Korkut AKIN yazdı: Orhan Pamuk’un Veba Geceleri romanı bildiğimiz hırsız-polis, katil/kaçak-hafiye/casus hikâyesi değil, daha geniş: Devlet-vilayet-tarikat-cemaat-dinler (Hıristiyan/Müslüman) arası geniş bir yaşam öyküsü…
Çağdaş edebiyatımızın en güçlü ve uluslararası yazarı Orhan Pamuk, bir polisiye ile karşımızda… İnce eleyip sık dokuması, sıkı araştırıp güçle güvenle kurgulamasıyla, bu yeni kitabı “Veba Geceleri”nde de okurun merakını deşiyor. Polisiye denilince merakla at başı heyecan da yükseliyor.
Veba Geceleri’nin polisiye olduğunu, kitabın yayınlanmasından önce başlattığı video tanıtımlarda dile getiren Pamuk, romanda, “Kitabımız en sonunda bir tarih kitabı olduğu için bu noktada gelecekten söz etmekte hiçbir sakınca görmüyoruz…” diyor. Yazarın “ben” dilini kullandığı (sürprizlere dikkat!) ve tarihe not düştüğü romanı, bildiğimiz hırsız-polis, katil/kaçak-hafiye/casus hikâyesi değil, daha geniş: Devlet-vilayet-tarikat-cemaat-dinler (Hıristiyan/Müslüman) arası geniş bir yaşam öyküsü…
Cinayetler siyasidir…
Fransız İhtilali ile birlikte milliyetçilik akımının yükseldiği, ulus devletlerin de birbiri ardına çoğaldığı bir dönemdir… “Puslu denizde ufuk çizgisi kaybolduğu için sanki bütün âlemden kopmuş, neredeyse gökyüzünde tek başınaymış gibi” hayali bir Ege adası Minger’de, 1901’de, padişahın özel olarak veba salgınının önlenmesi amacıyla gönderdiği Bonkowski Paşa öldürülür. Bu, bir yanıyla Hıristiyan Müslüman -siyaseten desteklenen- çekişmesinin bir yanıyla da salgınla birlikte yaşamın artık iyiden iyiye çekilmez olacağının göstergesidir. Yukarıda alıntıladığımız cümlenin sonunda yazar da romanın kahramanlarının daha sonraki yıllarda cinayete kurban gideceklerini söylüyor. Bir tür spoiler aslına bakarsanız, ama merakı arttırdığı da kesin.
Şehrin üç kubbesi
Orhan Pamuk, hayalinde oluşturduğu adayı ve kenti, tarihte olduğu gibi resimlerle, daha doğrusu çizimlerle canlandırarak biz okuru “acaba” sorusuyla karşı karşıya bırakıyor. Pamuk, videolarını izleyenlerin hatırlayacağı gibi dönemin belgelerini -özellikle de mektupları- irdeleyince büyüklü küçüklü onlarca ada ulunan Ege’de harita ile desteklediği Minger’in olabileceğini kabul ettiriyor okura. Kitabın kapağında kendi çizimi yer alıyor, kapak arkasında harita da bulunuyor. Bu da gösteriyor ki, yakın bir gelecekte hem sergi hem görselleri de içeren bir kitap gelecek Pamuk’tan.
Gazetelerin önemi…
Söylentilerin önlenmesi, salgının engellenmesi ancak ve sadece gazetelerin yardımıyla söz konusu olabilir. 20. yüzyılın daha başlarındayken gazete demek yeterlidir, bugün ona radyo, televizyon ve interneti eklemek gerekir. Bir eksikle: bağımsız ve bağlantısız bir medya o yardımı verebilir ancak. Gözün gördüğünü bile çarpıtan iktidar yanlısı basının kandırmaktan başka bir desteği söz konusu olamaz; bu da ne söylentileri engeller ne salgını önler.
Orhan Pamuk, hemen girişte, daha romanın içine iyice girmeden, o keyfi tatmadan, yöneticilerin, gazetelerin yardımıyla veba salgınını durdurabildiklerini; hem de iki ayrı zamanda, iki ayrı yerde vurguluyor. İkincisinde, egemen erkin işbaşında kalabilmesinin de gazetelerin yardımıyla olduğunu belirtiyor.
Katili ve arkasındakileri bulmak…
Minger Adasında, Türkçeden Rumcaya, Fransızcadan Arapçaya ve kadim Mingerceye birçok dil var yaşayan. Adanın daracık sokaklarında, dükkânlarında herkes birbiriyle anlaşabiliyor, çünkü kimse ötekinin dilini de dinini de ötekileştirmiyor. Tabii, birilerinin insanları birbirine düşürmek için körükledikleri dışında, hem zaten Bonkowski Paşa cinayeti de bu amaçla işleniyor…
“Bütün cinayetler bir fayda olsun diye işlenmez. Bazı cinayetler adaletsizlikten, çaresizlikten işlenir, bazan da insanlar hiç planlamadıkları halde, bir anda, tesadüf sonucu katil olabilirler” cümlesi, belki bazı tetikçileri aklıyor diye düşünülebilir. “Bir bebekten bir katil yaratan karanlık” tetikçinin çocuk mu, bilinçli mi olduğunu düşünür mü dersiniz? Vali de “Ben Yunan milliyetçilerinin bu cinayette suçsuz olduğunu mantığımla düşünüp çıkartıyorum” diyor ya, kulak asmayın, çünkü söz dönüp dolaşır yine “ezeli, ebedi düşman” retoriğine gelir.
Halkı değil devleti korumak…
“Veba Geceleri” yayınlanmadan daha, bir fotoğraf üzerinden polemik başlatıldı. Ardından her ne kadar 1900’lerin başındaki veba salgını anlatılıyorsa da, bu, günümüzdeki covid salgını ile özdeşleştirildi. Yalan veya yanlışlar bulunmaya çalışıldı. Pamuk’un “Veba Geceleri” bir edebiyat ürünü. Ancak tarihle doğrudan bağlantılı, olmuş olayları, tarihi gerçekleri özümseyen bir roman. Buna da bağlı olarak devlet denilen aygıta bakışı anlatıyor. Sahi, 1900’lerde de 2020’lerde de “devlet, adalet ve paşaların sözünü ettiği her şeyi sessizce izleyen bir millet olsaydı…” bilimsel değeri olmayan muskaların ve okunmuş kâğıtların hiçbir anlamı olmadığını bilmek mümkündü. Salgının göründüğü her yerde başarılı sonuçlar veren önlemlerin Minger Adası’nda tutmamasının nedeni “gelenekler, din, şeyhler, cahil halk” ise günümüzde siyasal iktidarın tüm maniple edilmiş rakamlarına ve yetkili ağızların söylediklerine rağmen önlemlerin neden işe yaramadığını -bir okur olarak- sorgulamak geçiyor aklımdan.
Minger Cumhuriyeti’nin kendisini cumhurbaşkanı olarak atayan Vali, “Devlet böyle mühim bir meselede sorumlunun kim olacağına kendi karar vermelidir” diyor. Sahi, siz de günümüzle bağlantısını kurdunuz mu?
Orhan Pamuk’un, yeni, yeni olduğu kadar da merak uyandıran, tartıştıran romanında tarih kadar aşk, aşk kadar polisiye, polisiye kadar siyaset, siyaset kadar hayat var.
İhtilal!
Dikkatli okur, yukarıdaki cümlelerden, birden kimsenin beklemediği bir ihtilalin yaşandığını hissetmiştir… Bırakın biz okurları ve roman kahramanlarını, yazar bile şaşırıyor. Gerçekten.
Orhan Pamuk’un, özellikle vurguladığı tabloların, çizimlerin ve fotoğrafların yerine kapağa naif (ama kabul etmeliyim ki, ilginç) kendi yaptığı resmi koymasının nedenini anlayamadım. Oysa romanda çok da ayrıntılı betimliyor o tabloların bir kısmını. Bu, bir sergi duyurusu “hazırlığı” da olabilir. Orhan Pamuk’un, topladığı fotoğraflar, belgeler ile kendi yazdıkları ve resimlerini sergileyeceğini düşündürüyor.
“Veba Geceleri” gerçekten çok güçlü ve sürükleyici bir roman; okurken dünü gün ile karşılaştırıyorsunuz ister istemez. Umberto Eco’nun “Gülün Adı” romanı nasıl ki, sadece o dönemi değil tümüyle din ile insan ilişkisini anlatır; Veba Geceleri de şu geçen bir yüzyılda hemen hiç değişmeyen siyasetle yaşamı anlatıyor. Hrant Dink ve/veya Tahir Elçi cinayeti (Turan Dursun, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve daha niceleri) ile Bonkowski Paşa cinayeti arasında bir fark olup olmadığını sorguluyorsunuz doğallıkla…
Veba Geceleri
Orhan Pamuk
Roman
Yapı Kredi Yayınları
Mart 2021, 537 s.