SEÇTİKLERİMİZ – Orhan Gökdemir Sol’a yazdı: “Karadeniz’de, İstanbul’da, Ankara’da, Çankırı’da dağı, taşı, toprağı, ormanı, kurdu, kuşu yağmalanıyor ülkenin, zehirleniyor. Beton dökülüyor yağmalanan her metrekare toprağın üzerine. Eski olan ne varsa kaldırılıp atılıyor…”
İtalyan Tarımcılar Derneği Coldiretti tarafından hazırlanan "en tehlikeli ithal gıda maddeleri" listesinde Türk fındığı, kanserojen aflatoksin maddesi içerdiği gerekçesiyle ilk sırada yer aldı. Listenin 5. sırasında da yine Türkiye'den getirilen meyve-sebze başlığı adı altında kuru incir ve biber yer aldı. Coldiretti, bu ürünlerin de aflatoksin ve pestisit (tarım ilacı) seviyesinin belirlenen sınırların üzerinde olması nedeniyle listeye dâhil edildiğini belirtti.
Pestisit denilen ilaç zararlı organizmalara karşı kullanılıyor. Bunların yabancı otlara karşı kullanılanı herbisit olarak adlandırılıyor. Zararlı organizma dedikleri bahçedeki, tarladaki börtü böcek. Yabancı ot ısırgan gibi yeni nesil köylü için işe yaramayan bir takım otlar. Çocukluğumdan bilirim, ısırgan Karadenizlinin sofrasında başköşeyi tutan yiyeceklerden biriydi. Şimdi yemediği için yabancı ot. Kimseye zararı yok bunların aslında. Zararı, giderek asalaklaşan, sadakayla yaşamaya alışan yeni nesil köylü sınıfına gereksiz iş çıkarması. Atıyorsun tarlaya, bahçeye kimyasal bombayı, dümdüz ediyor ortalığı. Ne ot bitiyor, ne böcek dolaşıyor tarlada, bağda, bahçede.
Fındık üreticisi (artık karşılıksız bir tabir bu, bir şey ürettiği falan yok köylünün, doğanın verdiğini yağmalayan bir takım insanlar var ortalıkta) bu herbisitlerden birine dadanmıştı geçtiğimiz yıllarda. Onlar için “ısırgan ilacı”ydı bu. Isırgana atmışlar ve kökünün kuruduğunu görmüşlerdi. Bahçenin bütününe atıp ot bitmesine engel olmak geldi akıllarına. “Otun nesi var” diyeceksiniz. Çok şeyi var. İzin verirseniz ziraat eğitimi almış bir Karadenizli olarak anlatayım.
Fındık bahçesinde ot da biter, evet. AKP icat olmadan önce köylüler henüz köylü olduğundan fındık üreticiliğinin yanında hayvan da beslerlerdi. Bahçede biten bu otu hayvanlar yer, kalanı da biçilip kurutulduktan sonra hayvanların kış istihkakı için saklanırdı. Artık hayvan beslemiyor Karadeniz köylüsü. Çünkü köyünde sadece üç dört ay yaşıyor. İneğine, koyununa isim veren, evin bir üyesi sayan köylü çoktan yok olup gitti. Bahçeyi yağmaladıktan sonra İstanbul’un yolunu tutacak, özgür olmak istiyor haliyle. Hayvan bu yaşam tarzı için bir engel. Beslemiyorlar. Aralarında hayvan besleyen varsa, ısırgan otu ilacına dönüp bakmıyor zaten.
Ne hayvana, ne de fındığa ihtiyacı var o köylünün aslında. Devletin verdiği adı farklı bir sürü sadaka ile yaşıyor çünkü. Fındık üretmekten daha karlı ve daha kolay bir para kazanma tarzı bu. Şartlar bu olunca ot başa bela, yabancı, zararlı. Atıyor ısırgan otunu. Toprağı, suyu, üzerinde yetişen börtü böceği, bitkiyi ve bu arada kendisini zehirliyor, bozuyor, kanser ediyor. O sular içme sularına karışıyor, derelere ulaşıp taşınarak tahribatını yayıyor. Bazı aklı evvel köylüler bahçeye attıkları herbisitin fındığı daha verimli kıldığına inanıyor üstelik. Bomba atılmış gibi fındık bahçeleri bu yüzden.
“Bomba atılmış” bir abartılı benzetme değil. Bahçeye ısırgan otu ilacı diye attıkları o kimyasal gerçekte bir bomba zaten. Bomba halinin adı “Agent Orange”… ABD ordusu tarafından Vietnam Savaşı'nda kullanılmış bir yaprak dökücü herbisit bu. Vietnam’ın yoğun bitki örtüsünü yok ederek bölge halkının gıdaya ulaşımını engellemek ve sık ormanlık alanlarda saklanan Vietkong direnişçilerinin yerlerini tespit etmek için kullanıldı. Değdiği yerde ot bitmeyen bir bombaydı bu. Vietnam’da Agent Orange attıkları her yer bizim fındık bahçelerinin şekline bürünmüştü. Verilere göre 1961–1971 yılları arasında Vietnamlıların üzerine 80 milyon litre herbisit döküldü. Bu zehirli maddelerin günümüzde etkilediği insan sayısı, tespit edilebildiği kadarıyla 4 ila 5 milyon arasında. Bunun yanında zehrin taşınması ve yayılmasında görev alan 2,8 milyon Amerikan askerî personelinin de bu maddeye maruz kaldığı ve birçoğunun Vietnam’dakine benzer hastalıklar sebebiyle ya hayatını kaybettiği ya da çocuklarının sakat doğduğu belirtiliyor.
O bombayı Karadenizli yeni nesil köylü gönüllü olarak kendi üzerine atıyor şimdi. AKP’nin Karadeniz’de yol açtığı sosyal mucizelerden biridir bu!
Kim üretiyor peki Vietnamlıların başına atılan o kimyasal bombayı? Bizim yeni nesil köylülerin ısırgan otu ilacını üreten Monsanto adlı şirket. Dünya üzerinde canlı yaşamını tehdit eden, yıkıma uğratan ne kadar tehlikeli ve ölümcül icat varsa, bunların büyük kısmından tarım, ilaç ve tohum tekelleri sorumlu. Monsanto bunların en önemlilerinden biri. GDO‘lu tohum pazarının yaklaşık yüzde 90‘ına hükmediyor, tarım ilacı ve küresel tohum pazarının da liderlerinden biri. Sözünü ettiğimiz 100 milyar doları aşan bir ciroya sahip uluslararası bir pazar. Tarım ilacı üreten bu ABD orijinli şirketlerin aynı zamanda tohum üreticisi ve satıcısı olmasını bir rastlantı sayabilir miyiz?
Şirketin kayıtlı ilk ticari faaliyeti, Coca Cola’nın kullanımı için yapay tatlandırıcı “sakarin”i üretmek. 1920'li yıllarda “poliklorlanmış bifenil”leri (PCB) üretti. 1941'de, gıda ürünlerinde de ambalaj maddesi olarak kullanılan sentetik polistiren (strafor) üretimine başladı. 1943-45 yılları arasında merkezi araştırma departmanının radyoaktif plutonyum saflaştırma, üretim ve nükleer silah yapım projesi olan “Manhattan Projesi”nde yer aldı. Atom bombasının yapımında katkısı var yani. 1944'de "insanlar ve hayvanlar için çok güvenilir" diye tanımladığı DDT'nin ilk üreticisi oldu. 1945'te tarım ilacı olarak geliştirdiği “ot öldürücü” Dioxin maddesini üretti. Vietnamlıların üzerine sıkılan ot öldürücü işte budur. 1970'lerde Glifosat etkin maddeli ot öldürücü RoundUp isimli tarım ilacını geliştirdi ki hala etkin olarak kullanılmaktadır. Özetle “kansorejen” bir faaliyetten söz ediyoruz.
Monsanto somut emperyalist kapitalizmdir. Acımasızdır, kar hırsından gözü dönmüştür. Kendini insan eti yiyerek var eden bir tür yamyamdır. İnsanlığın kanseridir emperyalist kapitalizm; doğaya, insanlığa kanser yayarak ilerlemektedir.
Karadenizli ise o emperyalist kapitalizmin özgürlük âlemi olan piyasanın rüzgârına kapılmış bir zavallı âdemdir. Köyünden kopmuş ve görünüşe göre özgürleşmiştir. Ama göçtüğü büyük şehirde, AKP’nin peşine takılarak yine köylüleşmek istemektedir. Haliyle artık köylü olmayan bir köylüdür. Doğayla bağını yitirmiş, yerine Monsanto ile bağını ikame etmiştir.
Karadenizli olmayan bilmez, Karadeniz yeşil değildir uzun süredir. Ormanlar tüketilmiş, yağmalanmış, yerini çay ve fındık bahçeleri almıştır. Bugün gördüğünüz yeşil onların yeşilidir. Özellikle fındık çok az emek isteyen bir bitkidir. Budamak, filizlerinden arındırmak ve etrafında biten otları biçmek yeterlidir. Ot biçmek tarihe karışmıştır, çünkü Monsanto’nun mucize herbisiti, ısırgan otu ilacı vardır. İstanbul’un varoşlarından kalkıp, bir yıkıntıya dönüşen evine geçici olarak yerleşen yeni nesil köylü ısırgan otu ilacı ile otu, börtü böceği bertaraf edip fındığı yağmalayıp gider. Yüzlerce yabanıl ot, çiçek, böcek, kuş, kelebek, sürüngen, mikroorganizma ABD, Monsanto, AKP ve onun marifetiyle var edilen yeni nesil köylü tarafından böylece yok edilmiştir. Tertemizdir yağmalanmış fındık bahçeleri. Siyah böğürtlene rastlayamazsınız örneğin, renkli çuha çiçeklerini göremezsiniz, eğreltiler ve atkuyrukları gibi binlerce bitki türünün yarattığı yeşil örtü kaybolmuş, yerini Monsanto üretimi bombaların marifetiyle kahverengi-kızıl boz bir örtü almıştır.
Niye yapar asırlardır üzerinde yaşadığı toprağa bu eziyeti köylü? Çünkü köyüne, toprağına, ağacına, havasına, suyuna yabancılaştırılmıştır. Ota, yaprağa, böğürtlene, mantara tahammülü kalmamıştır. Börtü böceğe saygısızdır. Çoğu köyde meyve ağacı bulamazsınız, çünkü bakım ister meyve ağacı. Yeni nesil köylünün meyve ağacı ile uğraşacak zamanı yoktur.
Yine de üç dört ay konakladığı köylere çok katlı apartmanlar diker imkânı varsa. Çünkü betonun kutsal olduğu bir büyük kente binayı ne kadar yüksek yaparsa o kadar karlı olduğu öğretilmiştir. Haliyle yol iyidir onun için, dublesi duble iyidir. Karadeniz sahil yolu yıkımının büyük bir sessizlikle karşılanması bu nedenledir. Büyük olasılık “yeşil yol” ucubesi de bu yeni nesil köylü tarafından alkışlanacaktır. Sarıyer Garipçe Köyü’ne yolunuz düşerse bugünlerde, başınızı kaldırıp bakın. Köye hâkim Bizans kalesi üzerine çıkıp, Yavuz Sultan Selfie Köprüsüyle selfie çekmeye çalışanların çoğu o köylülerdir.
Karadeniz’de, İstanbul’da, Ankara’da, Çankırı’da dağı, taşı, toprağı, ormanı, kurdu, kuşu yağmalanıyor ülkenin, zehirleniyor. Beton dökülüyor yağmalanan her metrekare toprağın üzerine. Eski olan ne varsa kaldırılıp atılıyor, her şey yenileniyor. Bu kadar yol, bu kadar köprü, bu kadar bina, bu kadar alış veriş merkezi, bu kadar beton, beton, beton… Ama Allahtan dini bütün bunları yapan arkadaşların hepsi. Kendilerine sorsan muhafazakârlar da. Sadece neyi muhafaza ettikleri belli değil, o kadar.
Tabloya bakıp kendinizi bir “bok böceği” gibi hissediyorsanız doğaldır bu da. Çünkü bok böcekleri, adı üstünde, yumurtalarını top haline getirdikleri bokun içine saklar. Doğan yavruları orada pislikle beslenerek büyür. Mısırlılar bu nedenle bok böceklerini kutsal bellemişlerdir. Fark etmişlerdir her yeni hayatın bir çürümenin içinden doğduğunu.
Biz mi? Yağmalanmış o fındık bahçelerindeki bok böcekleriyiz biz. Mecburuz bu çürümeden yeni bir hayat yeşertmeye…,