onlarca yıl ilerisinde olan bütün bu kazanımlar, bugün dahi tarihin içinde birer ateş böceği gibi parıldamayı sürdürüyorlar. Ekim Devrim’i, yüz yıldan daha uzun bir süre evvelde, kadınlar ve LGBTİ+’lar için kapitalizm koşullarında bugünün en demokratik cumhuriyetlerinde bile erişilemeyen bir özgürlükler dünyası yarattı. Öyle ki devrimin hemen ardından eşit işe eşit ücret, 8 saatlik iş günü, hukuk önünde eşitlik, boşanma hakkı, ücretsiz ve yasal kürtaj hakkı gibi kazanımlar peş peşe gerçekleşti. Bunlara evlilik ve boşanmanın dini kurumların elinden alınması, oy hakkının tanınması ve çocuk bakımından devletin yükümlü tutulması gibi bir dizi kadınlar lehine kazanımı ve diğer bir yandan da ev içi emeğin toplumsallaştırılmasına yönelik bir dizi hamleyi eklemek gerekiyor. Kamusal yemek hizmetleri, kamusal çamaşırhaneler ve ücretsiz kreşlerin yaygınlaşması bu hamlelerin başta gelenleri arasındadır. Lakin elbette patriyarkanın kadim kökleri hesaba katıldığında bütün bu hamlelere rağmen erkek egemenliği ve toplumsal cinsiyet rolleri bir anda buhar olmamıştır. Hem Bolşevik Parti içinde hem de tüm Sovyetlerde patriyarka hala egemendir; hatta Müslüman Sovyet halklarının yoğun olduğu bölgelerde bu yeni hamlelere kitlesel itirazlara ve isyanlara da rastlanmıştır. Bütün bu itirazlara rağmen 1918’de eşlerin eşitliğini ve kadınların da çalışabilmesini garanti altına alan yeni Aile Kanunu yürürlüğe girmiş, 1920’de kürtaj yasallaşmış, 1922 anayasasında zina ve eşcinsellik suç olmaktan çıkarılmış ve 1926’da boşanma daha da kolaylaştırılmıştır. Hatta bütün bu hamleler sonucunda Sovyet Yasaları’na karşı 1925 ve 1926’da Müslüman Türkmenistan’da çeşitli ayaklanmalar da çıkmıştır. Tabii devrimin taze ve sıcak olduğu o vakitlerde bu hamleleri toplumsallaştırmak, Sovyetlerdeki gericiliğin direnişini kırmak ve yeni bir toplum inşa etmek için bir dizi farklı girişim de örgütlenmiştir.
Jenotdel ve akıbeti
İşte SSCB’deki yeni bir toplum inşası için atılan adımların en ünlüsü hiç şüphe yok ki, 1919 yılında kurulsa da köklerini devrime giden süreçteki kadın dinamiğinden alan Jenotdel (Komünist Parti Merkez Komitesi Kadın Birimi)’dir. Çünkü bu bahar vaktinde Bolşevikler, yalnızca ev işlerinin toplumsallaşmasıyla meselenin çözülemeyeceğinin bilincindeydiler. Ve toplumu dönüştürmek maksadıyla yapılan bir dizi reform ve atılımdan henüz geri durmuyorlardı. Bu hamleler arasında Jenotdel’in üstlendiği rolse, oldukça önemliydi. Fakat bütün bunlar olurken Bolşevik Parti içindeki parti içi erkeklik aynı gücüyle de varlığını sürdürüyordu. Ne kadar devrimden sonra kadın üyelerin artışında büyük bir sıçrama olmuşsa da Bolşevik Parti’nin yönetici organlarında kadınların esamesi dahi okunmuyordu. Hala karma örgütlerin çoğunda olduğu gibi parti içinde de kadın emeği görünmüyordu. Zaten o erkeklik ilk bulduğu fırsatta bütün bu kazanımları da gasp edecekti. Bunun ilk sinyalleri, aslında kendisini Jenotdel’in kurulması tartışılmaya başlandığında yükselen itirazlarda gösterecekti. İlk kez bir kadın birimi oluşturulmak istendiğinde, bu birim Bolşevik Parti’ye bağlı olacak olsa bile, bu girişim çok ciddi bir dirençle karşılaştı. Zira partideki erkek aklı, bunun bir burjuva düşüncesi olan feminizme doğru bir sapma yaratacağını düşünüyor, işçi sınıfını böleceği vehmine kapılıyor ve kadınların erkekler olmadan herhangi bir şey yapması fikrine oldukça alerjik yaklaşıyorlardı. Bu noktada Lenin’in partinin genelinden farklı düşünmesinin yarattığı destek bile bu düğümü çözmeye yetmiyordu. Öyle ki Jenotdel’e giden süreçte Bolşevik kadınların olağanüstü çabaları sonucu 1918’de örgütlenebilen “Birinci Tüm Rusya Köylü ve İşçi Kadınlar Kongresi” bir yol açmışsa da, bu konferansı örgütleyen ve organizasyondan sorumlu olan kadın bürosu, kadınlar arasında propaganda için bir kadın komisyonu kurulması talebiyle Merkez Komiteye başvurduğunda kesin bir red cevabıyla karşılaştı. Fakat Jenotdel’in çekirdek kadrosunu oluşturan kadınlar vazgeçmediler. Kongrenin de bu konuda karar almasının ardından ve kadınların, “Eğer siz izin vermezseniz biz bu komisyonları yerellerden de olsa örgütleyeceğiz,” restini de çekmesiyle, Merkez Komite bu komisyonların kurulmasına rıza göstermek zorunda kaldı. Ve okuma yazma trenlerinden çocuk yaşta evliliklerin önlenmesine, kadınların çalışabilmesinden kendi rızaları olmaksızın evlendirilememelerine varana dek birçok konuda mücadele eden, özellikle de Müslüman halkların yoğun olduğu Sovyetlerde tarihsel bir öneme sahip olan Komünist Parti Merkez Komitesi Kadın Birimi (Jenotdel), 1919 yılında kuruldu.
Jenotdel’in çekirdek kadrosu ise daha evvel anlattığımız devrim sürecindeki kadın Bolşeviklerdi. Fakat zaman içinde Jenotdel’in faaliyetleri işçi kadınların sorunlarından sapmakla suçlandığı gibi, faaliyetlerinin öncelik ve içeriği de genel gidişata paralel olarak başkalaşım geçirdi. Jenotdel belki bağımsız bir kadın dinamiği değildi ama ilk yıllarında yine de umut vadediyordu. Mesela Jenotdel’in başında Armand varken Jenotdel’in en çok eğildiği mesele aşevi, çamaşırhane ve kreş gibi kamu hizmetlerinin arttırılması ve ev içi emeğin daha yaygın biçimde kamusallaştırılmasıydı. Ondan sonra göreve gelen Kollantay ise daha çok Jenothel birimlerinin arttırılması ile ilgilenmiş ve cinsiyet eşitliği gibi meselelere ağırlık vermişti. Tabii “İşçi Muhalefeti” ile olan yakınlığı sebebiyle Kollantay bu görevden alındı. Ve yerine gelen Smidoviç ise aslında Jenotdel’in tam anlamıyla savruluşunu temsil etti. Smidoviç 1923’te öncelikle artık Jenotdel’in cinsiyet eşitliği gibi meselelere girmeyeceğini ve herhangi bir teorik tartışmaya dahil olmayacağını belirttiğinde niyeti, partideki erkekleri rahatlatmaktı. Zira bu dönemde Bolşevik Parti’de Jenotdel’in feminist yuvası bir oluşum olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. İşte bu savruluşun cisimlendiği Smidoviç döneminde Jenotdel, daha çok anne ve çocuk sorunlarına eğilen bir oluşum halini aldı. Onun ardından gelen Nikolayeva ise yine muhalif olduğu için görevinden alınacaktı. Son olarak onun yerine göreve getirilen Artyukhina ise artık neredeyse hiçbir işlevi kalmamış bir Jenotdel’in son yöneticisiydi. Ve onun partiye ısrarla yönelttiği Kadınların Komünistler de dahil olmak üzere erkeklerin ayrımcılığına maruz kaldıkları eleştirisi, tarihe olayların seyrinde doğrulanacak bir gerçek olarak not düşüldü. Ardından 1930 yılında Jenotdel ani bir kararla tasfiye edildi. Fakat bu tasfiyenin de Stalin dönemindeki (ve akabindeki) parti aklının, ayrı veya özerk herhangi bir çoğulcu yapıya tahammülü olmayan ve sosyalizmin çöküşüyle de göbekten bağlı olan bozunumları ile ilişkili olduğu da açıktır. Çünkü “Demokrasi olmadan sosyalizm olur mu?” sorusunun cevabı her zaman, “Hayır!”dır.
Ateş böceklerini ezen kırk dört numara postallar
Tarih kadınların elleriyle yarattıkları bir bahardan tanıdık bir karanlığa doğru akıyordu. Kazanımların çoğu birer birer erkekler tarafından gasp edilmeye başlandı. Kadınların Ekim Devrimi’ne giden süreçte mücadeleleriyle kazandıkları haklar, bir bir gasp edilirken reel sosyalizm deneyimimizde kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerinde patriyarkal egemenliğin süreceği de kesinleşmiş oldu. Zaman içine komünal kurumlar (yemekhaneler, çamaşırhaneler vs.) çalışmaz hale geldi. Örneğin 1925 Kasım’ında Petrograd’ta yemekhanelerden yararlananların sayısı 50.000’e kadar düşmüştü. Bu yıllarda ailenin kutsallığı safsatası yeniden meşrulaştı, 1933’te kadınların yeraltında çalışma yasağı kaldırıldı ve 1930’lara gelindiğinde Stalin’in başında olduğu SSCB’de vasıfsız kadın emeği o güne kadar ki en yoğun noktasına ulaştı. Çünkü bu dönemde çeşitli geri adımlarla zaten bunun önü açılmıştı.
-Hemen ardından eşcinsellik yasaklandı ve akabinde
-1936’da “Anne ve Çocuğun Korunması Kararnamesi” ile kürtaj yasaklandı. Birbirini izleyen Kararnameler ile
-boşanma neredeyse imkansız denilebilecek kadar zorlaştırılırken,
-daha çok doğumunu teşvik etmek için “Analık Madalyaları” dağıtılmaya başlandı.
Hatta Stalin dönemin ruhunu tam olarak şu sözleriyle tarif ediyordu: “İnsana gereksinimimiz var. Yaşamı yok eden kürtaj, bizim ülkemizde kabul edilemez.” İşte bu korkunç ahvalde kadınlar, devrim sürecinde verdikleri mücadelelerle partiyarkanın onlardan çaldığı haklarını geri alabildilerse de ilerleyen yirmi yılda tüm bu bahar mevsimi kırk dört numara postallar altında ezildi. Tek kaybedenler kadınlar da değildi ilk başlarda; Stalin yönetimindeki SSCB’de eşcinsellik bir hastalık olarak tariflendi ve onu, bunun bir burjuva hastalığı olduğu ve hatta bunun kapitalistler tarafından Sovyetleri çürütmek için ortaya atıldığı gibi fikirler izledi. SSCB’de bir LGBTİ+’nın özgürce varolması uzakta kalmış bir hayaldi. Artık bir LGBTİ+ komünist dahi olsa SBKP’ye üye olmak için heteroseksüel bir evlilik yapmaya mecburdu.
İşte bunları 1934’te anayasaya giren yasak ile karşılık bulan hapis cezaları izledi. Bu yasaklamalarla beraber kimi LGBTİ+’ların anayasadaki 121. Madde gerekçesiyle hapse atıldığı ya da çalışma kamplarına gönderildiğini tarihin karanlık sayfalarına bir bir yazılacaktı. Ve bütün bunların gölgesinde yeryüzündeki cennetin özgür, eşit ve kendini gerçekleştirmek için kapitalist dünyanın bütün zincirlerinden kurtulmuş insanının yerini “Sovyet insanının ahlakı” şablonuna bağlı olmak aldı. Sovyet ahlakına uygun insan mutlaka heteroseksüeldi, mümkünse anne babaydı, ahlaklıydı ve Partiye gözü kapalı bağlıydı.
Öyle bir vakitti ki, 1934’teki 17. Kongrede, ki “Zafer Kongresi” de diyeceklerdi adına, Stalin “kadının ilk işinin annelik olduğu”nu rahatça ifade edebiliyordu. Ve en ufak itirazın her birimizi hainlik ve ajanlık suçlamaları altında ölüme götürebileceği vakitlerdi. Bunu da zaten Moskova yargılamaları yakın tarihte gösterecekti. Öyle ki, Stalin’in bu sözü kurduğu 17. Kongre’nin 1966 delegesinin 1108’i halk düşmanı olurken, bu kongrede seçilen 139 kişilik Merkez Komite’nin 98’i ise yine hain(!) çıkacaktı. Yani bütün bu olanlara karşı örgütlenip bir başka ihtimalin inşa edilebileceği vakitler değildi yaşanan. Öyle ki, egemen olan bu aklın kadınların partiye bağlı bir ayrı örgütünün olmasına dahi tahammülü yoktu ve ne sosyalist demokrasiden ne de çoğulculuktan en ufak bir kırıntı bile kalmamıştı artık SBKP’nin ceplerinde. Uzun lafın kısası, patriyarka ile hali hazırda reel sosyalizmi çöküşe götüren bütün etmenler birleştiğinde, ne vardıysa kadınların baharına dair, hepsi kırk dört numara postallar altında ezildi ve kaybedildi. Burada saymayı unuttuğumuz, eksik bıraktığımız birçok hak gaspı da mutlaka vardır. Fakat yazımızı sonlandırırken, “Niçin?” sorusuna cevap arayarak bu hatırlama ve yüzleşmemizi sonlandıracağız.
Özgürlükler alemi Sovyetlerde niçin boy veremedi?
Bütün yönleriyle izah etmeye çalışmamız gösteriyor ki patriyarkanın egemenliği, devralındığı sürece herhangi bir siyasal devrim, biz kadınlara ve LGBTİ+’lara özgürlükler alemini getiremedi ve getirmeyecek. Ve toplumsal devrim tasavvurumuzun da açıkça gösterdiği gibi biz kadınlar için patriyarkal kapitalizme karşı sosyalist feminist mücadelenin zaferinden başka da bir özgürlükler alemi de yok.
Fakat bugün kesintiye uğramış devrimlerin dersleri, bizlere SSCB örneğinde de görüldüğü gibi bütünlüklü birer çerçeve çizmekte. Bu dersleri kadınlar açısından bir nebze de olsa izah etmeye çalıştık lakin SSCB tarihinde de gördüğümüz bozulmalar elbette tekil sebeplerle açıklanamaz. Patriyarkanın ise reel sosyalizmi çöküşe götüren birçok sebebi doğal olarak beslemiş, güçlendirmiş olduğu da bugünden bütün açıklığıyla ortadadır. Elbette bununla bağlantılı olarak reel sosyalizmi çöküşe götüren sebeplerin de, mesela örgütlenme özgürlüğünün olmayışının, kadın mücadelesini büyük oranda kısıtlaması gibi örneklerle patriyarkayı doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediğini kabul etmeliyiz. Bu bakımdan reel sosyalizmin çökmesine sebep olan etmenlerin üzerine düşünmek aynı zamanda kadınların kurtuluşunun üzerine düşünmeyi de kapsıyor; bunlar reel sosyalizmin bize gösterdiği üzere birbirine içkin denklemler. İşte bu akıl yürütme refleksiyle Sovyetlerde kadınlar için gerçek özgürlükler aleminin niçin boy vermediğine ancak; “kapitalist modernleşme”den devralınan “sosyalist” kalkınma ölçütleri, üretim teknikleri ve doğaya egemen olma zihniyeti; “işçi denetimi”nin “planlama”dan ve üretimden dışlanması; “zorla kolektifleştirme”; proletarya diktatörlüğünün “tek parti diktatörlüğü”ne bozunması, “sosyalist demokrasi” ve siyasal çoğulculuğun reddi; inanç, ifade, eleştiri ve örgütlenme özgürlüğüne getirilen kısıtlar; akademik ve sanatsal özgürlüğün sınırlandırılması; enternasyonalizmin devlet çıkarlarına ve uluslararası komünist hareketin “sosyalist anavatan”ın savunulması görevine tabi kılınması; yerel özgünlükleri yok sayan “model” dayatmaları, kadınlar ve farklı cinsel yönelim sahipleri üzerinde patriyarkal egemenliğin sürdürülmesi; etnik ve bölgesel farkların asimilasyonu ve benzeri bir dizi sorunsalı deşerek ve mızrağımızın sapıyla bütün bunları didik didik ederek hakiki yanıtlar üretebiliriz. Ve işte bütün bunlardan dolayı bizler, özgürlükler alemine ulaşmak için hem bağımsız feminist mücadelemizi her an daha çok yükseltmek zorundayız hem de geçmiş deneyimlerimizle yüzleşmek ve yüzleştirmekle sorumluyuz.
Bütün bu izahın üzerinden yükselerek altını çizmekte fayda var:
Bizler yolumuzu “Marx’ın kendi yandaşlarının en az olduğu Paris Komünü’nü gördüğü yanlışlarına rağmen, “Göğü fethe çıkanlar,” diyerek yüreklendirecek düzeydeki çoğulculuğunu” hiç elden bırakmadan, Lenin’in Nisan Tezleri’nde “Bütün İktidar Sovyetlere!” (partiye değil!) şiarını hiç akıldan çıkarmadan, sosyalist demokrasi ve örgütlenme özgürlüğü olmaksızın yürümeye çalışan bir sosyalizmin, hepimize savunamayacağımız bir mirastan ötesini bırakamayacağını asla unutmadan yürümeliyiz.
Sovyet deneyi bize emperyalizm çağında devrimin nasıl gerçekleşeceğinin yolunu gösterirken, aynı zamanda patriyarkanın sürmesi vesilesiyle “başkasını ezenin kendisinin de özgür olamayacağı” belgisinin kanıtı olarak, kadınları ezen bir sosyalizmin sosyalizm olarak hayat bulamayacağını da kanıtlamış oldu.
KAYNAKÇA:
- -Burcu Özdemir, Sovyetler Birliği’nde Komünist Kadın Hareketi, Yordam Kitap,2021
- -Mahir Sayın, Komün’den Ekim’e, Ekim’den Bugüne Sosyalist Demokrası, Devinim Yayınları,1993
- -Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Program ve Tüzük, 2015 (https://sykp.org.tr/program/)
- -21. Yüzyılın Bolşevizmini Yaratmak, SYKP Parti Okulu Belgeleri, 2016 (https://sykp.org.tr/21-yuzyilin-bolsevizmini-yaratmak/)
- -Sosyalist Yeniden Kuruluş Kavramı,SYKP Parti Okulu Belgeleri, 2016 (https://sykp.org.tr/sosyalist-yeniden-kurulus-kavrami/)
- -Mahir Sayın, 1938 Moskova Yargılamaları: “Boş ver Vicdanını!”, 2021 (https://siyasihaber7.org/1938-moskova-yargilamalari-bos-ver-vicdanini)
- -Perihan Koca, Diyalektik Bir Feminizm İçin Geçmiş Deneyimlere Odaklanmak: 1917 Ekim Devrimi, Rabotnitsa, Jenotyel, 2020 (https://elyazmalari.com/2020/03/20/diyalektik-bir-feminizm-icin-gecmis-deneyimlere-odaklanmak-1917-ekim-devrimi-rabotnitsa-jenotyel/)
- -Hikmet Sarıoğlu, Sosyalist Mücadele Tarihinde Kadınların Görünmeyen Emeği, 2013 (https://m.bianet.org/biamag/kadin/144561-sosyalist-mucadele-tarihinde-kadinlarin-gorunmeyen-emegi)
- -Başlangıç Dergi, Kadınlar Ve Bolşevik Devrimi (Goldman röportaj çevirisi), 2017 (https://baslangicdergi.org/kadinlar-bolsevik-devrimi/)
- -Girayalp Karakuş, Sovyetler Birliğinde Kadının Konumuna Genel Bakış, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2019
- -Hülya Osmanağaoğlu, Ekim Devrimi Kadınları Kurtarabilir Miydi?, 2017