Yerel seçimler Türkiye’de siyasetin parametresini radikal bir biçimde değiştirdi. 22 yıldır iktidarını sürdüren AKP ilk kez ikinci parti durumuna düştü. Ana muhalefet partisi CHP birinci parti oldu. TBMM’nin mevcut oluşumu halkın iradesini yansıtmıyor. Parlamentonun halkın iradesini yansıtmaması durumunda demokrasilerde yapılması gereken erken bir seçime giderek halkın desteğine sahip yeni bir parlamentonun kurulmasıdır. Nasıl ki Fransa’da Macron bunu yaptı.
Yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı olduğu, genel seçimlerde halkın devleti yönetme yetkisini AKP-MHP ittifakına verdiği argümanı doğru değildir. Seçimin konusu ne olursa olsun seçim sandığı halk iradesinin somutlaştığı yerdir. Demokrasi iddiası olan her iktidar bu iradeye saygı göstermelidir. AB Parlamentosu seçimleri de Fransa’da iktidarı ve parlamentoyu etkilememişti.
1978’de Ecevit hükümeti kurulduktan sonra yapılan senato seçimleri ve ara seçimler, parlamento aritmetiğinde önemli bir değişiklik yapmasa bile CHP’nin muhalefete karşı zemin kaybettiğini gösterdiğinden Ecevit hükümeti istifa etmişti.
Türkiye’de erken seçim kararı almak için 360 milletvekiline gereksinim var. Muhalefetin bu sayıya ulaşma olanağı yok. O zaman Ecevit’in yaptığı gibi Cumhurbaşkanı’nın istifası ve seçimlerin yenilenmesi, demokratik bir davranış olurdu. Ancak tek adam partisi olduğu için kurumsallaşmamış, varlığını iktidarda kalmaya bağlamış AKP’nin kendi rızasıyla iktidarı bırakması beklenemez. Bu durum karşısında toplumsal muhalefetin ve muhalefetteki siyasal partilerin sürekli olarak Türkiye’nin, halkın desteğine sahip olmayan bir azınlık iktidarı tarafından yönetildiğini vurgulamaları, iktidarın meşruiyetini sorgulamaları gerekir. Muhalefetin bu söylemi yaygınlaştırması, iktidarı frenleyecek, toplumdan rıza almasını güçleştirecek, muhalefetin elini güçlendirecektir.
Yerel seçim sonrası siyasetteki bir başka parametre değişikliği, Türkiye’de iktidarın ikili bir yapıya dönüşmüş olması. Yerel seçimlerle makro düzeydeki merkezi iktidar yanında mikro düzeyde yerel iktidar doğdu. Birbirleriyle rakip olan bu iki iktidar arasında çatışma çıkmaması olanaksız. Zaten merkezi iktidar SGK primleri gibi mali araçlarla yerel iktidarı boğma çabasında. Öte yandan yerel yönetimler, yeni bir Türkiye’nin inşasının gerçekleşeceği yer. Merkezi iktidar eski, otoriter, dinsel referanslı AKP Türkiyesi’ni, seçim sonrasındaki yerel yönetimler ise yeni Türkiye’yi, değişimi temsil ediyor. O nedenle yeni bir toplumun, yeni bir Türkiye’nin, yeni bir demokrasinin inşası yerelden başlamalı merkeze doğru genişlemeli.
Eskinin tükendiği, söyleyecek sözü kalmadığı bir dönemde, yeninin inşası büyük bir önem kazandı. Büyük halk kitleleri, kendilerini yoksullaştıran, değersizleştiren bu düzenin bir an önce sona ermesini, yeni bir düzeninin başlamasını beklemekte. Özgür Özel CHP’sinin “değişim” sloganı bu nedenle halk için bir umut ışığı oldu. Ancak bu değişim projesinin içeriği henüz açık değil. Yeninin inşasında yapılacak en büyük yanlış toplumsal tabanı olmayan bir siyasal güce, bir siyasal partiye işin bırakılmasıdır. Yeni bir Türkiye’nin inşası projesinin başarılı olması için önce yeni bir demokrasinin aşağıdan yukarıya kurulması, aşağıdakiler için ve aşağıdakilerle birlikte hazırlanması, kağıt üzerinde kalmaması, uygulamaya dönük olması en temel koşullardır.
Bu nedenle bu tür bir proje ancak halkın içinden gelen sivil toplum örgütlerinin katılmasıyla başarılı sonuç verebilir.
Bu noktada Türkiye’deki sol harekete (sol derken geniş anlamda bütün muhalif demokratik güçleri kastediyorum) önemli bir görev düşmekte. Sol cephe özgürlüğe, eşitliğe dayanan yeni bir devlet ve toplum modeliyle ortaya çıkmalıdır. Amaç iktidara gelerek mevcut iktidarın içini boşalttığı kurumları devralmak değildir. Amaç, devleti ve toplumu yeniden tanımlamak, devletin işleyişini değiştirerek halktan yana, halkın yönetime katıldığı, halkın egemen olduğu bir devlete dönüştürmek olmalıdır. Bu amacı gerçekleştirecek yeni kurumlar kurulmalı, mevcut kurumlar değiştirilmelidir.
Solun böyle bir alternatif toplum ve devlet projesiyle ortaya çıkması için sol platformların ve partilerin ideolojik farklılıklarını saklı tutarak demokrasi ve sosyalizmin asgari müşterekleri üzerinde birleşmelerine ihtiyaç var. Sol cephenin bu girişimi Türkiye’deki sola yeni bir enerji, yeni bir canlanma getirecek, sol hareketi güçlendirecek, belki de yeni bir sol birliğe yol açacaktır.
Bugün siyasal iktidarın baskıcı, otoriter tek adam rejimine karşı hak talebinde bulunan gruplara baktığımızda şunu görüyoruz:
Bir yanda birbirinden kopuk, kendi sorunlarıyla sınırlı, sorunun bütününü gözden kaçıran periferik itirazlar, çoban ateşleri. Bu çoban ateşleri örgütlenmedikleri sürece etkili olamıyorlar. Birleşik bir sol cephe bu çoban ateşlerinin örgütlenmesi bakımından da önemli bir rol oynayabilir.
Öbür yandan giderek yoksullaşan, toplumun kenarına itilen, ezilen pasif bir kitle. Bu duruma düşmelerine devletin politikalarının neden olduğunu unutarak kurtuluşu hala devlette gören çaresiz, umutsuz insanlar. Bu pasif kitleyi talepleri olan, siyasetin öznesi, değişim motoru bir “halk”a dönüştürmek için yerelde katılımcı bir demokrasi uygulamasına geçmek gerekir. Ancak halk kolektif olarak yeni bir toplum inşasının mimarı olabilir. Ancak o zaman gerçek bir demokrasiden söz edilebilir.
Bunu gerçekleştirecek olan muhaliflerin elindeki yerel yönetimler, özellikle CHP’nin elindeki büyük kent belediyeleridir. O nedenle bu konuyu CHP ile birlikte ele almak gerekecektir. Demokrasi yukardan aşağı inşa edilemez. Aşağıdan yukarı inşası için bir kültürel dönüşüme ihtiyaç var. Birleşik bir sol bu kültürel dönüşümün gerçekleşmesinde etkili olabilir. Ancak her şeyden önce yerel yönetimler aracılığıyla bu dönüşümün kanallarının açık tutulması gerekir.
Türkiye’de solun alternatif bir Türkiye projesi hazırlamasının ilk adımı olarak belirli konularda çalışma grupları kurabiliriz. Şu çalışma gruplarının kurulması akla geliyor (öncelik sırası olmadan):
- Özgürlük Çalışma Grubu: TCK, Terörle Mücadele Yasası, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası gibi yasalardaki baskıcı yasa maddelerini ayıklamak
- Hukuk Devleti Çalışma Grubu: Yargı bağımsızlığını sağlayacak, yargı kararlarının uygulanmasını güvence altına almak
- Kadın Hakları ve Çocuk Hakları Çalışma Grubu
- LGBTİ+ Çalışma Grubu
- Doğanın Korunması ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu
- Katılımcı Demokrasi ve Devletin Yapılandırılması Çalışma Grubu
- Eşit yurttaşlık: Aleviler ve başka inanç grupları
- Kürt Sorununun Barışçı Çözümü Çalışma Grubu
- Ekonomi Çalışma Grubu
Başka çalışma grupları da eklenebilir. Çalışma Grupları, sol platformlara ve bu konularda çalışan STK’ların, meslek odalarının katılımına açık olmalı. Çalışma gruplarının hazırladıkları raporlar, herkesin katıldığı büyük bir toplantıda birleştirilmeli. Nihai rapor basın ve siyasal partilerle paylaşılmalı.
DİB olarak geçmişte buna benzer çalışmalar yaptık. Ancak bu çalışma hem amaç, hem de katılımcılar bakımından farklı olacak. Amaç bu kez bir değişimin, yeni bir toplumun temel taşlarını koymak. Katılımcılar ise sadece ilgili STK’lar değil, aynı zamanda sol, sosyalist, komünist platformlar olmalı. Buradan yeni bir sol hareketin inşası çıkmalı.
Çalışma bir konferansla sona ermemeli, kalıcı bir sürece dönüşmeli. Bunun bir yolu katılan grupların temsilcilerinden oluşan bir Eşgüdüm Komitesi kurmak olabilir. Ya da her konu için ayrı bir eşgüdüm komitesi kurulur. Bu komite ya da Komiteler düzenli toplanarak hazırlanan programın uygulanmasını gözden geçirir, uygulama için atılması gereken adımlara karar verir. Bu amaçla ilgili makamlarla temasa geçer.
Türkiye’nin radikal bir dönüşüme ihtiyacı var. Bu dönüşüm sadece siyasal partilere bırakılamaz. Sivil toplumun ve özellikle solun yol kavşağında baş aktör olması, “nasıl bir demokrasi?”, “nasıl bir Türkiye?” sorularının doğru yanıtlanması bakımından önem taşımakta.