Öncelikle belirtmemiz gerekir ki Latin Amerika/Karayipler’deki ülkelerin her birinin kendi içlerindeki durumun kıta bazında da güçlü etkileri var. Özellikle ABD emperyalizmi tepelerinde bir kılıç gibi sallanırken. Bunun yanı sıra tarihsel olarak siyasal, sosyal ve ticari ilişkileri/etkileşimleri de çok güçlü; bu konuyu vurguluyorum çünkü bu seçime dair Latin Amerika’dan gelen tepkileri anlamak açısından önemli. Bölgenin ABD ile siyasal/iktisadi ilişkiler bağlamında önemli ülkeleri, Brezilya, Arjantin ve Venezuela’dır. ABD açısından bakıldığında; seçim sonuçları itibarı ile Brezilya kayıp, Arjantin kazanç, son olarak Venezuela, geçmişte en çok petrol ithal ettiği ülke olması nedeniyle kendi yönetebileceği bir iktidarın olması isteği yıllardır süren saldırganlığının en önemli nedeni.
Şu anda bu üç ülkenin en önemli ticari partnerinin (Arjantin’deki Amerikancı faşist Milei iktidarı ile bile bu kolay değişmeyecek) Çin olduğunu biliyoruz. Latin Amerika’nın neredeyse tüm doğal varlıkları kıtada ABD – Kanada tarafından sömürülürken şimdi Çin tarafından da sömürülüyor. ABD’nin Çin’in bu genişlemesinden ne kadar rahatsız olduğu malum. Bu nedenle ABD Latin Amerika’yı çok dikkatle izliyor ve eskisi gibi açıktan darbe yap(a)masa da, elinden geldiğince de karışıklıkları kışkırtıyor.
Şimdi gelelim Venezuela başkanlık seçimine, öncelikle bu seçimin sadece başkanlık için olduğunu, “normalde” 2025 yılında milletvekili, valilik ve belediye başkanlığı seçimlerinin yapılacağını belirtelim. Maduro kendi zor durumundan dolayı, anayasada bulunan bu konudaki muğlaklığı da fırsata çevirerek başkanlık seçimini ayrı yaptı. Yapılan seçimin durumuna bakıldığında 2025’te ne olacağını öngörmek çok zor.
Latin Amerika’ya damgasını vuran Bolivarcılık
Chavez’in Bolivarcı devriminden, kendi son döneminden itibaren elde kalan, içi boş bir “sosyalizm” söylemi olduğunu söylememiz lazım. Burjuva demokrasisini bile ara ki bulasın. Devletin tüm kurumları, başta zor aygıtları kurumları, asker, polis ve kuruluş amacının çok dışına çıkmış, şimdi Maduro emrindeki silahlı/sivil gruplar (Colectivos) halkın, politikacıların ve gazetecilerin üzerinde baskı uyguluyor. Ayrıca Maduro kendi sermayesini de yaratmış olduğu gibi, seçim öncesinde ABD ile arka kapı görüşmelerine de başlamıştı, 2023 yılında Doha’da yapılan görüşmeler zaten biliniyordu, seçimden kısa zaman önce de elektronik ortamda yapılan görüşmeyi her iki hükümet de duyurdu, özellikle petrol ihracatına çözüm bulmak üzere bu görüşmelerin yapıldığı biliniyor (laizquierdadiario’nun, Venezuela Sosyalizm için İşçiler Birliği-LTS’den Milton D’León ile yaptığı söyleşi).
Maduro döneminde sendikacılardan, politikacılara, sendika yöneticilerine (seçim sürecinin ortasında Régulo Reyna’yı tutukladılar) ve halka kadar insan hakları ihlalleri tavan yapmış durumda. Ayrıca bu seçimden önce kilise ile anlaşarak kadın ve LGBTİ+ haklarını/kazanımlarını geri alacağını taahhüt etti, özellikle zaten sınırlı olan kürtaj yasasının tümüyle değiştirileceği ile ilgili garanti verdi (seçimleri boykot eden sosyalist parti/örgütlerin deklarasyonunda kadın ve LGBTİ+’lar bölümünde ve geçen yılın 8 Mart’ı için mareasocialista’lı kadınların deklarasyonunda Maduro-Protestan işbirliğinin sonuçları olarak yer alıyor).
Bunlara ek olarak, seçimleri izlemek üzere gelen Şili devlet televizyonu TVN’den gazeteci Iván Núñez ve kameramanı asker tarafından gözaltına alındıktan sonra, siyasi polis tarafından “casusluk” suçlaması ile 13 saat sorgulanıp sonra da sınır dışı edildi.
Başta adalet mahkemesi olmak üzere tüm mahkemeler, CNE (Ulusal Seçim Konseyi), devlet yayın organları gibi tüm bağımsız olması gereken kurumlar “tek adam” Maduro denetiminde. Başkanlık için aday olmak isteyenler şekil şartları yerine getirseler bile ya mahkemeler tarafından yasaklandı ya da adaylığı kabul edilmeyerek tasfiye edildi, bu baskıların sadece emperyalizm yanlısı sağa yönelik olduğunu düşünmeyin, özellikle Maduro uzun zamandır kendi solunu da tasfiye etmek için aynı yöntemleri kullanıyor ve sosyalistleri ciddi biçimde zayıflatmayı becerdiğini kabul etmeliyiz; sosyalistlerin kendi hatalarını, bir cephe oluşturarak mücadele etmeyi beceremediklerini, sınıf örgütlenmesinden uzaklaştıklarını da kayda geçirmek gerek tabii. Venezuela halkı sonuç olarak Maduro ve González arasında “ya kırk katır ya kırk satır”a sıkışmış durumda.
Venezuela işçi sınıfı açlıkla boğuşuyor
Başkanlık seçimi öncesi ve sonrası yaşanan kaosa gelmeden önce Venezuela işçi sınıfının durumuna bakalım, çünkü halkın “Chavismo” dan kopuşunu anlamak için bu zorunlu.
Halkın ciddi bölümü devlet işletmelerinde çalışıyor ve en son maaş zammını 2022’de aldılar. O günlerde aylık 30 USD olan asgari ücret, yüksek enflasyon ve dövizde durdurulamayan artışla şu anda 3,5 USD. Maduro, bu yıl 1 Mayıs’ta işçilerin “toplam” gelirlerini aylık 130 USD’ye çıkaracağını ilan etti ve fakat bu maaşlara doğrudan yansımayacak, ek gelirlerde bir artış. Özel sektördeki maaşlar ise bu rakamların çok üzerinde, minimum aylık, ikramiyeler ve diğer ek ödemeler hariç 120 USD belirtmek gerek. Halkın on milyona yakın bir kısmı açlık sınırının altında yaşıyor. Sadece işçi sınıfı bu durumda değil, köylüler/yerli halk tarım alanlarının gaspı, madencilik ve tabii petrol çıkarımı nedeniyle tarım ve hayvancılık yapamaz durumda, kente göç ediyor. Sadece bu nedenle baktığımızda bile “gıda” meselesinin, fiyatların durumunu anlamak mümkün oluyor. Açlık öyle bir boyutta ki, bir grafiti sanatçısı çöpte bulunan yeni doğmuş bir bebeğin ardından “çocuklarınızı çöpe atmayın” yazılı bir tabela hazırlamış.
Venezuela’da durumun vahameti son birkaç yılda yaklaşık 8 milyon göç vermesinden de anlaşılabilir. Dünyada durmaksızın en çok göç veren ülke konumunda, savaşın olduğu Ukrayna’nın ve Suriye’nin önünde. Venezuela’dan göç eden insanların 5 milyondan fazlası komşu ülkelerde yaşıyor. Dil, kültür ve tarihsel ortaklıklar nedeni ile Latin Amerika’da yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Şimdi denebilir ki ABD’nin uyguladığı nefes aldırmayan ambargo sonucunda Venezuela bu duruma geldi. Kuşkusuz ambargonun ciddi etkisi var ekonomik durum üzerinde; fakat görmek gerekir ki, çoğunluk açlıkla boğuşurken parti “elit”lerinin yolsuzlukları tüm halkın gözü önünde yaşanıyor, partili bir “elit” kesim zenginliğini gizleme ihtiyacı bile hissetmiyor, bu duruma baş kaldıran kim olursa olsun ağır biçimde cezalandırılıyor (siyasi poliste işkence dahil). Bu nedenle, halkın en yoksul kesimleri de dahil büyük bölümü emperyalizm yanlısı sağcı Mária Corina Machado’nun adayı Edmundo González’e oy verdi. Başka sağcı adaylar olsa da ABD desteği nedeniyle ekonomik durumun düzeleceği beklentisi önemli etken oldu.
Başkanlık seçimi öncesi ve sonrası…
Başkanlık seçiminden önce muhtelif ülkelerden (çoğunluğu sağcı) gözetmen olarak gitmek isteyen parlamenterler, eski devlet başkanları oldu ve ya “gelme” dendi ya da gelirseniz uçaktan çıkamazsınız, sınırdışı ederiz dendi. Bunların arasında benim için en dikkat çekici olan Arjantin’in eski Başkanı Peronist (sosyal demokrat diyelim) Alberto Fernández’in seçimin kurallarına uygun biçimde yapılması uyarısı üzerine, Maduro tarafından “gelme” denmesi oldu.
Bu arada faşist Milei’nin açıklamaları sonrasında Arjantin Büyükelçiliği çalışanları sınırdışı edildi. Milei’nin, bölgede en yoğun ekonomik ilişkilerinin olduğu Brezilya için, seçim öncesi ve sonrası “komünist Lula ile ilişkimiz olmaz” dediği Lula Arjantin elçilik binalarını korumaya alınca çark edip, teşekkür etmesini de not edelim.
Seçim öncesinde, yaşanacakları öngördükleri için Brezilya, Kolombiya ve Meksika Devlet Başkanları Lula, Petro ve Obrador; adil ve tarafsız bir seçim olması için ortak açıklama yaptılar, bu üçlünün aynı zamanda Maduro’nun en iyi ilişkilerinin olduğu başkanlar olduğunu vurgulayalım.
Seçim öncesi bu üçlünün ardından, ülkesinden parlamenterlerin seçim gözetmenliği için Venezuela’ya giremeyeceği netleştikten sonra en sert açıklama Şili’den Başkan Boriç’ten geldi.
Latinlerin “28J” seçimi dedikleri seçim gecesi CNE, kendi denetiminde olan, seçim tutanaklarının henüz yüzde 40’ının yayınlandığı siteye “siber saldırı” olduğu gerekçesi ile erişimi kapattı. Site 28 Temmuz’dan bugüne erişime kapalı. Site kapatılmadan önce muhalif aday González yüzde 30 farkla öndeydi. CNE, sandıkların yüzde 80’inin açıldığını “sonucun değişmeyeceğini” belirterek, seçime katılım oranının yüzde 58 olduğunu, Maduro’nun yüzde 51,2, González’in 44,2 oy aldığını ve sonuç olarak Maduro’nun başkanlığını ilan etti.
Maduro, site kapatılmadan önce González’in önde olduğunu halen kabul etmiyor, yalanlıyor. Arjantin köklü ama başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada örgütlü Chequeado (bizdeki teyit.org’dan çok daha kapsamlı çalışma yürüten, dünyada ilk onda, bağımsız, doğruluk denetleyici kurum) Venezuela’lı kaynaklarının seçim sitesi kapanmadan önce González’in yüzde 30 farkla önde olduğunu teyit etti. Latin Amerikalı sol yayınlar da seçim sonuçlarına ilişkin buradan alıntı yapıyor.
Seçimin yapıldığı gece ne Maduro yanlıları ne de muhalif halk sokağa çıkmadı. Dahası, o gece Mária Corina da sokağa çağrı yapmadı, ertesi gün miting çağrısı yaptı. Fakat ertesi gün sabahtan itibaren başta Karakas’ın yoksul mahalleleri olmak üzere kentlerde halk sokağa döküldü ve protestolar başladı. Ardından Maduro polisle birlikte askeri de sokağa çıkardı, sokağa çıkma yasağı ilan etti ve sonuç olarak devlet güçleri kan dökmeye başladı. Bugüne kadar, 20 ölüm ve 2000’in üzerinde gözaltı ve tutuklama var ve bunlar resmi rakamlar. İlk günden itibaren halkın sokaktaki tepkisine, mahallelerden insanların sosyal medyada yayınladığı görüntülerden devletin nasıl saldırdığını görebildik, son birkaç güne kadar tabii.
İki gün önce Maduro yönetimi, sosyal ağlar da dahil olmak üzere Venezuela’daki farklı segmentlerdeki birçok web sitesine erişimi durdurdu. Bunlar arasında, X/twitter, Signal mesajlaşma platformu, Binance kripto para sitesi, The Washington Post gazetesinin de olduğu, 20’nin üzerinde site erişime kapalı. Tabii bu bilgiler iki günlük, sayı daha da artmış olabilir.
Aslında yönetim ilk olarak Mária Corina’nın “seçim tutanaklarının yüzde 83’ü elimizde, yayınlıyoruz” dedikten sonra, verilere ulaşılabilen siteyi kapattırdı. Mária Corina seçimden sonraki gün, kullanılan oyların yüzde 70’ini aldık diyerek González’in başkan olduğunu ilan etmişti.
Bu açıklamadan hemen sonra malum olduğu üzere, ABD’den jet gibi “Venezuela Devlet Başkanı olarak González’i tanıyoruz” açıklaması geldi. Ardından Peru darbeci hükümeti, Venezuela seçim sonuçlarını tanımadığını ilan etti ve Venezuela Peru ile diplomatik ilişkilerini kestiğini duyurdu. Enteresandır, Milei henüz birkaç gün önce González’i başkan olarak tanıdığını açıkladı.
Tabii seçim sonuçların ilanından hemen sonra, Lula, Petro, Obrado üçlüsü Maduro’ya “tutanakları halka aç” çağrısı yaptı. Tutanakların yayınlanması ile ilgili en güçlü tepki yine Şili Devlet Başkanı Boriç’ten geldi ve ardından Venezuela, Şili ile de diplomatik ilişkilerini kestiğini duyurdu.
Bu sırada OAS (Amerika Ülkeleri Örgütü) toplantısı yapıldı ve tahmin edildiği üzere farklı görüşler nedeniyle Venezuela seçimlerine ilişkin karar alınmadan dağıldı.
Maduro birkaç gün önce seçim sonuçlarına ilişkin Yüksek Adalet Mahkemesi’ne başvuru yaptı. Muhalif González yanıt dahi vermeden mahkemenin çağrısına uymadı. Diğer adaylar geldiler. Burada bir parantez de Komünist Parti’nin desteklediği aday Enrique Márquez’e açmak lazım. Seçim sonrasında Maduro’ya “tutanakları yayınla” diyen Márquez, tıpış tıpış Maduro’nun sahnelediği oyunun parçası olarak mahkemenin çağrısına uydu. Bu arada mahkeme henüz bir karar açıklamadı.
Venezuela ve dünyanın geri kalanında, sosyalist parti/örgütlerin ve komünist partilerin açmazları
Venezuela’da Chavez’in ikinci döneminden itibaren kendi solundaki partilerle problemler başlamıştı. Bunların içinde Chavez hükümetine bakan veren örgütler de olduğunun altını çizelim. Son başkanlık seçiminden önce, Nisan ayında; antikapitalistler, Troçkistler ve Leninistlerin olduğu 4 sosyalist parti/örgüt seçimde nasıl tavır alacaklarına ilişkin toplantıların sonucunda, “bu seçimde işçi sınıfının adayı yok” diyerek “aktif boykot” kararı aldılar ve gerekçelerine dair bir deklarasyon yayınladılar. Hem “Maduro diktasına oy yok” hem de “emperyalist sağa oy yok” denmesi sıkışmışlığın ve çözümsüzlüğün bir ifadesi aslında. “Parti ve örgüt” diye kullanmamın bir nedeni, bu yapılardan birinin birkaç yıl önce partileşmesine Maduro’nun izin vermemiş olması aslında.
Komünist Parti’ye gelince, 2022’den bu yana Maduro’dan desteğini çekmiş durumda. Bu seçimlerde Márquez’le bir protokol yaptıklarını ve seçimde destekleyeceklerini açıkladılar. Protokolde kabul edilen maddelerde mealen, “ülke sermayesi ve halk birlikte bu çıkmazdan kurtulacak” ibaresi yer alıyor. Evet, “işçi sınıfı”na dair bir cümle olmadığı gibi, sermaye ile ittifak yapmayı onaylayan bir programda uzlaşmışlar.
Şimdi gelelim dünyadaki duruma, Şili’den başlayarak. Şili’de Komünist Parti Boriç’in iktidar ortağı ve yukarıda belirttiğim üzere, seçim sonuçlarını en sert tepkiyle karşılayanlardan biri Başkan Boriç. KP, hükümet toplantılarında ve basına yansıyan sözlerinde Boriç’e sert sözlerle karşı çıksa da hükümetten ayrılacağını söylemedi fakat halen durumları belirsizliğini koruyor.
Sol demokrat hükümetlerden, sosyalist partilere dünyada epey bir kafa karışıklığı olduğu kesin, bunda ABD emperyalizminin çok büyük etkisinin olduğunu görmek zor değil. Türkiye’de takip edebildiğim kadarıyla çoğunluk sol/muhalif yayınlarda (ki, bir kısmı sosyalist parti/örgüt yayınları) açık Maduro eleştirisi olsa da KP yayını Sol Haber “dimdik” Maduro’nun arkasında duruyor.
Son olarak, Venezuela halkının yaşadıklarına baktığımızda halihazırda ülkemizde yaşananlarla benzerlikleri okumak bir çocuğun yapabileceği kadar kolay. Venezuela halkları için, önümüzdeki zamanlarda sadece başkanlık seçimi meselesi ile sınırlanamayacak, yakın zamanda aşılamayacağı kesin bir dizi zorluk var.
Venezuela vesilesi ile; bu durumu değiştirmenin/çıkmazdan kurtulmanın tek yolu Venezuela’da ya da Türkiye’de öncelikle sosyalistlerin ciddi bir özeleştiri sürecini işletip, birlikte mücadele etmenin yollarını arayarak, işçi sınıfının iktidarını kuracak bir sınıf örgütlenmesini “hatırlamaları” olacaktır kanımca.