Bülent TEKİN yazdı – Günümüzden dört bin yıl önce (MÖ 2050) bu topraklarda, Ur-Nammu yasalarında para cezası (şekel, mina) ile cezalandırma vardı. Bu yönüyle Ur-Nammu yasalarının çok önemli olduğunu söyleyebilirim.
Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilme çabalarının yaşandığı bugünlerde biraz hukuktan söz etmek istiyorum. Bu ülkedeki hukuk kimin hukuku, bir yoksulla bir fabrikatörün birlikte (ki) hukuku mu? Bu hukuk, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Deniz Baykal, Devlet Bahçeli’ye uygulandığı gibi Yozgatlı garip bir sokak simitçisine ve Diyarbakırlı bir ayakkabı boyacısına eşit uygulanan hukuk mu(dur) acaba? Biliyorum, yine benden biraz kara çalma bekliyorsunuz ama bu kez yanıldınız: Biraz bilimsel takılmak istiyorum, ekâbirlerle ne davam olabilir (!?) Ama en önemlisi, bu topraklar -barbar ya da insani- nasıl bir hukuka lâyık görülebilir?
Bize tarih kitaplarında en kadim yasaların Babil Kralı Hammurabi (MÖ 1750) tarafından yapıldığı öğretilir(di). Daha çok kutsal kitapların da uyguladığı kısasa kısas tipi yasalardır. Bugün için çok korkunç görünse de bu yasalar insan haklarının bugüne gelmesinde önemli bir yer tutmuştur. En azından o günkü şartlarda kendine özgü adaleti uygulamayı hedeflemiştir. Bu topraklardan ve bu toprakların büyüsünden bahsediyorsak eğer, Hammurabi’den önce de bazı yasaların ve adaletin varlığını söyleyebiliriz.
Hammurabi’den 150 yıl önce Kral Lipit-İştar’ın da sayısı belli olmayan bir yasası olduğunu öğrendik. Hepsi bu kadar değil! Kral Lipit-İştar’dan 70 yıl önce yaşamış Bilalama adlı bir kralın yasaları da vardı. Yetmedi, Hammurabi’den 300 yıl önce yaşamış Kral Ur-Nammu (MÖ 2050) yasaları da bugün biliniyor. Kim bilir, daha hangi öncel yasalar bulunacak. Bu kadim toprakların doğurganlığı çok fazla!
Ur-Nammu yasaları girişinde (bugün bu girişe meclislerde yasa gerekçesi derler ya?) şunlar anlatılır: Dünya yaratılıp, Sümer ülkesi ve Ur kentinin yazgıları belirlendikten sonra Sümer panteonunun iki baş tanrısı An (gök tanrısı) ve Enlil (hava tanrısı) ay tanrısı Nanna’yı Ur’a kral atadılar. O da Sümer ve Ur’u yönetmek üzere Ur-Nammu’yu (bir insanı) kral atadı. [Dinlerin insanlar tarafından kullanılıp Tanrı’nın gölgesi (temsilcisi) olma yolu bu şekilde başlamış olabilir.] Ur-Nammu önce güvenlik ve politik konularını çözdü. Düşman Lagaş kent devletinin sınırına yaklaşımını durdurmak için Lagaş’la savaştı, kralını (Namhani’yi) öldürdü. Tabii tüm bunlar tanrı Nanna’nın yardımıyla oldu.
Anlatmaya devam edelim: Artık sıra içişlere geldi. Ur-Nammu toplumsal ve ahlaksal reformlar (yasalar) yaptı. Yurttaşların öküzünü, koyununu, eşeğini, yani malını mülkünü gasp edecek dolandırıcıları, düzenbazları, zorbaları, rüşvetçileri yasada “yağmacılar” olarak tanımladı. Bu yağmacıları görevden aldı; ağırlık ve ölçü birimlerini yeniden düzenledi. Ve böylece yetimin zengine, dulun güçlüye, bir şekeli olanın bir minası (altmış şekel) olana yem olmamasını sağladı. Yasaların yapılma nedeni ülkeye adalet, yurttaşlara da iyilik getirmesiydi. Evet, Ur-Nammu yasalarının gerekçesi böyleydi.(Niye yalan söyleyeyim, ben de TBMM’de çıkarılan tüm yasların gerekçesini merak ediyorum.)
Ur-Nammu yasalarından da biraz söz etmek istiyorum. Gerekçesiyle ne kadar uyumlu-bilmem ama-birkaç maddesini yazmak istiyorum. “Eğer biri birinin (bir aletle) ayağını keserse, 10 gümüş şekel ödeye.” “Eğer biri birinin bir silahla kemiklerini kırarsa, 1 gümüş mina ödeye.” “Eğer biri birinin (geşpu aletle?) burnunu (?) keserse, 2/3 gümüş mina ödeye.” Demek insan öldürme, kemik kırma, burun koparma o devirlerde de var. Ama o devire göre cezaları da var. Belki size tuhaf gelecek ama bu yasayla verilen cezaların daha ileriki yıllardakilerden (çok sonralarından) daha ılımlı ve ileri olduğu söylenebilir. Bu tuhaf ve anlaşılmaz bir durumdur ama medeniyetin ileri zaman dilimiyle doğru orantılı olmayabileceğini de gösterir. Kitabı Mukaddes’te yazılı olan (Kitabı Mukaddes çok daha sonraları yazılmıştır) cezalar “göze göz, dişe diş” kuralına bağlıdır. Bir çeşit kısasa kısastır. Kitabı Mukaddes’in günümüzde dahi (Yahudilerce ve Hıristiyanlarca) kabul edildiği düşünülürse işin önemi daha çok anlaşılacaktır. Öte yandan İran ya da Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerinde şeriat yasaları uygulanmaktadır. Böyle misillemevari uygulamaların hukuk olarak kabul edildiği ülkeler bugün de vardır.
Günümüzden dört bin yıl önce (MÖ 2050) bu topraklarda, Ur-Nammu yasalarında para cezası (şekel, mina) ile cezalandırma vardı. Bu yönüyle Ur-Nammu yasalarının çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Medeniyetin bu topraklarda nasıl yüksek olduğunu söylersek çok mu abartmış oluruz? Günümüzde bazı ülkelerdekilerle kıyaslanamayacak kadar daha insancıl ceza yasalarının yine bu topraklarda mevcut olduğu bir gerçektir. Dünya ve medeniyet bu topraklarda gelişen insani ve ruhsal gelişimin hızıyla gelişebilseydi çok daha iyi bir yaşam sürdürebilirdik.
(*) Bu yazım 5 Mayıs 2010 tarihinde GIRGIR dergisinde yayınlandı.