“Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın” diye güzel bir söz var. Bugün Türkiye’de 60 yaşın üstündeki emekçilerin yaşadığı tam olarak bu; gördüğünden, daha önce yaşadığından daha geri koşullarda hayatını sürdürmek.
Bu yılın başında yapılan zamla birlikte en yüksek SGK emeklisi maaşı 40 bin lira bile değil. En yüksek memur emekli maaşı 53 bin civarında, o da ancak emekli müsteşarlara. Genel Müdürler 47 bin civarında ücret alıyor.
Türk-İş’in yoksulluk sınırı olarak Mart alında açıkladığı 54.700 lira, dört kişilik bir aile için geçerli. Emeklilerin çocuklarının olmaması ihtimali yüksek. Yine de, sabit masrafları hesaba katarsak iki kişi için yoksulluk sınırı 40 bin lira civarındadır. Yine Türk-İş, tek kişi için yaşama maliyetini 21.831 lira olarak hesaplamış.
Bu rakamlar bize şunu gösteriyor; en yüksek maaşı alan bir emekli dahi, özellikle eşiyle yaşıyorsa ve eşinin bir geliri yoksa ancak yoksulluk sınırında bir hayat sürebilir. Emekliliğinde yüksek maaş aldığına göre aktif çalışırken de yüksek ücret almıştır, onunla bir ev almayı başardıysa hiç olmazsa kira ödemiyordur, inşallah diyelim.
Aktif çalışma sırasında insanın daha fazla masrafı olur, ayrıca çoğu insan hayatının o yıllarında çocukların sorumluluğunu taşır. Emeklilik insanın daha az parayla aynı hayatı sürülebileceği bir dönem. ama bu mümkün değil. Üstelik emekliler için çalışarak yoksulluklarını bir nebze azaltmak çok zor. Beyaz yaka işler bulmak neredeyse imkânsız, mavi yakalılarsa düşük ücretle ve zor şartlarda çalışmak zorunda kalıyor.
Pazarlar dağılırken atılmış sebzeleri, meyveleri seçen, marketlerde indirim reyonlarında peynirin, yoğurdun ucuzunu arayan, üstleri başları eski, kendilerine mikrofon uzatıldığında ağızlarına geleni söyleyen yaşlılar; yaşama sevinçleri, korkacakları bir şey kalmayacak kadar azalmış.
Ama mesele sadece ücret değil
Dizlerinden şikayet eden yaşlılara rastlamışsınızdır. Eklem sorunları, belli bir yaşın üzerinde olanlarda yaygın. bunun için bir hekime göründüğünüzde bazı gıda takviyeleri öneriyor. Bu takviyeler kısa bir süre içinde eklemleri rahatlatıyor, insanın yaşam kalitesini artırıyor. Ama bu takviyelerin en ucuzu bile pahalı ve SGK kapsamı dışında; git gide daha fazla ilaç SGK kapsamı dışında. yani kendi paranızla satın almak zorundasınız! Benzer bir şey, menopoz sonrası ortaya çıkabilen kemik erimesiyle ilgili. Onun için kullanılması gereken takviye de pahalı ve SGK karşılamıyor!
Dişleri eksik yaşlıları görüyorsunuzdur. Çünkü SGK diş tedavilerinin de çok çok küçük bir bölümünü karşılıyor.
Yaş ilerledikçe sağlık sorunlarının ortaya çıkması olağan. Bir emekli, diyelim ki, hastaneden randevu almayı başardı, kendisine önerilen tedavinin masrafını nasıl karşılayacak? Sağlık hizmetlerinin git gide daha zor ulaşılır ve pahalı hale gelmesi tabii ki en fazla yaşlıları etkiliyor.
Şehiriçi ulaşımın ücretsiz ya da indirimli olması gayet güzel ama bunun başka hizmetler için de yaygınlaşması mümkün.
Devletin emeklilere sunması gereken başka hizmetler de var; örneğin ömürlerinin son yıllarını mutlu geçirebilecekleri huzurevleri.
Bunlar neden gündemleşmiyor?
Bu konuda birkaç nokta belirleyici bence. Bunlardan ilki, emekçinin bir tür üretim aracı olarak görülmesi ve dolayısıyla çalışmaz hale geldiğinde toplumun atığı gibi algılanması. Kendisini muhalif olarak tanımlayan çok fazla insan dahi emeklileri devletin “sırtındaki yük” olarak görüyor. Bu bakış açısı, kendilerinin de ödediği sigorta primleriyle emekli maaşı arasındaki bağı dahi kuramadığı ve kendilerinin de yaşlanacağını akıl edemediği için aptalca. ama “ben” ve “bu an” odaklı düşünce çok yaygın ve kolektif düşünmenin ve hareket etmenin önünde engel. Yaygın muhalif söylemde emeklilerin ve yaşlı yoksulluğunun hak ettiği yeri bulamamasının da bir sebebi.
İkincisi, emeklilerin emek hareketinin parçası olarak görülmemesi. Bunun bir sebebi, emeklilerin maaşının ve haklarının işveren değil devlet tarafından sağlanması. Ama sendikaların yapısı ağırlıklı olarak patronlara karşı mücadele etmek üzere şekillenmiş. Oysa her türlü ekonomik mücadelenin siyasal ayağının da olması gerekiyor. Siyaset deyince kendimiz için oy istemeyi anlamayıp taleplerimizin benimsenmesini anlarsak tabii. Nitekim emeklilerin çaresiz olmadığını, devleti yöneten iktidara karşı oylarını bir araç olarak kullanabildiklerini gördük.
Burada, başarıyla sonuçlanan emeklilikte yaşa takılanların mücadelesini anmak gerek. Bu insanlar o yaşta çalışmamak istediklerinden değil, kıdemleri dolayısıyla yüksek ücret aldıkları için işten çıkarıldıkları, o yaşta iş bulmakta zorlandıkları, aldıkları ücret yetmediği için emekli olma hakkını talep etti.
İktidar oylarını almak için bu hakkı tanıdığında, bütçeyi hesaba katmamış olmalı ki emekliler, memurlardan daha düşük zam aldı. (bunda iktidarın memurları kendi “elemanı” olarak görmesinin etkisi de var). Onların bir kısmı şimdiden, hâlâ çalışabilenler yakın gelecekte, yoksul yaşlılar ordusuna katılacak.
Yaşlı yoksulluğunun bütün toplumu etkileyen sonuçları var. Aile ilişkileri güçlü olduğu için, emekli yoksulluğu emekçileri de etkiliyor çünkü birçok kişi anne-babasının bütçesine katkıda bulunuyor.
Mesele yaşlılığın toplumun dışında bir olgu olmayıp herkesin geleceği olduğunun anlaşılması. Üstelik, bir ev sahibi olmanın bile git gide daha az emekçinin harcı olduğu günümüzde yaşlılar için elde ettiğimiz her hak aslında emeğin geleceğini de belirleyecek.