Korkut AKIN Yazdı: “Zorlu bir yürüyüşle açılıyor roman; yazar çeşitli betimlemelerle hem karakterlerini tanıyor biz okurlara hem de birden/hızlıca romanın içine sokuyor başarıyla. Okur kendi düşünü kurmaya başlıyor. Sonrasında merak ikiye katlanacak: Acaba yazarın beklentisiyle kendisininki çakışacak mı?
Okullardaki derslerde öğretilen 1900’lü yıllar tarihi, tamamıyla resmi olduğu için, insanların sosyal ve ekonomik durumları hiç anlatılmaz, sadece siyasal başarılar vardır; tabii, başarısızlıklar da gizlenmiştir ustaca. Ancak tarihle ilgilenenler, onlar üzerine çalışma yapanlar bazı gerçekleri gördükten, öğrendikten sonra onları sanatın bütün dallarıyla yaygınlaştırmayı görev biliyorlar.
Anadolu mozaiği
Şairin şiirce “Havva anan dünkü çocuk sayılır” dediği, “Binlerce yıl sağılmışım / Korkunç atlılarıyla parçalamışlar / Nazlı, seher-sabah uykularımı / Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar / Haraç salmışlar üstüme” dizeleriyle betimlediği Anadolu, hem kültürler beşiği hem uygarlıklar mozaiği… Buna da bağlı olarak birçok halkın bir arada yaşadığı, kardeşliğin, beraberliğin, kalem yazmaz bir nice sevdanın ana yurdu. İşte, Cem Kükey, bu coğrafyanın en kuzeyinde yaşanmış (sosyal medyada, kendi aile büyüklerinin anlatıldığı paylaşımları var) bir sürecin kahramanlarını konu etmiş romanına.
Tütün kokan sokaklar…
Cahit Külebi, İzmir’i, sokakları deniz ve kız kokar ile tanımlıyor. Aynı şiirinde, Samsun için “Samsun’un evleri denize bakar / Sokakları yosun içinde / Çaparlar, takalar, manavlar / Bilyalar gibi suyun yüzünde / Bir iner bir kalkar” diyor… Cem Kükey de, Samsun’u, “Reji binalarını ve yayılan tütün kokusunu ıslak kentin ruhuna atılan imza” olarak betimliyor.
Sokakları çok dar olan Samsun’da Tekel fabrikasının olduğu yerde sokaklar tütün kokardı alabildiğine… Karadeniz’in kendine özgü nemli havasıyla tütün kokusuna bir de kızartılan hamsi kokusu katılırdı kışın.
Rum, Ermeni, Türk…
Kentte değilse de köylerde Türk, Ermeni, Rum ayrımı yapılmadığını anlatıyor yazar uzun uzadıya. İnsanların birbirlerine ve yaşamlarına ne denli saygılı olduklarını örnekliyor. Anlatılan 1913-1915 dönemidir. Osmanlı’nın, toprak kaybetmektense insanlarını aç bırakmayı tercih ettiği dönemlerdir. Yazar, bu durumu gerçekten de okurun içine işleyecek cümlelerle anlatıyor. Tabii, bir yandan milliyetçilik rüzgârıyla körüklenen ayrımcılık ve düşmanlıkla bu yaklaşım safları belirleyen bir ayraç oluyor.
Çok ilginç bir ayrıntıya yer veriyor Cem Kükey, tehcir (siz buna sürgün de diyebilirsiniz, soykırım da) konusu açıldığında insanlar kendi aralarında “inşaatlarını kim yapacak, kim atlarını nallayacak, kim marangozluk işlerini görecek” diye soruyorlar haklı olarak.
İlk grev…
1908’de tütün (sigara) fabrikalarında yaşanan grev sonrası, sendikaların yasaklanması, yerine kurulan derneklerin o birlikteliği ve gücü toparlayamaması, günümüzle büyük bir benzerlik sağlıyor aslına bakarsanız. Fransız şirketinin sahip olduğu Reji (yani tütün piyasası), devletin de güçsüzlüğünden fırsat bulup işçilerini eziyor alabildiğine. Sağa baktın suç, onunla konuştun ceza, bunu yap(ma)dın atılma nedeni… Kadın işçiler ile çocuklar hep topun ağzında. Kimse ağzını açamıyor. Buna bir de Reji’nin kolcularının zulmü ekleniyor. Yeter mi? Tehcir var, ek olarak. Sıdıka ile Madlen ve Eleni’nin kader birliği, Sıtkı ile Agop’un ve Dimitri’nin de birliğine katkısı var mı acaba?
Sessizlik ile tevekkül isyanın, isyanın da tevekkülün panzehri olur mu?
Reji’nin Kadınları
Cem Kükey
Roman
Favori Yayınları
Eylül 2019, 195 s.