2023 yılının Ekim ayının yedinci sabahı, Yom Kippur Savaşı’nın ellinci seneyi devriyesinin şafağında başını gerici Hamas’ın askeri kanadı İzzettin Kasım Tugaylarının çektiği, İslami Cihad’a bağlı Kudüs Tugayları, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne bağlı Ebu Ali Mustafa Tugayları, Demokratik Kurtuluş Cephesi’ne bağlı Ulusal Direniş Tugayları ve dahi diğer pek çok irili ufaklı Filistin Direniş örgütlerinin askeri kanadından müteşekkil Filistinli Direniş Grupları Müşterek Odası’na bağlı hareket eden Filistinli savaşçılar, Siyonist İsrail devletinin, on yıllardır uğruna milyar dolarlar harcadığı en yüksek teknolojik sistemlerle abluka altında tuttuğu Gazze sınırını en az 27 noktadan delmeyi başararak “Aksa Tufanı” adını verdikleri geniş çaplı bir saldırı başlattılar. Yerel saatle sabah 06:30’da Siyonist rejimin hakkında asla delinemeyeceğine ilişkin efsaneler düzdüğü “Demir Kubbe” isimli hava savunma sisteminin art arda ateşlenen binlerce roketle delik deşik edilmesiyle başlayan saldırının devamında savaşçılar alçaktan uçan iptidai motorlu planörler, motosikletler ve ucuz yollu Pick-up’lar vasıtasıyla Siyonist işgalindeki topraklara sızmayı bildiler.
Gün boyu süren saldırılar kapsamında Filistinli savaşçılar, Siyonist işgalindeki Filistin topraklarının güney nahiyesindeki 50’den fazla karakol ve askeri noktaya saldırmayı bazılarını ele geçirmeyi başarırken onlarca Siyonist asker ve polisi etkisiz hale getirdiler. Bazıları üst düzey görevli bir o kadar Siyonist muvazzaf güvenlik görevlisini esir alarak Gazze topraklarına nakletmeye muvaffak oldular. Gazze sınırına yakın Ashdod, Aşkelon, Berşeva ve civarlarındaki yasadışı Siyonist yerleşim alanlarına da sızan savaşçılar buralarda aralarında sivillerin de bulunduğu ancak kahhar ekseriyeti İsrail ve Filistin arasındaki sözleşmelere hatta Siyonist Rejimin hukukuna göre dahi yasadışı olan yerleşim birimlerinde meskûn paramiliter Siyonist’in yüzlercesinin ölümüne, binlercesinin yaralanmasına neden olurken yine yüzlercesini de esir aldılar.
Söz konusu “Aksa Tufanı” operasyonu, Siyonist işgali altındaki Filistin toprakları ile Mısır ve Akdeniz arasında 41 km uzunluğunda ve 10 km genişliğinde bir bölgede Yaklaşık 2,3 milyon kişiyi barındıran, dünyadaki en yüksek nüfus yoğunluklarından birine sahip Gazze’ye ve her geçen gün yasadışı yerleşim birimleriyle daha da daraltılan Batı Şeria’ya sıkıştırılan buralarda nüfusun yaklaşık yüzde 80’nin uluslararası yardıma bağımlı ve yaklaşık bir milyon kişinin de günlük gıda yardımına muhtaç olarak yaşamaya mahkum edildiği, günde ortalama sadece 13 saat elektriğin verilebildiği, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir insanın içmek, yıkanmak, yemek pişirmek ve banyo yapmak için günde 100 litre suya ihtiyacı olmasına rağmen günde ancak ortalama 88 litre suya erişebilen, en temel insani yaşam koşullarından dahi mahrum bırakılarak yaşamaya mahkum edilen tüm bu süreğenleştirilmiş ağır insani koşulların üzerine muayyen aralıklarla türlü bahanelerle bombalanan her yıl binlercesi Siyonist işgalciler tarafından katledilen, tutuklanan tüm dünyanın gözleri önünde bir açık hava cezaevinde yaşamaya mahkum edilmiş, gündelik yaşamın kendisinin bizatihi bir işkenceye dönüştürüldüğü şartlar altında insanlık onuru, haysiyeti, yaşam hakları her gün çiğnenen Filistinlilerin, onlar her kimse “uluslararası toplum” tarafından bu makus kadere terk edildiği, aynı muhayyel toplum tarafından Filistin sorununun gitgide “donmuş bir çatışma” olarak sönümlenip gitmesi umularak utanç verici bir sessizlik içerisinde unutulmaya yüz tuttuğu koşullarda bir haykırış olarak yükseldi. Savaşçılar böylece tüm dünyaya ve o kıymeti kendinden menkul hayali uluslararası topluma “Bir Filistin vardı. Bir Filistin gene var” mesajını dehşetli ve sarsıcı bir biçimde verdiler. Yok sayılan varlıklarını yeniden dosta ve düşmana hatırlattılar.
Ne var ki Filistinliler bu eylem vesilesiyle yükselttikleri öfkeli sesle kendilerini yeniden keşfeder ve belki de en çok kendileriyle konuşurken, bu konuşmayı her günkü acılarına bigâne kalan tüm sessiz dünyanın gündemine soktular. Bir yandan her şeyden haberdar olduğuna, her şeyi kontrol altında tutmaya ve yönetmeye muktedir olduğuna, asla diş geçirilemeyeceğine, mukadder, mutlak hâkim, yenilmez olduğuna inanılan işgalci düşmanı gafil avlayarak hakkındaki efsaneleri yerle yeksan edip, Filistin halkına direnmek için cesaret, azim ve kararlılık kazandırırken, düşmanı sınırlandırıp, onunla şimdi gerçekten konuşmaya başlar ve şimdi gerçekten konuşmaya çağırırken, diğer yandan da ortaya çıkan irkiltici, şok edici vahşet görüntüleriyle kimi “dünya sakinlerinin” tadını kaçırdılar. Onlara rahatsızlık verdiler. Dünyanın dört bir yanında ezilenlere sabah akşam direnişin kifayetsizliğini, sinizmi tembihleyen, onlara adlarına konuştukları sahiplerinin sesiyle parmak sallayıp duran komplo teorisyenleri, kravat-ceket medya bilirkişilileri, medyaşörler ve çok seslilik, çok renklilik, müzakere, dialog ,burjuva demokrasisi, barış içinde seküler yaşam, pax-kapital mavallarıyla beyinleri uyuşmuş tuzu-kuru kimi orta sınıf kesimler en az Siyonist düşman kadar hezeyana kapılıp, feryat, figan içerisinde direnişçilere kahredip, lanetler yağdırdılar.
Tam da burada evine dönen vahşetin ekrana yansımasından rahatsızlık duyan stabil ve steril hayatlarında bu görüntülere maruz kalmak suretiyle tatları kaçan mevzubahis kibar beyefendi ve hanımefendilere bir sırrı ayan etmek gerekebilir. Gocunmayın güzel beyler, hanımlar, alınıp incinmeyin ancak huzur ve sükûnet içinde basit, müreffeh bir yaşam sürme hakları ellerinden alınmış Filistin halkının direnişçileri de tam olarak sizleri, sessizliğiyle örtülü olarak zalimden taraf tutmuş herkesi ve düşmanı rahatsız etmeyi, dehşete düşürmeyi, sarsmayı planlamış, tam olarak buna kast etmiş, buna azmetmişlerdi. Öyle görünüyor ki bunları da başardılar.
Ancak bu yükselen dehşetli sesi duyabilmek, verdiği mesaja kulak kesilip onu anlayabilmek için belki de içinde yaşadığımız çağın ve hayatın gerçeklerine yüzümüzü dönmek gerekebilir. Bu dünyanın gerçekleriyle her an, her fırsatta beynimize zerk edilen kapitalist ideolojinin yarattığı sahte cennet vahası arasında derin bir uçurum var. Bu uçurumu fark edebilmek için her santimi özenle tasarlanmış dekorlar önünde afilli hikayelerini seyrettiğimiz yakışıklı, güzel, genç, sağlıklı batılı erkek ve kadınlardan gözümüzü alıp, her gün sokaklarda karşılaştığımız göz göze gelmekten pek de memnun olmayacağımız, omuzlarını dik tutmakta zorlanan giyim kuşam ve sağlıksız görünen ten renklerini pek beğenemeyeceğimiz gerçek insanlara ve onların gerçek hikayelerine bakabilmemiz gerekebilir.
Bu dünya bizlere vaaz edilenlerin aksine ve sadece Filistin özelinde de değil dünyanın dört bir bucağında dahi metropollerinde güçlünün haklı olduğu, gücü yetenin mukavemet dışında herhangi bir kaide ile sınırlandırılamadığı, derin eşitsizlikler, haksızlıklar üzerine kurulu bir dünya. Hukuk düzeninin gasp, el koyma, mülksüzleştirme, sömürü üzerine kurulu olduğu bir dünya. Bu dünya yarattığı vahşetle yüzleşmeye müstahak bir dünya, bu dünya yarattığı dehşette boğulup gitmeye müstahak bir dünya! Bu dünya örtülü ve açık şiddetin üzerine kurulu bir dünya ve bu dünyada muradımız hilafına da olsa şiddet bir yoldur. Bu dünya yok sayılanlara, görmezden gelinenlere, işgale uğrayanlara, kimliksiz, kişiliksiz bırakılanlara, haksızlığa uğrayanlara, yoksullara ve sömürülenlere çaresizliğini tersine çevirebilmek için başka bir yol bırakmayan bir yerdir. Ezilen ancak bu yolla konuşabilir, sesini ancak bu yolla duyulabilir kılabilir hatta ancak bu yolla bir ses sahibi, kişilik, hüküm ve söz ve bilinç sahibi olabilir. Ezilenin mecburi istikamet olarak sürüklendiği bu yol tüm bu nedenlerle meşru bir yoldur.
Yeniden Filistin özeline dönecek olursak Netflix filmlerinde dahi daha kolay empati kurabilmemiz, seçkin gözlerimize hoş gelebilmesi için kahramanı güzel ve sevimli çocuklardan seçilen, seyreltilen ve stilize edilen hikayelerini izlemeye katlanamadığımız insanlara, tek bir gerçek günlerini dahi yaşamayacağımız insanlara örgüt, eylem, yol ve yöntem salık vermeden önce bu insanlara burun kıvırmadan önce bu insanların kendi değerlerini üstün gören, her fırsatta polis, asker, paramiliter dipçiğiyle “Burada efendi benim” diye yüksek bir sesle haykıran bir işgalcinin zulmü altında yaşadığını, çıplak bir şiddet altında işkencenin gündelik yaşama, evlerin içine, zihinlerine kadar taşındığını hatırlayabilmemiz gerekir. İdeolojik aygıtların kullanıldığı metropollerin aksine bu insanların dolaysız açık zor aygıtlarıyla, tank paletleri, napalm bombalarıyla her nevi en ileri teknolojik silahlarla, baskıyı ve tahakkümü gizlemeye dahi çalışmayan, bunu teşhir etmek isteyen işgalci zorbaların marifetiyle yerlerinden kımıldayamaz hale getirilmeye çalışıldıklarını, ehlileştirilip, terbiye edilmeye çalışıldıklarını, hizaya getirilmeye çalışıldıklarını, süreklileşmiş bir soykırım tehdidi altında yaşadıklarını görebilmemiz gerekir.
Hülasa bu savaşı, gözlerimizin önünde patlayan bu vahşeti bu şiddeti Filistinliler en azından tek başlarına kendileri üretmedi bu onlara uygulanan kahredici baskının bir yansıması, onlara karşı uygulanan kıyıcı, yıkıcı eylem ve politikalar şüphesiz ki zülüm ehline, Siyonist işgalcilere geri dönecekti.
Ve işte şimdi Aksa Tufanı vahşeti evine geri getirdi! Siyonist işgalci bunu bilebilmeliydi ve artık bilmeli! Gözünüze tekinsiz görünen komşunuz bodrum katta işkenceye maruz bırakılırken işgalci durumda olduğunuz verandada partilerken tedirgin olmalısınız! Çünkü yapma çiçeklerle süslediğiniz seranız canlı ve fokurdayan bir volkanın üzerine kurulu; elbette gittikçe sıkışan lavlar fışkırmaya başladığında yapma çiçekleriniz, seranız, karton aslanlarınız lavların içinde erip gidecek ve geriye sadece küller kalacak! Şimdi herkes düşmanını daha iyi tanıyor.
Artık Filistinlilerin çektikleri acının bir adı var! Öfkelerinin bir adı var! İster simgesel anlamda ister somut anlamda artık Siyonist işgalcilerine çizdikleri bir sınır var! “İnsan zorunlu olarak tanıyan ve zorunlu olarak tanınan” bir varlıktır. Şimdi Siyonist işgalci, ötekini tanımak zorunda kalacaktır. Şimdi Filistinliler dünyanın dikkatini tekrar kazandılar. El-nihayet bu eylemin politik sonuçları doğacaktır. Bu yeni merhalede Arapları insan olarak göremeyen İsrail Savunma Bakanı’nın küstahlığı bir yanıt almış olacaktır. Şimdi tabilikten, ataletten, pasiflikten kurtulan Filistinlilerle işgalci arasında gerçek bir konuşma demokratik(!) başlayabilir.
Şan olsun Aksa Tufanı’na!
Yaşasın Nehirden Denize Özgür Filistin
Yaşasın ezilenlerin kahhar öfkesi!