Ekim ayında yitirdiğimiz Necdet Adalı, Hikmet Kıvılcımlı, Che Guevara ve adlarını sayamadığımız diğer devrimcilerin anısına Hasan KUL yazdı
Bıyıkları henüz terlememiş gençlerdik. Köylüydük, kasabalıydık, bazılarımız kentliydi. Dünyada Fransa’da başlayan 68 İsyanı dalga dalga tüm dünyada yayılıyordu. Bu isyanda dile getirilen görüşler, itirazlar, çözüm önerileri var olan sistemin gerici, yoz, artık miadını doldurmuş bir sistem olduğunu vurguluyor ve daha güzel, insanca yaşanacak bir dünyayı öneriyordu. Enternasyonalisttik, yüreğimiz bir yandan Filistin bir yandan Vietnam, bir yandan da dünyanın ezilen halkları için atıyordu. Sloganlarımız “Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye”, yanında “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi ve Yaşasın Halkların Kardeşliği” idi.
Ülkemizde 61 Anayasasının açtığı alan ile o zamana kadarki devrimci deneyimlerimizle önce Türkiye İşçi Partisi kurulmuş ardından DİSK işçi sınıfını örgütlemeye başlamıştı. Gençlik/Dev-Genç olarak bize düşen görev işçi sınıfı örgütleriyle birlikte hareket etmekti, öyle yaptık. İşçi sınıfının en şanlı eylemi diyebileceğimiz 15-16 Haziran eyleminde görev aldık. Tütün, pamuk, fındık, pancar üreticilerinin eylemlerini örgütledik. Trakya’da, Malatya’da topraksız köylü eylemlerinde görev aldık. Ülkemizi bir sömürge gibi gören emperyalizmin askerlerini Dolmabahçe’de denize döktük. 6. Filoyu secde edenler Taksim’de Kanlı Pazar’da, 77’de 1 Mayıs’ta yoldaşlarımıza saldırdılar, yılmadık.
Yükselen toplumsal muhalefet karşısında köşeye sıkışan muktedirler, 12 Mart Muhtırasıyla bu mücadelenin önünü kesmeye çalıştılar ve bu süreçte onlarca arkadaşımızı, yoldaşımızı kimilerini idam sehpalarında kimilerini de özel harp yöntemleriyle hayattan kopardılar. Ancak bu saldırılar mücadele azmimizi kırmak şöyle dursun, idam sehpalarında haykırılan “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının kardeşliği” sloganı dalga dalga yayıldı, rehberimiz oldu. 70-80 arasında devrimci mücadeleyi üstlenen yoldaşlarımız büyük acılar yaşadılar/yaşadık. Yüzlerce devrimci, aydın, bilim insanı kont-gerillanın yöntemleriyle hayattan koparıldı. Binlerce yoldaşımız ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Devrimci mücadelemizin öncülerinden sevgili Hikmet Kıvılcımlı 11 Ekim 71’de, Behice Boran ise, 10 Ekim 87’de aramızdan ayrıldılar.
Kapitalist sistem krizleriyle işlemez hale gelmiş ve yerli işbirlikçileri krizden çıkışı 24 Ocak kararları, ardından da 12 Eylül 80 askeri darbesiyle tüm devrimci-demokrat dinamikleri yok ederek aşma yoluna gitti. Devrimcileri bir kez daha işkence, kıyım, sürgün ve mücadele bekliyordu. Aramızdan yoldaşımız Necdet Adalı’yı aldı faşizm. 12 Eylül öncesinde hiç ilgisi olmayan bir olay nedeniyle gözaltına alınıp yargılanan yoldaşımız 7 Ekim 1980’de idam sehpasına çıkarıldı. Yoldaşımız annesine yazdığı mektupta “Beni ölüm değil, kavgadan erken kopmak üzüyor” demişti.
89’da reel sosyalist uygulamalar çökmüş, Kapitalist sistem savunucuları neredeyse zil takıp oynamışlardı: “Sosyalizm çöktü artık tek kutuplu bir dünya var, kapitalizm her derde devadır” diye. Ancak dünyada ne eşitsizlik, ne emek sömürüsü yok olmuş ne de sınıflar ortadan kalkmıştı. Nitekim bir burjuva iktisatçısı, kapitalizmin çözülmeyen krizleri karşısında “Marx’ın hayali Avrupa’nın üzerinde dolaşıyor” diyerek hem kapitalist sistemin çıkmazını işaret etmiş hem de kurtuluşun sosyalizmde olduğunu utangaç bir biçimde dile getirmişti.
Ülkemizde de sınıfsal çelişkiler artarak sürüyor, 12 Eylül’ün açtığı alanda örgütlenen İslami soslu faşizm ötekileştirdiği halklar başta olmak üzere tüm emekçi sınıf ve tabakalara ve onların yanında saf tutan devrimcilere karşı amansız bir saldırı içindeydi. 13 yıldır tek başına iktidar olan parti 7 Haziran 2015 seçimleriyle ilk kez azınlığa düşmüş ve yapılan seçimleri geçersiz sayarak 1 Kasım’da seçim kararı almıştı. Plan belliydi, ülkede şiddetin dozu artırılacak, kitleler yıldırılacak ve iktidar tekrar ele geçirilecekti.
İşaret fişeği Ceylanpınar’da 2 polisin şüpheli biçimde öldürülmesi ile çakıldı ve ardından Suruç’ta Kobaneli çocuklara oyuncak götürmek isteyen sosyalist gençlere bir İŞİD militanıyla saldırıp 34 barışçı gencin öldürülmesiyle daha büyük katliamların sırada olduğu haberi veriliyordu. Nitekim beklenen olay 10 Ekim 2015’te Ankara’da Gar Meydanı’nda Barış Mitingine katılmak için gelen onbinlerce “Barış isteyen insan”ın arasında iki IŞİD militanı tarafından patlatılan bombalarla gerçekleşti. Zamanın Başbakan’ının “Patlamadan sonra oylarımız %7 arttı” dediği katliamda en küçüğü 12 yaşında 103 canımızı kaybettik.
Biz devrimciler, 9 Ekim 67’de katledilen Che Guevera’dan, 10 Ekim’de yitirdiğimiz “Barış Elçi” lerine kadar tüm “Güzel İnsan”lara “Devrim” sözü verdik. Devrimci bir dayanışma içinde birliğimizi örgütlülüğe dönüştürerek, her türlü ayrımcılığa, eşitsizliğe karşı çıkarak bu sözümüzü yerine getireceğiz. Sözü dilimizin büyük ustası Nazım’ın dizeleriyle bağlayalım. “Akın var güneşe akın/ Güneşin zaptı yakın”