Murat UTKUCU yazdı- Neoliberal Tıp, virüsler aleminin hakkından gelecek bilgiye değil mesela “vücut kremlerine”, ereksiyon haplarına, saç çıkarma jellerine yatırım yapmayı tercih edecekti elbette. İlaç şirketleri mutasyona uğrayacak bir virüs eskisi ile neden uğraşsın ki?
Neoliberalizm Çağında Coronal Kötülük Nasıl Uç Verdi?
İhtiyârlara Neden Bu Düzende Yer Yok!
(1)
Logan’ın Kaçışı! Bu bir film. Ve eğer adını duyar duymaz hafızanız sizi çocukluğunuza ve ya da gençlik yıllarınıza döndürdüyse biliyorsunuz ki Corona virüsün ölüm dairesi içindesiniz artık. Yani yarım yüzyılı devirip, hayat yolunu yokuş aşağı inmeye başlayalı epey oldu sizin için.
Film, 1976 yılında vizyona girer. Bir roman uyarlamasıdır. Dış tehlikelerden korunmak için kubbeler altına alınmış kapalı bir şehirde başlar hikâye. Hemen her şeyin mükemmel olduğu bir şehir devletidir burası. Yıl 2274. Lakin sıfır sorun, sanat ve siyasetin de sıfırlandığı bir yok ülke değil midir? Ne böyle bir ülke ne de hayat var lakin! Bu yüzden bizim Ütopik Şehrimizin de küçük bir kusuru mevcut: Şehir halkı, otuz yaşına geldiğinde görkemli bir ritüel ile, yeniden doğmak üzere güle oynaya öldürülür. Yani bu şehirde otuz bir yaşını gören vaki değil! Bir tür nüfus planlaması yapılmış ve buna ikna etmek için bir masal icat edilmiş. Şehir sakinleri külliyen bu masala iman ediyor. Tanıdık geldi değil mi? “Ne saçma!” demeyin. Şu dünyada, milyarların ne “saçmalık”lara inandığına bir bakın. Zaten sanat, toplumsalı işaret etmez mi?
Seksenli yılların başında TRT’de aynı adla dizi olarak oynarken bir sahne hatırlıyorum: Logan, Şehir Devleti’ni yöneten Kurul’un merkezini bulur ve üyeler ile karşılaşır. Çok şaşırır, çünkü üyelerin yüzlerinde yarık ve çizgiler vardır. “Acıyor mu?” diye sorar. Oysa o üyeler yaralı değil yaşlıdır sadece ve Logan hayatında ilk kez yaşlı görmektedir. Şehirdeki ütopik düzenin devamı için otuz yaşına gelen insanları, merasim düzeninde lazerle yakıp kül eden bir sistem yine de birilerine iltimas geçmeyi ihmal etmemiş anlayacağınız. Bu da çok tanıdık gelmiş olmalı.
Ütopya-Distopya düalizmi, hayâl ile kâbus arasındaki gelgitli ilişkiye çağırır bizi. Ütopya olarak sunulan evin açık kapısından karabasanlar girebilir. Distopya ise imkânlar kapısını aralayabilir. O hikâyede, Kubbeler Şehri’nin yaşaması için insanların öldürülmesi gerekiyor. Başka bir seçenek, sistemi aksatabilir. İddia, bu! Ve bu zorunlu ecel, bir tür şahsi eskatolojik hikâye ile kitle bilincine yediriliyor. Sahiden zorunluluk mu bu? Tamam: Sorun gerçek. Kubbeler altında yaşayabilecek insan sayısı her halde sınırlı. Ki burjuva iktisadın klasik tanımına da uyar bu durum: Sınırsız ihtiyaç-sınırlı kaynak gerilimi! Peki, başka bir çözüm, bir başka sistem, bir başka yol? Elbette mümkün! Ama bunun için, ideoloji-devlet-iktidar-hiyerarşi ve biraz da sınıf çalışmamız gerek. Bir de özgür akıl… Önce kütüphaneye sonra Kubbeli Şehrin meydanlarına gidelim anlamında değil. Bu ikisi birlikte çalışır. Otuz yaşında ölenlerin küller mezarlığından başka bir yere gitmediklerini anlatarak öncelikle.
Şu satırların yazıldığı anda dünya, bir predistopik evrede. İnsanlık hafızasına çoktan kaydedilmiş Wuhan diye bir şehirden çıkan virüs dünyanın tozunu atıyor. Küresel ekonominin nefesi, ilk kez bu denli kesildi. Boğulma hali devam edeceğe benziyor. Daha üç ay öncesine kadar Çin’den gelen sıfır toleranslı karantina haberlerini şaşırarak izliyor, lakin yılanın kuyruğunun bize kadar ulaşamayacağını umuyorduk. Nasıl olsa bir hâl çaresi bulurdu Bayer, Roche, Novartis, Pfizer! Ultra teknolojik dünyayı bir virüs mü alt edecekti? Hadi canım!
Ve dünyalılar, gün be gün milim milim yaklaştığını gördü salgının kendilerine. Ve nihayet şehirlerini işgal ettiğinde ölüm korkusu, o devasa kulelerden aşağıya kibirli muktedir bakışlarını yönelten medikal şirketlerin “canı bile olmayan virüs karşısında” nasıl hazırlıksız yakalandıklarına tanık oldu herkes. Çünkü sağlık, insana değil piyasaya endeksliydi. Yani arz talep dengesi ve kâra! Neoliberal Tıp, virüsler aleminin hakkından gelecek bilgiye değil mesela “vücut kremlerine”(1[1]) ereksiyon haplarına, saç çıkarma jellerine yatırım yapmayı tercih edecekti elbette. İlaç şirketleri mutasyona uğrayacak bir virüs eskisi ile neden uğraşsın ki? Piyasanın ruhuna da, görünmez eline de saygısızlık bu! Oysa otuz yılda benzer ne çok salgın gelip geçmişti. Bu tehdit, öngörülebilirdi. Lakin öngörüler için laboratuvar kapatmak! İşte bu neoliberalizmin ruhuna aykırıydı. Şimdi, bir virüs parçası, kapitalizme diz çöktürüyordu ve bunun sebebi ne tuhaf ki sistemin yine kendisiydi. Hani şu dokunulmaz hikmetinden sual olunmaz görünmez elin!
İktisadî kötülük
Kapitalist iktisat; kötülük olsun diye yapmaz hiçbir “kötülüğü”. Ama sonuçta açığa çıkan işte şu pandemik kötülük olur. Bireysel çıkarların toplamı sosyal çıkara denktir bu teze göre. Lakin bu mümkün değil. Çünkü tek tek egoizmlerin toplamı herkesi tatmin edecek toplumsal egoizme tekabül etmez. Sistem bunu bilir ve ömrünü sürdürmek için sayısız kurumla bireysel çıkarı (şirket, sermaye) kontrol altına almaya çalışır. Sınıflı toplumda eşit bireylerden oluşan toplum bir hayâl. Dolayısıyla sözü edilen kontrol, “son tahlilde” sınıf mücadelesine bağlı. Lakin sistem, şansı devrim tehlikesine bırakmaz ve iç çatışmaları dengelemek için bir takım kontrol mekanizmaları koyar. ÇED raporu bunun için vardır mesela. 1/1000 ölçekli imar planları da. Vergi oranlarındaki gelir ayarlamaları da. Bağımsız denetim firmaları da. Bu kontrolün siyasi karşılığı mesela sosyal devlettir. Son elli yılda arkaik bir terime dönüşen kavram yani. Sosyalizmin büyük ricatı ile sol, şimdilik dükkanı kapatıp gidince sisteme de düğün dernek rahatlığı geldi. Görünmez El’in üç yüz yılda kurumsallaştırdığı kural kaide ne varsa oyuncak edildi. Öyle ki saygıdan karşısında düğme iliklenen o dev bağımsız denetim firmaları, 2008 Krizi’nde basit birer üçkaatçı olarak suçüstü yakalandılar. Amerikan yoksulunun sigorta fonlarındaki milyarca dolarlık parası pervasızca pul edildi. Bu gözükaralığın bir sebebi vardı elbette. Sistemin kodamanları siyaseten hiçbir şeyden korkmuyorlardı artık. Özellikle devrimden.
Neoliberalizm, sadece küresel sermayenin çıkarlarını savunan açgözlü, mirasyedi dandy bir emek karşıtı siyaset değil aynı zamanda orijinalinden çok daha ahlaksız bir sistem olarak yükselecekti. Kendi ahlakını tanımayan bir ahlak! Uluslararası etik değerler sistemi bu kuralsızlığın sistemde yarattığı tahribata karşı bir önlem olarak 2008 Krizi’nde icat edilecekti mesela…
Malum! Etik ile Kötülük asında bir ilişki var; kaybolduğunda, ortam kötülükle enfekte olmak üzeredir. Bireyseldir etik, lakin bireyci değil. Ötekinin hak ve hukukunu hatırlatır. Bir arada yaşama kılavuzudur. Kendini dayatma değil. Bu nedenle kolektif değerlere inanç talep eder. İyilik adına ister bunu.
Kişisel çıkarlar “realize edildiğinde” refah, teknoloji ve mutluluk geleceğini öngörür kapitalizm. İnsanlar, yoksulluk içinde kıvransın, kanserden ölsün diye Adam Smith oturup Ulusların Zenginliği’ni yazmış olamaz değil mi? Lakin bize yerçekimi kadar karşı koyulamaz olduğu anlatılan iktisadi sistem, düpedüz kötülüğe çağrı mesajlarıyla doludur. Sosyalist Sistem’in tasfiye olacağının anlaşıldığı ve devrim dalgasının çekildiği 1973’ten bu yana neoliberalizmin tahakkümündeki dünya kötülükle boğuşuyor.
Sağlık, eğitim, barınma, beslenme, hak ve özgürlükler çalışma ve boş zaman… Sorunlar makro, lakin çözüm hep mikro. O da mümkünse… Kapitalizm küresel lakin kararlar yerel. Yani boyut farkı var. Sermayenin yeniden üretim süreci tamamen küresel lakin Afrika’daki su sorununu çözmek için kaynak transfer etmek, çocuk işçiliği engellemek için şirketleri hizaya çekmek irrasyonel. Kötülük, işte burada.
Milton Friedman kötü müdür? “Bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur!” diyerek Amerikan devlet okullarındaki standart talebe tabldotuna göz dikmiş biri, kötüdür. Sahiden bu yemek, kamusal bütçeye zarar yazabilir. Lakin bilançodaki zarar satırı, milyonlarca gencin öğün kârıdır. Demek ki muhasebe tek başına iyi değildir. Aslında iktisat da hatta matematik de! İyi ve kötü de tuhaf gelecek ama ideolojiktir. Thatcher da, bakanlığı döneminde çocuklara bedava süt dağıtımına son vermiş bir kötüdür. Kraliçe onu ve ailesini soylulukla taltif etmiştir hizmetlerine karşılık ama! Süt Hırsızı Barones! Profesör Aydın Yalçın SBF derslerinde dogmatik bir liberal olarak şöyle haykırırdı. “Nefsine hâkim olamayıp hamile kalmış bir genç kızın veledine devlet bakmak zorunda mı? Değil Efendim!” Hoca da haklıydı aslında: “Vaziyeti olmayanın gayrimeşru çocuk yapması gayri iktisadidir. Çünkü vergi mükelleflerine yüktür. Cemiyet, vergi verenler ile vermeyenlerden mürekkeptir. İnsan olmak için önce vergi vermek gerekir.” Görüldüğü üzere “Vergi Hukuku” da kötü olabilir. Hatta bilim de!
Oysa devlet bütçesinde süt ve öğün yardımının payı ne olabilir ki? Kaç genç kız “babasız” çocuk doğurmaktadır mesela? Hatırlatalım: Amerika ve Britanya’dan söz ediyoruz burada. Fakat Neoliberalizm’in bu üç atlısı da kendi zaviyelerinden haklıdır. Ücretsiz olan, gayri iktisadi ve gayri medenidir. Para ile ilişkilendirilmeyen hiçbir şeyin değeri yoktur. Dolayısıyla değerli de olamaz. Böyle talebi olanlar toplum zararlısıdır, dolayısıyla çöptür. Bu arada dikkat ettiniz mi? Tartışma konusu olan harcama kalemlerinin tutarı devede kulak! Ama mesele para değil. Simgesel bir itiraz var ortada. Pinochet’lerin zamanıdır artık. Topluma ayar çekme vakti gelmiş. En meşru, en haklı kamu hizmetleri hedefe konuyor. Bunun için ise toplumu irrite edecek en hassas karına bıçak sallıyor Neoliberal. Kendine güveni tam. Bu konuda haklı olduğu sonra ortaya çıkacak.
Friedman, Thatcher ve Aydın Yalçın; “Sosyal Devlet” düşmanıydılar. Ömürlerinin sonuna kadar nefretlerini korudular. Emek ve Sol Değerlerin düşmanı olarak son nefeslerini verdiler. İyilik gibi bir dertleri var mıydı bilinmez ama aç talebelere yoksul bebeklere kötülük ettiler. Bunu da iktisat bilimi ve devlet bütçesi adına yaptılar. Onlar tüm kaynakların ekonomik açıdan en verimli şekilde kullanıldığı bir iktisadi sistem savunuyorlardı. Sınıf ve sömürü siyaseti, artı değer sömürüsü, kaynak transferi, sağlık ve eğitimde eşitlik vesaire teorilerinde yer almıyordu. Kapitalizmde yaratılan inanılmaz büyük değerlerin en temel insani ihtiyaçlar için kullanılması onların defterinde hiç olmadı.
(Devam edecek…)
[1] https://www.youtube.com/watch?v=sw4iKde8X2o