Varbet DİRENYAN yazdı: “Kıbrıs konusu Türkiye’deki devrimci örgütler, ezilenler, sosyalistler, demokratlar ve diğer herkes tarafından çalışılmalı; öğrenilmelidir. Çünkü bu süreç vesilesiyle asıl unutulmaması gereken bilinen bir sloganda gizlidir: Kurtuluş yok tek başına. Yap hep beraber ya hiçbirimiz.”
KKTC yarın, ilan edilişinden bu yana geçireceği en kritik sınavına girecek ve adanın geçmiş tüm egemenliklerin mirası demokrasisinin değerleriyle bir gelecek kuracak ya da korkutucu görünen çözümsüzlük tünelinde ebedi gibi görünen bir yalnızlığı sürdürmeye devam edecek. Günlerdir defalarca yazılmaya başlanan bu yazı, ufak rötuşlarla düzeltilebilir diye düşünürken, sadece bir hafta içinde yaşanan inanılması güç gelişmelerle seçimden önceki son güne ve yeniden yazılma kaderine kalmış durumda. İşte bu yeni haliyle dün gece adaylardan sekizinin katıldığı açık oturumda, Bayrak Radyo Televizyonu (BRT) stüdyolarından adaylara yöneltilen dört soruya alınan sekizer dakikalık yanıtları dinlemiş bir halkın hissiyatını yansıtmada yeterli olacaktır kanaatindeyim. Elbette bu yazıyı okuyan Türkiyeli bireylerin büyük bir kısmı için, bir seçim yarışında adayların karşı karşıya getiriliyor olması çok eski bir anı olarak bile hatırlanmamaktadır. Bu haliyle adanın kuzeyindeki bu dönemeç adayların da hepsinin söylediği gibi bir varlık mücadelesidir. Öyle bir dönemeç ki
Kıbrıslıların içine oturan “adanın kürtleri gibi olduk” burukluğunu törpüleyen, dönemediğinizde dibe düşeceğiniz ya da savrulacağınız yeri bilemeyeceğiniz bir yalnız bütünü gibi…
Peki neler yaşandı son hafta şöyle hızlıca başlıklarını vermemiz yetecektir. Zira yaşananlar Türkiyelilerin rutininde ekmek ve su kadar doğal, ardı anlaşılır, ürpertici ama bir o kadar komiktir.
Nihayet Türkiye emperyalizmi “asrın projesi” diye anılan, adanın kuzeyine su taşıyan boruyu tamir etmeyi başardı. Türkiyeli emekçilerin vergileriyle yapılan boru daha kaç kez kırılacaktır bilinmez ama şaşalı bir törenle tam açılış yapılacakken KKTC Yüksek Seçim Kurulu bu törenin seçim malzemesi yapılmasına engel olacak şekilde uyarısını yaparak, kuvvetler ayrılığının kıymetini örneklemiş oldu. Hal böyle olunca, çevik Türkiye Cumhur’u töreni online olarak düzenledi ve o dakikalar hala başbakan olan, cumhurbaşkanı adayı Ersin Tatar’ın hanesinden çok kendi hanesine yazdırdı. Diğer yandan bağımsız basın (ki sonrasında teröriste varan ithamlara maruz kaldılar) TC Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay’ın yönetimindeki bir ekibin 1 aydır bir otelde kaldığını ve Ersin Tatar’ın ekibiyle işbirliği yaptığını fotoğraflarla kanıtlarken şimdiki Cumhurbaşkanı ve bağımsız aday Mustafa Akıncı’nın açıklamasıyla KKTC Türkiye Büyükelçiliğinin de seçim üssüne çevrildiği gözler önüne serildi. Seçim öncesi adayların son TV buluşmasında da teyit edildiği gibi beher birey için 2000TL’lik yardım elçiliğin bankalara yolladığı bir talimatla 9872 kişinin hesabına geçiyordu. Bir önceki programa katılmayarak (açıkça kaçtığı söylenir) bu son TV oturumunda köşeye sıkışınca, Türkiye’den 112milyon TL’lik para yardımını adaya getirmek için Türkiye’ye gittiğini söyleyen Ersin Tatar’ın nereye harcandığının hesabı bile verilemeyen, Türkiye hazinesinin malı ve yine Türkiyeli emekçilerin alın teri olan 2,3 milyar TL’den kalanı da yıl sonuna kadar adaya getireceğini açıkça ima etmesi akıllara durgunluk verecek bir sermaye-sömürü ilişkisinin başka bir boyutudur. Çamaşır makinesiyle başlayıp, makarnaya dek inen ikna yöntemi nihayet adaya taşınmış ve kaydı bilinmeyen “ihtiyaç sahiplerine” kısa sürede ulaştırılmıştı. Peki kimdi bu ihtiyaç sahipleri ve tespitini kim yapmıştı sorusunun yanıtı: Elbette muhtarlar dersem okular rahatça denklemi kurgulayabileceklerdir sanırım.
Hafta içindeki TV dizisi serisi gibi sürükleyici bu olaylara konulan son nokta aniden gündeme düşürülen; daha evvel ki yazılarımızda bahsedilen Maraş’ın (Varosha) açılımına dair anons ile gün yüzüne çıktı. Aniden Maraş’ı açıyoruz diye yapılan gürültüyü yine YSK engeli durdurdu. Elbette hazırlıklı olan TC konuyu derhal üstlenerek, hiçbir şeyden haberi olmadığı anlaşılan Ersin Tatar’a prompterdan bir açılış kutlama mesajı okuttu ve online törene icabet ederek bizzat TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, Maraş’ı KKTC halkına armağan etti. Evet, evet yanlış duymadınız: Uğruna Türk ve Rum çok fazla insanın hayatını kaybettiği Kıbrıs meselesine dair, yaklaşık 50 yıl önce Birleşmiş Milletler (BM) kararları esas alınarak garantör devletlerden biri olan TC’nin asker bulundurduğu, Kapalı Maraş açılıyordu. Uluslararası hukuk yok sayılarak, bir seçim vaadinden çok kaostan beslenenlerin dış politika malzemesi haline dönüştürülmüş Maraş, Ersin Tatar’ın yüzündeki ekşi ifadeden başka bir şey üretmemiştir aslında. Çünkü tüm Kıbrıslılar bilir ki; buranın açılışı ancak eski sahiplerine iadesi ile mümkündür. İki yıla yakın bir süre önce kurulan Taşınmaz Mal Komisyonunun (TMK) yerel bir devlet üniversitesi desteğinde yapılan tespit çalışmaları hala sürerken bu açılım neydi o halde? Adalıların gayet kolay anladığı gibi Maraş’ta sahile iniş yolunda yapılan kısa bir yol genişletmesiyle, sahile açılacak bir belediye meşrubat büfesinden başka bir şey değildi elbette. Peki Rumlar ne dediler bunu hayretle izlemenin dışında? Annan planı ile açılan geçiş kapılarını kapatma hatta verilen Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportlarının iptal edilmesini gündeme getireceklerini söylediler ve bu soğuk duş etkisini BM’nin bu sabah yaptığı “kararın geri alınması” talebi izledi. Bu yoğun trafikte HP genel başkanı, bağımsız cumhurbaşkanı adayı Kudret Özersay koalisyonu bozduklarını ve an itibariyle KKTC’nin hükümetsiz kaldığını açıklamıştı ama ortalıktaki toz dumanda istifalar bile resmileşemedi. Tatar artık bu seçim yarışında kundaklanan bir bebekten ağladıkça yanakları okşanan oyuncak bir bebeğe dönüşmüş oldu ve yarın sabah sandıkta aynada kendini görme ihtimali tescillendi. Çünkü tam bu noktada “peki Maraş ne oldu, olacak?” sorusuna yanıt TC Dışişlerinin BM’ye yanıtında saklı. “Maraş’ın statüsü aynen sürmektedir”
Son TV buluşmasında üç farklı bağımsız adayın kendi kelimeleri olarak kullandığı “zırvalama” yani Maraş açılımı algı oyunu da perde indirirken, cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında bir de yeni hükümete ihtiyacı olan KKTC için artık bahsettiğimiz dönemeçte var olanlar arasında Mustafa Akıncı’nın yeniden cumhurbaşkanı, Ana muhalefet lideri Tufan Erhürman’ın başbakanlığında bir tekrar sürecine girilme ihtimalini kuvvetli saymak büyük bir yanılgı olmayacak gibi görünse de asıl olan statükoları kıracak direnç hala KKTC halkının iradesinde gizlidir. Halk anlamıştır ki; dünyada yer edinmeye çalışan KKTC aslında Türkiye’nin namlusu, dipçiği ve tetiği altında ezilen, yoksullaşan, gençleri adadan kaçan ve Serdar Denktaş’ın sözüyle birliğe muhtaç haldedir. Elbette sürecin en ideal hali sürekli bir deprem sancısındaki TC yönetiminin gerek dış politikadaki zavallı hali (Irak, Suriye, Libya, Yunanistan ve nihayet Azerbaycan politikaları) gerekse iç dinamiklerindeki çatırdamanın ahengine uygun olmalıdır. Aksi bir durum adadaki insanlara sefalet, daha da uzayacak bir umutsuzluk ve nihayet uçurumdan başka bir şey olmayacak gibi görünmektedir.
Seçime dair bu son yazıda aslında hakkaniyetli davranıp, hali hazırda cumhurbaşkanı olan Mustafa Akıncı hakkında bilgi aktarmayı planlarken, yaşananlar nedeniyle Mustafa Akıncı’ya dair bir özetin bu seçim sürecini uzaktan izleyen gözler için yetebileceği kanısına vardım. Gerek TV buluşmasında diğer tüm adayların aksine cümle içinde “Barış” kelimesini geçirmiş olan tek adaydır Mustafa Akıncı. Annan Planına sadık tavrı ve BM kararlarını esas alan yürüyüşü, koalisyon dağılmalarıyla sıkça raydan çıkan hükümet krizleriyle, sürekli yıpratılmış bir cumhurbaşkanıdır Akıncı. Bunun kendini yıprattığını bildiğinden olmalı, iç politikaya son dönem çok uzak kalmıştır ve seçime giderken en büyük pişmanlığı budur diye düşünmek yerinde olabilir. Çünkü varılan noktada Türkiye’nin KKTC siyasetinden öte, her evdeki her bireyin hayatına ve geleceğine müdahil olması hali, meydanı bıraktığı kısa gün rant politikacılarına adanın kuzeyinde serbestçe “at oynatma” imkanı vermiştir. Fakat bir gerçeğe de dün gece oturumda kendisi ışık tutmuştur ki; bu nokta oylarını ciddi etkileyebilecek bir dinamiğin ateşleyicisi olacaktır: Akıncı Cumhurbaşkanlığı Özel Kaleminin, kumandası başka ellere geçmiş TC derin devleti tarafından bizzat aranarak, seçimde adaylıktan çekilmesinin kendisi ve ailesi tehdit edilerek telkin edildiğini imadan öte açıkça söylemiştir. Bu açıklamanın hangi görüşten olursa olsun yurtsever KKTC insanını etkileyeceği açıktır. Tüyler ürpertici bu açıklamayı hafıza tazelercesine geçmişte ilerleme kaydedilen her anda aynı tehditi alan liderlerden örnek verirken, ilk toplum lideri Dr. Fazıl Küçükten başlayarak saydığı isimlerde hemen hiç eksik isim yoktu Kurucu Önder Rauf Denktaş haricinde. Bu da KKTC’nin Türkiye gölgesinde, nasıl çirkin bir siyasete ve emperyalizme maruz kaldığının bir diğer kanıtı olarak not edilmelidir. Hatta “KKTC halkı bunu er ya da geç görecektir” diye bir cümle devrimcilerin umut dolu düşüncelerinden, kıvrak akıllarından geçecektir. Dahası, TV oturumuna katılan ağır nasyonalist, türcü, tekçi, ataerkil parti MDP (Milliyetçi Demokrasi Partisi) lideri Fuat Çiner bile her ne olursa olsun, var olan cumhurbaşkanına daima destek olunması gerektiğini, KKTC halkının görüşü ne olursa olsun, cumhurbaşkanının kendilerinin özgür iradesini temsil ettiğini söylemesi yeterli düzeyde, hatta literatüre girecek bir örnektir. Akıncı elinde BM kriterlerine uygun, seçim sonrası başlayacak, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in hatlarını çoktan belirlediği bir takvimi tutmaktadır. Yorulmuş ve bunalmış KKTC halkı elbette bu takvimlerden ileri gelen çözümsüzlüğü işaret ederek Akıncı’nın da değişmesini istese de kalan adaylara ve yaşananlara baktığında beklenenin üzerinde bir desteği sunacak gibi görünmektedir. Aslen Limasollu olan Akıncı, ODTÜ geleneğinde eğitim almış, 1960’larda dünyayı kavuran özgürlük akımının adadaki bir temsilcisi, Beatles cover’larıyla (Yeniden icra etme) tanınan, babacan, içten bir siyasetçidir. Bu konuda çokça eleştiri alsa da Rum Lider Nikos Anastasiadis’i kahve içme buluşmasına kendi telefonuyla arayıp davet edecek kadar güneyle ilişkileri gergin hatlardan uzaklaştırabilecek kabiliyette tecrübeli bir siyasetçidir. Eski görevi Lefkoşa Türk Belediye Başkanlığı döneminden Annan planı daha yapılanırken görünmeyen taşları Lefkoşa (Nicosia) da karşılıklı döşeyen isimlerden biridir. Lefkoşa Türk Belediyesi ve idaresini burada anmamın nedeni asker barikatıyla ikiye bölünmüş bir başkenti anmanın ötesinde, eğer bu seçim ortamından bir an gözümüzü sıyırabilmiş olabilsek, barışın ve uzlaşmanın daima katalizörü konumunda olduğunun fark edilir olmasındandır. Bir dip not olarak aktaralım: Şu an adanın kuzeyinde Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancıdır. Kendisi icraatları, çağdaşlığı ve üretkenliğiyle bilinen ve saygın bir insandır. Gelenekler bağlamında düşünülünce aslında aday olsa Akıncı gibi bir liderin ardılı olabilecek yegane örnektir.
Bugünlerde Kıbrıs’ta zemin çürüktür. Vergiden kaçma, para aklama ve rant için üretilmiş binalar insanın üstüne üstüne gelir bir çok yerleşim bölgesinde. Su şebekesine, elektrik şebekesine bile bağlı olmayan hayalet apartmanlar vardır her yanda. Yıkılmış bir hükümet, dış politika üretemeyen bir garantörün karanlık gölgesi, kandırılmış ve fakirleşmiş bir halk vardır. Pandemi hastanesinin açılışı bile seçime kurban edilmiştir. Bir ekmek 10TL’ye ulaşmış, elektrik santralinde çalışan, sağlam sadece dört jeneratörü kalmıştır. Yabancı öğrencileri adaya gelememiş, online üniversite eğitimi veren, görece büyük üniversitelerinde akademisyenleri kapı önüne konmuş bir ülkeciktir. Kırgızistan tarafından tanınma fırsatını kaçırdığına dövünen bir faşist partili liderine sırtını dayamış, kadrolaşma fırsatı nedeniyle görevinden istifa etmeyen koalisyon başbakanı olan bir ülkecik.
Elbette ki sandık her şeyin çözümü, hesaplaşması değildir devrimciler için. Ama böylesine küçük bir popülasyonda birlikte olmanın, çürümüşlüğü reddetmenin, hesap sorma çetelesinin masa üstüne çıkarıldığı bir imkandır. KKTC halkı mutlaka bu imkan sayesinde, ülkeyi içten çürütenlere siyaseten bir tavır almalıdır. Onları politik Kıbrıs’da denize akan ve tüm Doğu Akdeniz’i kirleten foseptiğin en dibine gömmelidir. Çünkü mücadeleci, barışçı ve bir o kadar ilerici KKTC halkı tarihsel genetiğinde bu gücü barındırmaktadır. Aynı nedenlerden ötürdür ki; Kıbrıs konusu Türkiye’deki devrimci örgütler, ezilenler, sosyalistler, demokratlar ve diğer herkes tarafından çalışılmalı; öğrenilmelidir. Çünkü bu süreç vesilesiyle asıl unutulmaması gereken bilinen bir sloganda gizlidir: Kurtuluş yok tek başına. Yap hep beraber ya hiçbirimiz.