Ahmet Saymadi yazdı: Ya devletten yanasın ya ‘teröristlerden’ yanasın!
Kürt halkı eşitlik ve özgürlük mücadelesini sürdürdükçe; devlet de Kürt sorununu siyasal yollardan çözmek istemediği ve meseleye güvenlikçi bir anlayışla yaklaştığı sürece devletin elindeki yegâne altın anahtar ya da altın kelepçe: ‘‘Terörle mücadele’’ kavramı olacak. Devlet sürekli sıkıştıracak: ‘Ölenler terörist mi değil mi? PKK terör örgütü mü değil mi? Devletten yana mısın teröristlerden yana mısın?
Devletin, Silahlı Kürt direnişçileriyle karşılaştığı her anda, devlet, siyasal görüşünü açıkça Kürtlerden veya devrimcilerden yana koymamış herkesi rehin alacak. Arada flu bir alan bırakmayacak. Barış söylemin hakim olduğu, meseleye siyasal çözüm perspektifiyle yaklaşan herkesi iki kutuptan birisini seçmeye zorlayacak: ‘‘ya devletten yanasın ya da teröristlerden yanasın’’ Devletin bu kutuplaştırma siyasetini hakim kılabilmesine imkan sağlayan yegane şey ise askerlerin ve polislerin, operasyonlarda yaşamını yitirmesi.
AKP, bu kutuplaştırma siyaseti sayesinde, politikadan uzak, devletin resmi görüşünü dillendirmeyen herkesi kendi safında toplamaya, güvenlikçi politikaya biat etmeye zorluyor. Hatta AKP, mevcut iktidarını bile bu kutuplaştırma siyasetine borçlu. AKP, Sünni’leri toparlamak için Alevileri dışlayan kutuplaştırıcı bir dil, muhafazakarları toparlamak için modernleri dışlayan kutuplaştırıcı bir dil, Milliyetçileri toparlamak için farklı etnik kimlikleri dışlayan kutuplaştırıcı bir dil kullandı ve iktidarda kalmayı başardı. Şimdi de ‘Devletin bekası ve ülkenin bütünlüğü’ söylemiyle kendisinden yana olmayanları toparlıyor. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, katıldığı bir televizyon programında, ‘‘AKP’nin güneydoğudaki yürüttüğü siyaseti nasıl buluyorsunuz?’’ sorusuna, ‘‘Terörle mücadele etmeyin denilebilir mi?’’ diye cevaplamıştı. AKP tam da bunu yapıyor…
AKP, ‘terörle mücadele’ söylemiyle büyük bir basınç oluşturuyor. CNN’de yayınlanan Tarafsız Bölge programında, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’ye yapılan bu kutuplaştırıcı siyaset diliydi! Tahir Elçi, televizyon programında, ‘‘Önce şunu bir açıklayın, PKK terör örgütü mü değil mi?’’ sorusuyla sıkıştırılmış, ardından Tahir Elçi, ‘‘PKK’yi terör örgütü olarak görmüyorum’’ demişti. Tahir Elçi, günlerce linç edilmiş, ardından öldürülmüştü! Cuma günü Beyaz Şov’a bağlanıp, ‘‘Çocuklar ve siviller öldürülmesin, buraya ses verin’’ diyen Ayşe Öğretmen’e ‘terör soruşturması’ açıldı. Beyazıt Öztürk ise, Yeni Şafak’ta yayınlanan bir ses kaydıyla ‘‘askerin ve polisin çocuk öldürdüğünü kabul mü ediyorsun, unutmayacağız’’ denilerek tehdit edildi. Ardından Beyazıt Öztürk’ten de ‘‘Devletimizin yanındayım’’ cevabı geldi. Beyazıt Öztürk’ün konuya dair görüşü ne olursa olsun, bu cevabı vermediği taktirde, bir daha televizyona çıkamayacağını biliyoruz. Herkes bir şekilde, ‘‘Devletimizin yanındayız’’ cevabını vermek zorunda bırakılıyor. Ronald Barthes, ''Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir." diyordu. Olan biten tam da budur.
‘‘Devletin yanındayız'’ cevabının aynı zamanda ‘‘AKP’nin yanındayız’’ cevabıyla eşdeğer olduğunu da eklemek gerek. Bu cevabı verenleri suçlamak yerine, bu cevabı verdiren mekanizmaya bakmak zorundayız ve herkesten Tahir Elçi’nin gösterdiği direnci göstermesini bekleyemeyiz…
AKP, 7 Haziran’dan bu yana, ‘terörle mücadele’ söyleminin-savaşın işine yaradığını, kendisine karşı olanları da şiddetle baskı altına alabildiğini gördü. Açıktan AKP’yi desteklemeyenler ise zorla-şiddetle baskı altına alındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgili yanlış bir başlık atan Hürriyet Gazetesi basıldı. Kimi zaman AKP karşıtı söylemleri dillendiren Ahmet Hakan evinin önünde saldırıya uğradı. Kitlesel eylemleri de Suruç ve Ankara katliamlarıyla sindirmeyi başaran AKP, solun sokağa çıktığı her eylemi ve protestoyu da, daha başlamadan saldırarak ezmeye çalıştı.
AKP’nin bu kutuplaştırma siyasetinin önüne kattığı herkesi AKP safında toplamasına veya sindirmesine engel olacak bir dil kurmak gerek. Yoksa AKP toplumun yüzde doksanını tesiri altına alacak. Dün savaşın ortasında kalmak istemeyen öğretmen, bugün Beyazıt Öztürk ve yarın bir başkası. Sanırım AKP’nin hedefinde, açıkça AKP’den yana tavır almamış olan; iş dünyasından, sanatçılardan ve medyadan isimler var. AKP'nin medyayı da kullanarak yarattığı bu basınca; devrimci olmayanların, iş ve meslek erbaplarının, sanatçıların, medyatik insanların dayanması çok zor. AKP'nin 'terörle mücadele' söylemiyle, toplumu rehin almasına engel olmak, o kutbu daraltmaya dönük bir dil yakalamak gerek. Çünkü ortada, Beyazıt Öztürk'ten bile terörist yaratan bir AKP karanlığı var! AKP kendisinden olmayanları tek tek köşeye sıkıştırıyor, kıstırıyor. AKP'nin kıstırdığı insanlara değil, AKP'ye yüklenmek gerek. Hatta, AKP'nin kıstırdığı insanları da AKP karşısında yalnız ve savunmasız bırakmamak gerek.
Sorulacak soruyu, subay kardeşini toprağa veren, Yarbay sormuştu, ‘‘Düne kadar barış diyenler, şimdi neden sonuna kadar savaş diyor’’ AKP, bu baskı ve şiddet ortamıyla, istediği her şeyi yapabileceğini, herkesi kontrol altına alabileceğini gördü. Artık ‘Başkanlık Sistemi’ dahil istediği her şeyi kabul ettirene kadar bu şiddet sarmalını, ‘terörle mücadele’ söylemini sürdürecek. Toplumun içine girdiği korku iklimini, kırıp atamazsak, korkumuza esir olursak, her geçen gün daha fazla korkacağımız işler başımıza gelecek. Suruç’a ses çıkaramadığımız için Ankara oldu. Şayet Sur’a Cizre’ye ses verilemezse, yenileri yolda… Ya silkinip korkumuzu yeneceğiz, ya da AKP diktatörlüğünün bizi ezip geçmesine boyun eğeceğiz. Çünkü bu sefer gelen dalga herhangi bir dalga değil… Savaş ve katliam dilinin inadına, barış dilini kurmak gerekiyor.