SEÇTİKLERİMİZ – Hakkı ÖZDAL Gazete Duvar için yazdı: “Felaketler asla yalnız gelmez” kehaneti, ekonomik kriz ve salgının yanında bir devlet kriziyle yüzleştirerek bu rejim için de gerçekleşiyor. Susurluk-kriz-deprem döngüsü, benzer şekilde kuruluyor.
Sedat Peker, 11 günde yayınladığı dört videoyla ve aşağı yukarı ‘iki adım’da, devletin ve onunla ilişkilenmiş durumdaki başkaca odakların tepelerinden reaksiyon almayı başardı. Devlet yönetiminde ilk günlerde görülen sessizlik, “Bunlar çok ciddiye alınmaz, konuşulur geçilir” tahmini/temennisi taşıyor mudur? Sanmıyorum. Konunun muhatapları, karşılarına çıkan ‘şey’in ne olduğunu, herkesten önce anlamış olmalı. Ve bu sezgi de dikkatli ve temkinli olmayı, acele etmemeyi gerektirmiş olmalı. Fakat temkin, dikkat gibi yavaşlık isteyen tedbirler, geniş manevra alanları varken, güçlü savunma zırhları ve özgüven mevcutken, dolayısıyla zaman varken işlevli olabiliyor. Hem temkine, yavaşlığa, düşünmeye ihtiyaç duymak hem de artık hep acele etmek zorunda kalmak; iyi düşünülmemiş açıklamalara, acemice gaflara yol açıyor. Peker’in ikrarı başladıktan sonra, Elazığ Savcılığı, Jandarma ve Tolga Ağar’la başlayan ‘açıklama’lar yangını söndürmeye yetmedi ve yaklaşık 10 gün sonra, konunun merkezi konumdaki isimlerinden Mehmet Ağar, Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e bir açıklama yapmak zorunda kaldı.
Bu açıklamanın üzerinde durulmaya değer pek çok yanı var, ancak Yalıkavak Marina için söylediği “biz olmasak buraya mafya çöker” gafı başlıca bir sorun oldu doğal olarak. Aslında Mehmet Ağar basit bir gerçeği dile getiriyordu. Günümüz Türkiye’sinde, Yalıkavak Marina gibi –bizzat Ağar’ın tabiriyle söylersek– bir “döviz makinesi”nin kimin kontrolünde olacağına, hukuk, kanun, şeffaf ihaleler, muhterem serbest piyasa ayetleri falan karar veremez. Türkiye kapitalizminin geneline teşmil etme eğilimi gösteren ve bu yanıyla da başta TÜSİAD sermayesi olmak üzere, burjuvazinin giderek daha geniş kesimlerinde bir süredir serzeniş konusu olan bu ‘işler’, bugünkü rejimin iktisadiyatının temel unsurlarından biri. Yalıkavak’taki marinada da, Cengiz Holding’in taş ocağı için jandarmaya nöbet yazılan İkizdere’de de bu iktisadiyat çalışıyor.
Burada, ‘İkizdere olayı’ için bir parantez açmakta yarar var. Taş ocağı olayının ‘mahiyetini’ göstermesi ve yukarıda sözü edilen iktisadi ‘hücre’yi elle tutulur hale getirmesi açısından Gençağa Karafazlı’nın, MHP’li İkizdere Belediye Başkanı Hakan Karagöz ile yaptığı röportaj oldukça zihin açıcıydı. Karagöz’ün, başlığa çıkan “Cumhur İttifakı’na zarar veremem” sözlerinde belirginleşen açmaz, başka pek çok olayda olduğu gibi burada da ‘şirket’ ile ‘devlet’in iç içe geçtiği, birbirlerinin içinde çözündükleri bir durumla doğrudan ilgili. Belediye başkanı, bu röportaj boyunca muhataplık açısından 18 kez ‘devlet’ ve yalnızca 1 kez ‘şirket’ ifadesini kullanıyor. Ve bir yerde de şöyle diyor: “Devlet diyor ki, ben alacağım, ben burada bir yatırım yapacağım”… Cengiz Holding ile ‘devlet’in birbirinin içinde çözünmesi, belediye başkanının kendini savunmak için o ‘devlet’i bir totem olarak havaya kaldırdığında apaçık ortaya çıkıyor…
… Hakkı ÖZDAL’ın Gazete Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN