Dr. Mustafa Peköz yazdı: Yılbaşı gecesi katliam ve toplumsal çatışma tehlikesi
Türkiye 2017 yılına bir katliamla girdi. Reina isimli bir gece kulübünde gerçekleştirilen katliam önümüzdeki süreçte karşı karşıya kalacağımız kaosa dair bir fikir veriyor. Sorun tahmin edilenden çok daha ciddi ve karmaşık görünüyor. İktidarın her saldırıda olduğu gibi “terörü ezeceğiz, diz çökmeyeceğiz, korkmayacağız” gibi klasik söylemlerinin kar etmediği ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bu saldırıdan doğrudan “uluslararası güçleri” sorumlu tutup işin içinde sıyrılma çabası bir önem taşımaz. Bu nedenle meselenin esas kaynaklarını doğru analiz etmeden ve doğru politik sonuçlar ortaya çıkarmadan, doğru çözümler bulmak mümkün değildir.
Radikal İslamcı Hareketlerin toplumsal dayanağı güçleniyor
Türkiye’nin içte karşı karşıya kaldığı ve birbiriyle doğrudan bağlantılı olan birden çok tehdit halkası bulunuyor. Bunlardan ilki sıklıkla dile getirdiğimiz Türkiye’nin izlediği Suriye ve Irak merkezli Ortadoğu stratejisidir. Artık bütünüyle başarısızlığı ortaya çıkmış ve kendi bölgesel iradesini Rusya’ya teslim etmek zorunda kalmış olan devlet, çöken politik stratejide ısrar ediyor ve İslamcı örgütlerle ilişkilerini sürdürüyor. Hatay’dan Kilis hattına geniş bir bölgeyi halen kontrol eden IŞİD ve El Nusra, militanlarının bir kısmını Türkiye’nin büyük kentlerinde örgütlenmek ve eylem yapmak için görevlendiriyor. Bir diğer nokta, Türkiye’nin içerisinde sahip oldukları toplumsal güçtür. Uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan anketler, radikal İslamcı örgütlerin toplumsal tabanı hakkında bize bir fikir veriyor. Örneğin 2013 yılında yapılan bir ankette IŞİD’e sempati duyanların oranı yüzde 8, yani yaklaşık 6 milyon kişidir. 2015 yılında ise bu oran yüzde 14 civarında olup yaklaşık olarak 9,2 milyondur. IŞİD’in yapmış olduğu uygulamaları doğru görenlerin oranının AKP tabanı içerisinde yüzde 24 civarında olduğu tespit edilmiş. IŞİD ve El Nusra’nın bu düzeyde toplumsal bir tabana sahip olduğu ülke Türkiye’dir. Bunların yaklaşık olarak yüzde 70’ini genç nüfus oluşturuyor. Geniş bir kitleyi etkileyen radikal İslamcı örgütlerin, dünyanın başka bir yerinde değil, Türkiye’nin içinde kolayca militan yetiştirme potansiyeline sahip olduğu ortadadır.
Türkiye’de kaç bin genç Irak’ta ve Suriye’de radikal İslamcı örgütler safından savaşıyor? Bunlardan ne kadarı yaşamını yitirdi? Ne kadarı Türkiye’ye dönüş yaptı? Elimizde somut bir rakam olmamakla birlikte, muhtemelen gerçek rakam tahminlerden çok daha fazladır. Özellikle savaş tecrübesi edinip geri dönenlerin metropollerde eylem yapmak için konumlandıkları açıktır. IŞİD ve El Kaide’ye (El Nusra) sempati duyan yaklaşık olarak 9 milyonluk bir kitle içinde eyleme geçebilecek bin kişilik aktif bir potansiyelin olması kuvvetle muhtemeldir ve bu da yaşanacak politik ve toplumsal kaosun boyutları bakımından bize bir fikir vermektedir.
Sorunun esas boyutu şu; Nasıl oldu da Radikal İslamcı Hareketler bu düzeyde güçlü bir pozisyona geldiler. Bu yönelim esasen devletin izlemiş olduğu politik bir stratejidir. Kendiliğinden oluşan bir olgu değildir. İki yönü bulunuyor. Birincisi, toplumun İslamlaştırılması stratejisidir. Son derece önemli olan bu konu, çok yönlü bir araştırmayı gerektiriyor. Birkaç küçük bilgi bize bir ön fikir verebilir: Örneğin, 2012-2013 yılında Kuran kursuna yaz okulları dâhil giden çocuk sayısı 2,5 milyonun üzerindedir. 4-6 yaşında olan çocuklar için açılan Kuran kursları, 2014-2015 eğitim-öğretim yılından itibaren ülke genelinde uygulanmaya konuldu. Küçük yaşta çocukların İslamcı anlayışa göre yetiştirilmesindeki amaç jenerasyon değişim sürecini tamamlamaktır. Bir başka önemli konu Diyanet İşler Başkanlığı’nın ekonomik, politik ve sosyal olarak bütün toplumsal ilişkileri kontrol etme noktasına gelmiş olmasıdır. 2016 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 6 milyar 482 milyon 979 bin liradır. Bilim ve Sanayi, İçişleri, Kültür ve Turizm, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Bakanlıklarının da bulunduğu 12 bakanlıktan daha fazla bütçeye sahip. Bu veriler Türkiye’nin sosyolojik-politik değişimi bakımından bize çok somut bir fikir veriyor.
İkincisi, devletin doğrudan veya dolaylı olarak Radikal İslamcı Hareketlerin gelişmesine gerekli desteği ve olanağı tanımasıdır. 21 Ağustos 2012 tarihinde sendika.org sitesinde kapsamlı olarak ele aldığım makalede Selefi kökenli örgütlerin Türkiye genelindeki örgütlenmesine dair geniş bilgiler sunmuştum. IŞİD esasen Irak El Kaidesi olarak ortaya çıktı ve sonra farklılaşmakla birlikte aynı ideolojik kaynaktan besleniyorlar. Bugün El Nusra ve IŞİD’de temsil edilen Selefiler, başta Kürt illeri olmak üzere İzmir, İstanbul, Konya, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Hatay Manisa, Bursa, Kayseri, Konya Kocaeli ve Trabzon gibi illerde yoğun olarak örgütleniyorlar. Peki, Türkiye’de Selefi grupları kimlerden oluşuyor? Somut örneklerden yola çıkarak bu soruya yanıt vermek mümkün.
Selefi örgütler faaliyetlerine kesintisizce devam ediyor
Selefilerin önde gelen isimlerinden biri Malatya doğumlu Feyzullah BİRIŞIK, Selefi olup Suudi İslam geleneğine çok yakındır. 1998 yılına kadar tekstil işleriyle uğraşır ve bu işi beceremez, bırakmak zorunda kalır. Daha sonra o da modaya uyar ve Beyazıt/İSTANBUL-Beyazıt’ta Polen ve Karınca yayın evlerini kurar.
Selefi grubunun İzmir kanadı, İLİM DER adı altında örgütleniyor. Ama grubun lideri Türkmen kökenli Abdullah YOLCU, 1958’de Kerkük’te doğmuş ve 1986 yılında İstanbul’a yerleşir. 1992 yılında İstanbul/Beyazıt’ta Gureba yayınevini kurar ve daha sonra İzmir’e yerleşir. Selefi grubunun Antalya’daki lideri Mehmet BALCIOĞLU veya kod ismi Muhammed Ebu Said El YARBUZİ’dir. Antalya’nın Akseki ilçesi, Yarbuzi beldesinde Külliye yaptırdı. Medresesi var, küçük bir ilçede bine yakın öğrencisi olduğu biliniyor.
Adana Selefi grubunun başında Molla Ömer bulunur. Almanya’dan sınır dışı edilen Molla Ömer, Adana-İskenderun-Hatay hattını yoğun olarak geziyor. El Nusra militanlarının Suriye’ye gönderilmesini örgütleyenlerden biri olduğu iddia ediliyor. İslamcı çevrelerde Ebu ENES olarak tanınan biri var. Kürt kökenli olup, babasının 1980 öncesi Batman Beşiri Belediye Başkanlığı yaptığı, Almanya’da ikameti bulunan ve El Nusra’ya yakın olduğu söylenen ENES sık sık Türkiye’ye giriş yaptığı ve Suriye’ye gidip geldiği dile getiriliyor.
Diğer bir isim Ebu SAİD, Ankara’da kalıyor, Ancak yaygın bir örgütlenme ağına sahip, Bursa, Kocaeli, Balıkesir gibi illerde çalışmalar yürütüyor. Kendisi tarafından kurdurulan Huzur Vadisi Derneği ve Paris Nasihat Derneği’nde konferanslar verir. Selefi grubunun Antep sorumlusu olan Ubeydullah ARSLAN, 1991-1994 yılları arasında Pakistan’da İslamia College Peshawar’da din eğitim dersleri almış biri. Burada El Kaide militanlarıyla yakın ilişki kurdu. 2006 yılında bir grup arkadaşı ve öğrencileriyle kurduğu “Asr-ı Saadet İlim Araştırma Yayma Derneği”nde dersler veriyordu.
Murat GEZENLER, Selefilerin, devleti ‘kafir’ gören radikal kanadında yer alır. Murat GEZENLER’in babasının bir savcı olduğu söylenir. Şehadet yayınları, Konya’da Neva Kitabevi, Ankara’da Mehmedi Bahaddin Canbaz’ın yönettiği Deha Kitap Dağıtım Şirketi bulunuyor. 8 Subat 2002’de, Konya’da Selefilere yönelik operasyonda GEZENLER ve 6 arkadaşı gözaltına alınır ve tutuklanır. GEZENLER’in Suriye’de Şam’a gidip dil öğrenme merakı ortaya çıkar. 16 Mayıs 2009 tarihinde Suriye’de, İslamcı örgütlerle olan ilişkisi gerekçesiyle Suriye istihbaratı tarafından gözaltına alınır. GEZENLER’in serbest bırakılması için Dışişleri devreye girer.
Abdullah PALEVİ veya Aladdin PALEVİ, Kürt kökenli ve Konya’da yaşar. Kendisi tarafından kurulan Takva Yayınları, Selefilerin propagandasını yapan kitaplar yayınlıyor. Ebu Hanzala ve Metin Ekinci gibi mevcut sisteme karşıdırlar. “Müslümanlar, devletin mahkemelerine gitmeli midir?” sorusuna şu yanıtı verir: “Müslüman bir kimse elindeki tüm imkânları kullanarak bu mahkemelere muhakeme olmaktan kaçınmalıdır.”
Bir başka grubunun temsilcisi olan Alparslan KUYTUL, 1965 yılında Adana’da doğmuş. Çukurova Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirir ve daha sonra Mısır’ın El-Ezher Üniversitesinde ‘İslam Hukuku’ üzerine eğitim yapar. Örgütsel faaliyetlerini Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfı, Furkan Derneği ve Furkan Nesil Dergisi üzerinde yürütmektedir.
El Kaide’nin Sinagoglar saldırısında yer alan Azad EKİNCİ’nin abisi olan Metin EKİNCİ. Suriye’de El Kaide adına yürüttüğü savaşta yaşamını yetiren Metin EKİNCİ’nin Bingöl’de kurduğu İlim Derneği, Selefilerin faaliyet merkezlerinden biri olarak işlev görüyordu. Ayrıca Bingöl’deki medreselerde binlerle ifade edilen çocuk El Kaide/El Nusra ve IŞİD felsefesine göre eğitiliyor. Cihat için Suriye’de savaşmak gerektiğini belirten El Kaide çizgisindeki Ebu HANZALA’nın veya gerçek ismiyle Halis BAYANCUK’un kökü Kürt illerindedir. Hizbullah davasında yargılanıp ömür boyu ceza alan ve ilginç bir şekilde serbest bırakılan Hacı Bayancuk’un oğlu Halis Bayancuk (Ebu-Hanzala) IŞİD militanı olarak yargılandı ve serbest bırakıldı. (Daha sonra Hanzala ile IŞİD arasında bir ihtilaf olduğu da öne sürüldü.) Bir video kaydında İslam’da esir alınan birinin yakılmasının caiz olduğunu belirtmesi, IŞİD’in iki Türk askerini yakmasının ardından yeniden gündeme geldi.
Devletin bilgisi ve örtük onayı ile faaliyet yürüten Selefi kökenli El Nusra ve IŞİD’e yakın oldukları bilinen bu örgütler Türkiye’nin hemen her ilinde örgütlenmektedirler. İslamcılaşma eğilimi oldukça güçlenmiş toplumun, söz konusu Radikal İslamcı Örgütler için doğal bir taban oluşturduğu açıktır. Bu nedenle Radikal İslamcı Örgütlerin Türkiye’de eylem yapması için özel olarak dışarıda militan getirmesine gerek yoktur. Türkiye’deki örgütsel yapıları ve oluşturdukları taban, bu tür eylemler için son derece uygundur. Türkiye toplumunun sosyo-politik dünyasındaki değişimin boyutları dikkate alınmadan toplumun yaşam tarzına neden müdahale edildiği yeterince bilince çıkartılamaz.
Katliama davet yayınları
Dikkat çeken önemli bir başka nokta da, Reina isimli gece kulübünde gerçekleştirilen katliamdan önce, İslamcı ve devlete yakın basının Noel kutlamalarını ve yılbaşı etkinliklerini hedef alan çok kapsamlı yayınlar yapmalarıdır. Bunlardan birkaçını sıralarsak;
Suriye’deki radikal İslamcı örgütlerle yakınlığı bilinen Yeni Şafak gazetesinin muhabiri Yılmaz Bilgen’in yılbaşı kutlamalarının başlamasından önce attığı tweet’te yer alan bir görselde Noel Baba kılığında İslamcı bir savaşçı belinde kaleşnikof tüfek omzunda roketatarla Noel Baba’yı hedef alıyor. Yılbaşı gecesi İstanbul’da Reina’ya Noel Baba kılığına giren bir cihatçı da elinde kaleşnikofla bir katliam gerçekleştiriyor.
Milli Gazete ise yılbaşı kutlamaları için 31 Aralık sabahı “Bu uyarı son uyarı” manşetini attı ve ayın gün gece yarısı Reina katliamı yapıldı. Diyanetin hazırladığı Cuma hutbesinde yılbaşı eğlencelerini hedefleyen açıklamalar yapıldı: “Unutmayalım ki ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış̧ gayesini unutarak değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayri meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz… Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin.”
Nazilli’de Alperen Ocakları üyesi efe kıyafeti giyen bir grup genç, 28 Aralık’ta Belediye Meydanı’nda temsili bir oyunla Noel Baba’ya önce saldırıyor sonra da başına silah dayıyorlar. Alperen Ocakları Aydın İl Başkanı Burak Yaşar eylemin ardından yaptığı açıklamada, “Tamamen Hıristiyan adetlerince Noel kutlanmasının karşısında olduğumuzu, bizim kendi manevi olarak, milli olarak bayramlarımızın nasıl kutlanması gerektiğini hatırlatmak amaçlı böyle bir organizasyon düzenledik.”
Bayram Zilan’ın sunduğu ‘Kitabın Ortasından’ isimli programda konuşan Milat Gazetesi yazarı Serdar Arseven, “Yılbaşına sonuna kadar karşıyız. Yılbaşı kutlamaları, yılbaşında içki içilmesi sonuna kadar kumardır. Biz bununla sonuna kadar mücadele edeceğiz. Kim ortalığı havaya kaldırırsa, uçurursa uçursun” dedi.
Çok net olarak ifade etmek gerekirse: Bir süredir yapılan yayınlarla Reina gece kulübünde gerçekleştirilen bu katliamı teşvik ettiler ve yönlendirdiler. Adalet Bakanı Bozdağ ise, katliamı teşvik edenlerden Twitter atmamaları ricasında bulunuyor.
Bu özet verilerden yola çıkarak iktidara birkaç soru sormak gerekiyor:
Olağanüstü Hal rejimi uygulanıyor. Muhalif olan binlerce dernek kapatıldı. Yukarıda adı geçenler tarafından yönetilen dernekler veya kurumlar kapatılacak mı? El Kaide/El Nusra ve IŞİD örgütlenmesinin altyapısını oluşturan Selefi kökenli örgütlenmeler hakkında yürütülen bir soruşturma var mı?
Muhalif gazeteciler, yaptıkları eleştirilerden dolayı bir anda bütünüyle birbirinden farklı olan ‘terör’ örgütlerinin propagandası yapmaktan tutuklanırken, aynı şekilde hem IŞİD ve El Nusra gibi örgütlere destek sunan ve katliamı teşvik eden yayın kuruluşların kapatılması kararı alınacak mı? Katliamı çok açıkça savunan ve teşvik eden ‘gazeteciler’ hakkında herhangi bir işlem yapılacak mı?
Muhalifler genelde Twitter’da yaptıkları açıklamalar gerekçe gösterilerek gözaltına alınıyor. Şimdi gece kulübündeki katliamı övenler, destekleyenler hakkında bir soruşturma yapılacak mı?
Türkiye’de yapısal bir değişim yaşanmaz ve gerekli önlemler alınmazsa, IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlerin militan yetiştirme merkezinin Türkiye olacağı unutulmamalıdır.
Toplumsal çatışmayı derinleştirecek bu tür saldırıların önü alınmazsa, çok açıktır ki, önümüzdeki süreçte tahmin edilenden çok daha karmaşık ve iç savaşı tetikleyecek katliamlar zemin hazırlar. Bugün Noel kutlamalarına veya yılbaşı gecelerine saldıranlar, yarın Kiliselere saldırabilir.
Alevi inancını meşru görmeyip hakaret edip tehdit edenler, Alevilerin ibadetlerini yerine getirdikleri Cemevlerine saldırabilir. Alevi toplumunu saldırıların hedefine koyabilirler.
Gece kulübüne yönelik yapılan saldırıyı teşvik edenler, destekleyenler, meşru görenler hakkında gerekli işlemler yapılmaz, olası bir toplumsal çatışmayı örgütleyecek radikal İslamcı örgütlere karşı gerekli hukuksal ve idari önlemler alınmazsa, yarın çok daha büyük katliamlarla karşı karşıya kalınır. O zaman ok yaydan çıkmış olur. Hiç kimsenin beklemediği toplumsal gelişmeler yaşanır.
Saldırıların önünün alınmasının önceliği toplumun iç dinamiklerini canlı tutmak ve toplumsal örgütlenmeyi oluşturmaktır. Halkların dini temelde birbirine düşman edilmesi sadece sistemin güçlenmesine hizmet eder.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye toplumu gerekli sosyo-psikolojik duyarlılığı gösterecek ve halklar arasındaki çatışmaya destek vermeyecektir.