SEÇTİKLERİMİZ – HAKKI ÖZDAL Duvar’a yazdı: “Türkiye, … bir yol ayrımına sürükleniyor gibi görünüyor. Genleşerek, AKP iktidarının ve onun yarattığı ‘nakdi ve ayni’ imtiyazların esas tüketicisi konumundaki çekirdeğe dönüşen ‘Pelikan’ (ve bağlaşığı iktidar klikleri) ile ülkenin geri kalanı arasındaki bir yol ayrımı bu.”
HAKKI ÖZDAL
7 Haziran 2015 seçiminin sonucu, AKP için tek başına iktidarın kaybedilmesi anlamına geliyordu. Ama o dönemin muhalefetini oluşturan CHP, MHP ve HDP’den bir alternatif iktidar mimarisi oluşturulamıyordu. HDP’nin büyük seçim başarısından müteessir olan MHP lideri Devlet Bahçeli, daha 7 Haziran akşamı, seçim kampanyası boyunca sürdürdüğü AKP karşıtı dili terk ederek, herhangi bir koalisyon içinde yer almayacaklarını ilan edip, yeniden seçim yapılmasını ima etmişti. Geriye tek seçenek olarak bir AKP-CHP koalisyonu kalmış, ama o seçenek de dostlar alışverişte görsün misali bir ‘istikşafi görüşme’ tünelinde yok edilmişti. Zaten çok geçmeden anlaşıldı ki, AKP-CHP heyetleri arasındaki sözde görüşmeler başlamadan çok önce bir ‘yeniden seçim’ kararı alınmış, o görüşme tiyatrosu da adet yerini bulsun kumpanyası olarak icra edilmişti. 7 Haziran’dan hemen sonra sağlanan ve Türkiye’yi 1 Kasım tablosuna götüren mutabakat, Suriye Kürtlerinin çok hızlı kazanımlar elde ettiği Türkiye’de de ‘güçlü AKP iktidarı’nın fiilen sona erdiği koşullarda gerçekleşmiş bir tür ‘devlet mutabakatıydı’. Bu mutabakatın gündeminde, en azından mutabıklar açısından, daha sahici gördükleri bir ‘beka sorunu’ vardı. O ‘beka sorunu’ koşullarında Türkiye’nin yola –her ne kadar güç kaybetmiş olsa da aynı zamanda bu nedenle pek çok pazarlığa da açık hale gelmiş olan– Erdoğan’la devam etmesinin uygun bir çözüm olduğuna kanaat getiren bir bürokratik-iktisadi-siyasi egemenler koalisyonu oluştu ve 7 Haziran seçimleri, yeniden sayım, ‘hukuki süreç’ gibi aksesuarlara gerek kalmadan, topluca yok sayılarak ‘yeniden seçim’e gidildi.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde iktidar blokunun, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere başlıca tüm büyükşehirleri kaybederek yaşadığı ağır yenilginin ardından başlayan ‘itiraz’ süreci de, en azından dün itibariyle, bir ‘seçim sonuçlarını tanımama’ stratejisine dönüşmeye başlamış gibi görünüyor. 31 Mart gecesi ve esasen de 1 Nisan günü, daha sınırlı ve ‘Pelikancı’ olarak kodlanan bir kesim tarafından, bazı yalan haber ve bilgilerin de yardıma çağrıldığı bir kampanya olarak başlatılan ‘itiraz’ atmosferi, 4 günün ardından daha genel ve sistematik bir iktidar pozisyonuna dönüşüyor. İlk iki gün için yenilginin faturasıyla karşılaşmamak çabasındaki bir klik tarafından yürütülen ve bizzat AKP içindeki ya da çevresindeki kişi ve kesimler tarafından da yakışıksız bulunduğu açıkça dile getirilen bu sonuçları tanımama operasyonu, giderek daha çok iktidar aktörünün katıldığı bir ‘merkezi tutum’ haline geliyor: İtirazları sürdürmek, İstanbul’da tüm oyların yeniden sayılmasını sağlamak, bu esnada 31 Mart gecesi yapılan sayımı usulsüz ilan ederek bu usulsüzlüğün arkasında bir ‘örgüt’e işaret etmek ve o geceki seçimi/sayımı itibarsızlaştırarak ‘yeniden seçim’ yolu aramak…
Erdoğan hâlâ açık bir tutum takınmadı. İtirazlara ve yeniden sayım çabalarına ilişkin bir yorumda bulunmadı. Gidişatı izleyerek, geri tepecek bir stratejiyle kısa sürede ikinci bir yenilgi alma riskini uzak tutmak istiyor belli ki. Ancak Bahçeli’nin dün yaptığı açıklamalar, iktidar blokunun bu ‘itiraz’ mızıkçılığını ana strateji olarak benimsemeye başladığını gösteriyor.
Bahçeli, “31 Mart seçim sonuçlarına itirazın hukuki bir hak olduğunu daha önce söylemiştim. Ancak gelişmeler, ortaya çıkan gerçekler meselenin boyutunu çok ciddi şekilde değiştirmiştir” derken, önceki açıklamasından farklı bir pozisyonda olduğunu ilan ediyor öncelikle; “meselenin boyutu değişmiştir” diyerek de konunun artık sadece kime ne kadar geçerli oy eklendi meselesinin ötesinde bir girişim için işaret veriyor.
Sonra tam da İstanbul’daki tüm oyların yeniden sayımı için karar vermesi istenecek olan seçim kurullarına sopa gösteren şu sözleri söylüyor: “İstanbul’da oyların tekrar sayımını durduran, sandık hilelerine ve usulsüzlüklerine ortam açan kim varsa tüm bağlantıları, tüm ilişki ağları araştırılmalı, mutlaka sonuca bağlanmalıdır. FETÖ’yle iltisakları varsa tespit edilip gereği yapılmalıdır.” (Bu sözlerden saatler sonra AKP’nin “İstanbul’da tüm oyların yeniden sayılması için başvuruda bulunduğu” haberi Pelikancı’ların merkez yayın organı Sabah gazetesinde yer aldı. Ama gece geç saatlere kadar, örneğin Yeni Şafak, bu haberi girmemişti.)
“Türkiye’den bir Venezuela çıkarma arayışına hiç kimse heves etmesin” diyerek toplumsal itiraz potansiyelinin tepkisini de ölçen bir gözdağı veriyor.
Ve son olarak, “Zafer hırsızlığıyla, sandık oyunlarıyla İstanbul’un veya Ankara’nın kaderine gölge düşürülemez. (…) FETÖ’cüleri, PKK’lıları arkasına alıp siyasi dolandırıcılığa sapanlar milletimizin sabrını test etmesinler, aksi halde sonuçlarına katlanacaklardır. Herkesi, özellikle CHP’yi ve büyükşehir belediye başkan adayını sağduyuya davet ediyorum. Aklıselimin yolundan ayrılanlar Türk milletinin kudretiyle karşılaşırlar” diyerek rakip siyasi aktörlere de bir ‘gözü karalık’ jesti gösteriyor.
Bahçeli’nin açıklamasından kısa süre sonra, iktidar yanlıları ve özellikle de belediyelerin el değiştirmesinden bizzat ‘zarar göreceği’ anlaşılan figürlerin benzer bir terminolojiyle mesajlar saçması; örneğin Melih Gökçek’in şunu yazması ‘manalı’ bulunmalı belki:
“İstanbul’da yeniden sayılan bütün ilçelerde Sn Binali Yıldırım’ın iptal edilen oyları açık ara çıktı… Bu müteselsil suçtur. Yani zincirleme ve dayanışmalı suçtur… Suç müteselsil olduğuna göre, seçim ya iptal edilmeli ya da tüm oylar yeniden sayılmalıdır…”
İstanbul seçimlerini yenilemek için ‘mevzuat’ kullanılarak gergin bir belirsizlik süreci başlatmak, ardından da bu ‘karmaşa’dan bir genel usulsüzlük intibaı çıkartıp seçimi iptal ettirmek niyeti giderek daha açık görülüyor. Başlangıçta ‘Pelikancı’ diye kodlanan AKP içi güç merkezinin, biraz da can havliyle başlattığı ve ‘içeriden’ de direnç gören hamle, geldiğimiz bu noktada, iktidar blokunun merkezi politikası haline gelmeye aday gibi duruyor.
‘Pelikancı’ koduyla anılan çıkar çevresi ve siyasi kliğinin bir tür ‘doğum belgesi’, henüz mayıs 2016’da, Ahmet Davutoğlu’nu deviren hamlelerinin hemen ardından, Efe Kerem Sözeri tarafından kaleme alınmıştı.
Bu kliğin, aradan geçen üç senenin ardından geldiği boyutu ve iktidar imtiyazları sofrasındaki yerinin büyüklüğünü ise Barış Terkoğlu dün Cumhuriyet’te yazdı.
2016’da Başbakan düşürerek adını duyuran ve bugün aşırı genleşmiş bir halde, AKP’nin ve tüm bir iktidar blokunun kaderini belirleyecek hamlelere girişebilir bir oyluma ulaşan bu aygıt yukarıdaki iki yazıdan teşhis edilebilir.
7 Haziran’da tek başına iktidarı kaybettikleri genel seçimin tümünü iptal etmek zorunda kalmışlar; ancak ‘bölgedeki gelişmelerin’ devlet aygıtı ve genel olarak Türkiye egemenlerinde yarattığı ‘beka endişesi’yle mutabakata varacak bir ‘dönüşüm’ geçirmişlerdi. Yenilgiden, ‘yeni ittifaklar’ ile çıkmışlardı.
Bugün, sadece kaybettikleri yerlerdeki seçimi iptal edecek bir başka ‘oyun’ kuruyorlar. Ancak bu kez sadece kendilerinin, hatta kendi içlerinde de bir kliğin ‘beka endişesi’ var ellerinde. Bunun yerel ve uluslararası ölçekte güç odaklarını, burjuvazi ve bürokrasiyi ne kadar örgütleyebileceği tartışmalı.
Türkiye, 31 Mart’ta fiilen değişen siyasal tablosunun resmiyete dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda bir yol ayrımına sürükleniyor gibi görünüyor. Genleşerek, AKP iktidarının ve onun yarattığı ‘nakdi ve ayni’ imtiyazların esas tüketicisi konumundaki çekirdeğe dönüşen ‘Pelikan’ (ve bağlaşığı iktidar klikleri) ile ülkenin geri kalanı arasındaki bir yol ayrımı bu. Ancak iktidarın siyasi merkezi açısından şartlar 7 Haziran’daki kadar elverişli değil. İstanbul seçimlerini, sırf ‘kaybettiği için’ iptal ettirmeye kalkışmak; 7 Haziran tablosunu tasfiye etmek için bulduğu yaygın desteği ve uygun konjonktürü bulamayabilir.