Tunahan GÖZLÜGÖL yazdı – Dolar ile ilgilenmeyen Ekonomi Bakanı’ndan ticarethanesi olan Milli Eğitim Bakanı’na kadar devlet bir tiyatro sahnesinin yapay süslerinden öte gitmiyor. Bunun karşısında ise elbette yaşam savunucuları çoklu krize direniyor ve etkin çözümler için tartışıyor.
Birçok sorun gittikçe bunalan yaşam koşullarında var oluyor, büyüyor ve hatta yok ediyor. Aldığımız her nefesin hesabını rektörüne, patronuna, müdürüne, ebeveynine verme gereği ile her alanın politik anlamını yeniden tartışmadan kurgular üretiliyor. Bu kurgular öznelerin ve onların pratiği ile teorisine uzak üstten kurgular oluyor ve bundan dolayı da alttan gelen sesi es geçiyor. Her alan gittikçe soylulaştırma ile karşı karşıya kaldıkça yaşam ile yaşanabilirlik arasındaki fark artmakta. Bununla birlikte de elbette yaşam için çıkan sesler birçok şeyi daha fazla göze almakta. Son süreçte ise bunun örnekleriyle daha sık karşılaşıyoruz. Siyasal, ekolojik, ekonomik vb. bir çoklu krizin arttığını bu örneklerde net olarak görüyoruz. Bu örnekler yer yer direniş olurken yer yer intiharlara varıyor. Yine bu da yaşam ile yaşanabilirlik arasındaki uçurumun bir göstergesi.
Yaşanabilirlik imkansızlaşıyor
Ekonomik krizin derinleşmesi birçok olgu açısından örnekler sunuyor. Bunlardan en acısını ise umudunu yitirmiş gençlikte ve işçi sınıfında görüyoruz. Yaşamın yaşanabilirlik boyutunu intihar eden insanlardan tartmak bir yönüyle pragmatik algılansa da bu algı genel olarak özelin politikliğinden uzak kesimlerce ortaya konuyor. Bu kesimler iktidara ve sisteme muhalif bir çizgi görünümünde ancak artık inanılmayan bir pozisyonda sistemin çarklarını çalıştırmaya devam ediyorlar. Geçtiğimiz zamanda en temel ihtiyacı yemek için para bulamadığından intihar eden Sibel Ünli’nin intiharı politik bir olgunun sonucudur. Üniversiteleri demokratik yapısından azade ticarethane yapısına bürüyen iktidar aynı zamanda bu bürümeye karşı olan öğrencileri de fişleme ve soruşturmalarla baskı altına alıyor. Her ses çıkarışında soruşturma yiyen hatta ceza alan insanlar intihar etmiyor, intihara sürükleniyor. Öte yandan derinleşen ekonomik kriz ile çalışmak zorunda bırakılan öğrencilere hiçbir yaşam alanı bırakılmıyor. Her öğrencinin mecburen aldığı ve yetmeyen KYK kredileri zaten geleceksizlik ile boğuşan gençliği gelecekte borç batağına sürüklemektedir. Yani geleceksizliklerine geleceksizlik katıyor. Silinmesi istendiğinde ise yapılandırmakla yetiniyorlar. Gençlik bunun için ses çıkarırken de gözaltına alınıyor ve kendi hukuklarına dahi aykırı bir şekilde gözaltına aldığı için gençlerin KYK kredilerini veya burslarını kesiyor. Bütün bunlarla birlikte çalışan gençlik kendilerini var etmekten öte var olmanın zorunluluğu ile yaşıyor. Kendini var etmenin imkansızlaştığı, sistemin seni bir metadan öte görmediği ve senin kapasitenin üstünde çalışma koşullarında tutulduğunda bir diğer sorunun yetersiz hissetmek oluyor. Yakın zamanda intihar eden Furkan’ı hatırlamayan yoktur. Furkan ardında bıraktığı mektupta aslında bir gençliğin yok oluş koşullarını yazmıştı. Kendini yetersiz hissettiğini, birçok insanın ondan çok daha iyi bir şekilde kendini var ettiğini ve bütün bunlardan dolayı gelecekte ne yapmak istediğini bilmediği bir belirsizliğe itildi. Bu itilme bir cinayetin açık beyanıdır.
Bizler intihar etmiyoruz, sistem tarafından katlediliyoruz
Bütün bunları edilgen bir yapı içinde anlatmamızın oldukça politik bir yönü var. Sibel, Furkan ve daha nicesi intihar etmedi, intihara itildi. Bütün bunlar intiharın ötesinde cinayettir ve katilleri de bütün özneleriyle ve araçlarıyla sistemdir. Ekonomik krizi derinleştirenler, ekonomiden anlamayan, koltuk ve hatta oksijen işgal eden kişilerdir. Onların derinleştirdiği ekonomik kriz ve bunun yanında siyasal, ekolojik kriz (bütünüyle çoklu kriz) yaşamı daraltmakta ve biz gençliği yaşam ile yaşanabilirlik arasındaki uçuruma hapsetmektedir. Bizler intihar etmiyoruz, sistem tarafından katlediliyoruz.
“Ne yaparsanız yapın direnmekten vazgeçmeyeceğiz!”
Gençlikten bahsederken bunun yanında işçi sınıfından bir örnekle bahsetmek istiyorum. Elbette öznesi olduğumdan gençliğe daha fazla yer vermiş bulundum ancak bu bir değer hiyerarşisi değildir. İfade etmeden geçmek istemedim. Hepimiz son dönemde madencileri yakından takip ediyoruz. Geçmiş zamanlardan bu yana madencilerin neler yaşadıklarını, hangi koşullarda çalıştıklarını ve sermayenin bu koşulları iyileştirmekten öte zorlaştırdığını biliyoruz. Soma’da 301 madencinin ölümünden sonra bile işçiye değer vermeyen, onları kâr amacından öte görmeyen sermaye bu koşulları ekonomik kriz derinleştikçe kötüleştirmekte. Kötü koşullar karşısında direnen madenciler ise direnişlerini ısrarla sürdürmektedir. Bu ısrarı bir madencinin dönerse zaten öleceğini bundan dolayı yürüyüşten vazgeçmediği ifadesinde görüyoruz. İş cinayetleri normalleştirilmeye çalışılırken din yogası da artık işe yaramıyor. Emek sınıfı kaderi yaratanların sermayeden başkası olmadığını biliyor çünkü bu kaderin yaratılışını iliklerine kadar hissediyorlar. Bu yüzden ne yaparsanız yapın direnmeye devam ediyorlar. Öte yandan ekoloji mücadelelerine bakacak olursak aynı ısrarı Ünye’de yapılacak madenlere karşı direnen halkta da görebiliyoruz. Ekoloji mücadelesini çiçek böceğe indiren, yaşamdan uzaklaştıranlar Ünye halkını karşılarına alıyorlar. İnsanı metadan öte görmeyen sermayenin doğayı metadan öte düşünmeyeceğini de bilmek gerekir. Nitekim Ünye halkının gösterdiği direniş bu bilincin yayılmasını ifade ediyor aslında. Ünye halkı bir yaşam mücadelesi veriyor ve gözaltılara rağmen dillerinde bir cümle: “Ne yaparsanız yapın direnmekten vazgeçmeyeceğiz!” Çünkü doğa onlar için pastoral bir anlamın ötesinde yaşam alanıdır ve yürütülen mücadele de bir yaşam mücadelesidir.
Umudu yasaklıyorlar ancak bizler o umudu yeniden üretiyoruz
Bütün bunlardan özetle yaşamın içinde var olan yaşanabilirlik makası daralırken yaşanabilirlik uçurumu yükseldikçe yükseliyor. Yaşanabilir bir yaşama ulaşmak zorlaşıyor. Halk ise bu uçuruma çoklu kriz ile hapsedilmiş durumdadır. Halk ezildikçe sermaye sınıfı yükseliyor. Emeği, yaşamı var edenler yok sayılıyor. Gençlik yok edilmeye ve bu yok edimin dışında kalanlarsa kendi fedailerine dönüştürülüyorlar. Dolar ile ilgilenmeyen Ekonomi Bakanı’ndan ticarethanesi olan Milli Eğitim Bakanı’na kadar devlet bir tiyatro sahnesinin yapay süslerinden öte gitmiyor. Bunun karşısında ise elbette yaşam savunucuları çoklu krize direniyor ve etkin çözümler için tartışıyor. Umudu yasaklıyorlar ancak bizler o umudu yeniden üretiyoruz. Bu umutta buluşmak ve direnmek üzere…