SEÇTİKLERİMİZ – Hakan Mertcan & Hasan Sivri marbuta için yazdı: Bu saldırılarla, sadece coğrafyamız, doğamız, ciğerlerimiz değil, kutsallarımız, emeğimiz ve belleğimiz de ateşe veriliyor! Yüreğimiz yanıyor ama lafta değil tam da benliğimizde, içimiz olmuş dışımızda, dışımız olmuş içimizde…
Antakya – Lazkiye Dağları belki farklı kişilerce, belki farklı görülen amaçlarla ateşe verildi lakin başka başka eldivenler giyse de biz bu eli Dersim’den, Sivas’tan, Soma’dan, Kazdağları’ndan, Suruç’tan, 10 Ekim Ankara Garı’ndan tanıyoruz! Yangına, kavı veren aynı çirkin soluk. İnsana düşman, doğaya düşman, yaşama düşman aynı karanlık zihin sahnede, maalesef ki hep sahnede, önü veya arkası fark etmez! Kimi yerde açık rant hesapları, santrallere, madenlere vb. alan açmak, kirli-karanlık ilişkilerin gereğini ifa etmek, küresel kapitalist yağma çarklarına can suyu taşımak kimi yerde çıkarlarının, talanın, yıkımın önünde engel gördükleri insanları katletmek, farklı kimliklere sahip toplulukları “şeytanlaştırıp”, ortadan kaldırmak… Hep saldırmak, kırımdan geçirmek hep hak yemek, tecavüz etmek; velhasıl hangi yüzle çıkarsa çıksın, esasta, insana dair, doğaya dair ne varsa yok etmeye koşullanmış bir ölüm makinesidir karşımızda olan.
Birkaç gündür ülkemizde, Antakya-İskenderun bölgesinin çeşitli yerlerinde yangınlarla büyük bir doğa katliamı yaşıyoruz, ağaçlarla birlikte birçok canlı türü ateşler içinde can veriyor. İsyan etmeden sormak mümkün mü: Neden, niçin, bu yangınların ardında gizli olan ne? Aslında “gizli olan” demek doğru mu, gözümüze soka soka getirilen maden projeleri, küresel kapitalizmin türlü rant planları, doyurulamayan hırs-iştah ortada dururken!.. “Tesadüf” odur ki, araya yapay bir sınır girmişse de, aynı coğrafyanın devamında da eş zamanlı yangınlar, çok daha korkunç boyutlarda boy gösterdi. Adına Cebel el-Aleviyyun (Alevi Dağları) denilen Doğu Akdeniz’in acılı-mağrur ihtiyar bilgesi, alevlerin-kara dumanın pençesinde kıvranıyor, yine susuz-soluksuz bırakılıyor, bir kez daha tarih yeni formlarıyla tekerrür ediyor… Alevileri tarihsel mekânlarından sürmek ve bu dağları işgal etmek, son kadim Alevi merkezlerinden biri olan Lazkiye Ocağı’nı söndürmek! Onlarca asır bunu denediler, yapmadıkları zulüm kalmadı bu dağlarda, köyleri yaktılar, topa tuttular, açlıkla kuşattılar, toplu sürgünler uyguladılar, zindanlara doldurdular, zindanlar yetmediğinde evlerini-köylerini zindana çevirdiler; kelleler kestiler, öpülesi nice bedeni parçaladılar, kazıklara geçirip ağır ağır öldürdüler nice canı, daha dün küçücük kızları, kadınları esir edip kafeslerde gezdirdiler, çoluk çocuk, hasta-yaşlı demeden sürdüler namlularını bu dağların üzerine, dil varmaz daha ne kötülükler ettiler… Ahmed Arif’in Anadolu’su misali, bu dağlar ne sultan dinledi ne padişaha boyun eğdi, nice kılıç kuşanmış halife ordusu geçip gitti üzerlerinden de bu dağlar yine ayakta kaldı. Hıdır [Hızır] bırakmadı elinden, dere-tepe, vadi-bucak gezdi durdu aralarında, yaralarını sardı. Bu yüzden “yeşil”i tekrar tekrar kuşandı durdu bu topraklar. Bu yüzden dağ başlarında, su kenarlarında, vadilerin gizinde, günün ışığında Hıdır’a mekân olmuş nice ziyaret görürsünüz. Anka kuşlarına meskendir, yandıkça küllerinden doğan. Aslanlar yurdudur, Allahın Aslanı’ndan el almış.
Hakan Mertcan & Hasan Sivri’nin marbuta’daki yazısının tamamını okumak içinTIKLAYIN