Hakan Deniz yazdı
Yemen’de Husiler’in, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkelerinin dünyaya petrol ihracında en kritik noktalardan biri dolayısıyla kırmızı çizgisi olan Aden kapılarına dayanması ise bölgede cehenneme bir kapı daha açıldı. Suudiler’in liderleğinde Mısır’ın da aralarında olduğu 10 ülkenin katıldığı operasyona ABD, AB, İsrail ve Türkiye’den de destek açıklamaları geldi. Yemen operasyonu aynı zamanda küresel hegemonya mücadelesinde oluşan kamplaşmanın net ve fiili bir şekilde ifade bulduğu cephe oldu.
Aslında Yemen operasyonunun ilk işaretleri, ülke Ortadoğu’da ABD’nin aktif oyun kurucu olarak yer aldığı Şii-Sünni geriliminin önemli bir cephesi haline gelirken Suudi Arabistan tahtının yeni sahibi Salman bin Abdulaziz’in Türkiye ve Mısır ile birlikte İran nüfuzuna karşı koalisyon oluşturma girişimleriyle verilmişti. Ortadoğu’da yoğunluklu olarak Suriye ve Irak’ta askeri ve siyasi hamlelerle ivme kazanan ve pratikte Şii-Sünni çatışması olarak kendisini gösteren hegemonya mücadelesinde, Arap Yarımadası’nın güney ucunda yer alan ve Körfez petrolünün dünya pazarlarına arzı açısından kritik bir noktada yer alan Yemen, son dönemde sıklıkla dünya gündemine geliyordu. 2011’de bölgede etkili olan Arap Baharı rüzgârı Yemen’de de esmiş, gösteriler sonucunda 30 yıldır ülkeyi yöneten Ali Abdullah Salih görevi bırakmak zorunda kalmıştı. Güneydeki ‘sosyalist’ Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti ile kuzeydeki Yemen Arap Cumhuriyeti’nin 1990’da birleşmesinden sonra devlet başkanı olan ve ABD ile bölgedeki müttefiki Suudiler tarafından da yıllarca desteklendi. Ancak despotik yönetimi, yolsuzluklar, birleşmeden sonra kuzey tarafından sömürüldüğünü düşünen güneyin hoşnutsuzluğu, kuzeyde Şiiliğin bir kolu olan Zeydi inancına sahip Husiler’in El-Kaide’ye destek verdiği yönündeki inancı bir gibi dizi etken ile 2011’de patlayan öfke, ABD nezdinde de kullanım süresi dolan Salih’in sonunu getirdi. Fakat Salih’in seçilen ve yine ABD’nin desteğini alan Mansur Hadi de Yemen’in yaralarına çare olamadı. Göreve gelirken ülkedeki tarafların talebi olan yeni anayasa sözünü yerine getirmekte ayak sürümesi, ülkede bugün yaşanan kaosun da başlangıcı oldu. Siyasi olarak Ensarullah Hareketi tarafında temsil edilen Husi militanların kuzeyden başlattığı askeri harekat önce başkent Sana’nın ele geçirilmesi, Hadi’nin istfası ve Ensarullah’ın başını çektiği yeni bir yönetimin oluşturulmasıyla sonuçlandı. Güney kentlerinden Aden’e çekilen ve Suudiler’in açıktan destek verdiği Hadi’nin istifasını geri çekmesiyle ise Yemen’de, Libya’da olduğu gibi, uluslararası hukuka göre kendisinin meşru olduğunu iddia eden iki ayrı yönetim merkezi ortaya çıktı. Güney’e doğru ilerleşiyişlerini sürdüren Husiler, Aden’le birlikte Suudi Arabistan’ın kırmızı çizgisine de dayanmış oldu.
Ülkedeki denklemde, operasyona kadar varlığını sürdüren ikili iktidarın dışında, 1990’da oluşturulan birliği dağıtarak yeniden bağımsızlık talebini dillendirmeye başlayan Güney Yemen Hareketi, son yıllarda etkinliğini artıran ve Hadi ile işbirliği içinde olduğu iddia edilen El-Kaide ile silahlı aşiretler yer alıyor. Yemen meselesi, El Kaide ve kanlı eylemlere imza atmaya başlayarak “Ben de varım” diyen IŞİD’i tehdit olarak görmeyen Batı’nın iki yüzlülüğünü de bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Öte yandan arka plandaki sebepleri ne olursa olsun açık bir şekilde mezhepsel bir görünüm arz eden savaşta Türkiye’nin destekten öte fiilen yer alabileceğini açıklamasını da, önümüzdeki süreçte farklı sonuçlar doğurabilecek bir konumlanış olarak değerlendirmek gerekiyor.