Ekoloji mücadelesinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Beyza Üstün ile ekoloji ve kadın kurtuluş mücadelesi üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. İki mücadelenin bütünleşmesine ilişkin sorunları ve geleceği değerlendirdik.
Röportaj: Fatoş Osmanağaoğlu
Ülkemizdeki ekoloji mücadelesinde kadınlar önde; fakat ekoloji mücadelesindeki kadınların, kadın özgürlüğü ya da kadın kurtuluş mücadelesi ile bir bağı yok. Kadınların bu mücadelesi kıymetli olmakla birlikte; dünyadaki örneklere baktığımızda Hindistan’da, Meksika’da ve dünyada Via Campesina Hareketi’nde olduğu gibi Türkiye’de kadın kurtuluş mücadelesi ile ekoloji mücadelesini bir araya getiren bir çalışma yok. Kürt özgürlük hareketi içindeki kadınların teorik alanda bu tarz çalışmaları var, ama onların da sahada ekoloji mücadelesi içerisinde bir karşılıkları yok. Ülkenin Batı tarafına baktığımızda da, ekoloji mücadelesini yürütenler ile feminist ya da kadın kurtuluş mücadelesi yürütenlerin yan yana gelişleri henüz gerçekleşmedi. Peki, kadın mücadelesi ile ekoloji mücadelesi arasındaki bu ilişki nasıl kurulacak?
Analizin bana göre de çok doğru. Kadın özgürlük mücadelesini verenlerle, bu özgürlük mücadelesini devrim boyutuna taşıyan Rojavalı kadınlar da dahil olmak üzere, Batı ve Doğu olarak söylemek kadın özgürlük mücadelesi açısından biraz temkinli olunması gerektiğini düşündürtüyor açıkçası. Kendi özgünlüğünde değerlendirmek gerek, Batıda da örneğin Tortum’da, hayatında sokakla ilişkisi olmayan, evinden çıkmayan kadın yaşam mücadelesi verirken en önde yer alıp kendini siper edebiliyor, o kadına da haksızlık etmemek gerek. Ama şöyle bir gerçeklik var; Kürt özgürlük hareketinde kadın özgürlük mücadelesi önde giden bir süreç. Bunu görmezden gelemeyiz. Son yıllarda yükselen ekoloji mücadelelerindeki kadının yerine baktığımızda ise bir yığın yaşamın içinden, az önce senin de söylediğin topraksız köylü de dahil olmak üzere, ya geçimlik tarım ya da hayvancılık yapan kadının ekoloji mücadelesinde önde olduğunu görüyoruz. Çünkü yaşamına doğrudan değen bir yerden mücadele ediyor. Onun için özgürlük mücadelelerinde yani Rojava’da nasıl kadın önde ise ekoloji mücadelesi diye tanımladığımız, yaşamın üzerinden yürüyen mücadelede de kadını önde görüyoruz. Aslında her ikisi de ekoloji mücadelesinin örgütlü yapısını işaret etmiyor bize. Bana en azından etmiyor. Ama bu süreç örgütlenmeyi getirecek, bu süreç beraberinde kadın özgürlüğü ile ekoloji mücadelesini iç içe geçirtecek. Ben böyle bakıyor, böyle umut ediyor, umut etmenin ötesinde böyle ön görüyorum.
Yani bu buluşma önceliği farklı olsa da diğerine zorunlu bir geçiş ve kavrayışla mı olacak?
Çünkü yaşam alanlarını özgürleştiren kadın, kendi özgürlük mücadelesine de bunu taşıyacak ama bu süreç alacak. Bu iç içe geçişler farklı süreçler izliyor bizde. Kadının önceliği ne ise oradan başlıyor mücadeleye. Ekoloji mücadelesi gibi görünen, köylünün yaşam alanını savunduğu, canını dişine takarak, canı pahasına verdiği mücadelesinde kadın tavizsiz, vazgeçilmez şekilde önde ve başta bu mücadeleyi götürüyor. Öbür tarafa yani kadın özgürlük mücadelesi ve Kürt özgürlük mücadelesine, özelinde Rojava devrimine baktığımızda da yine kadını mücadelenin önünde görüyoruz ama bunu ekoloji mücadelesi ile örtüştürmek için zamana ihtiyaç var. Yani, ekoloji mücadelesi veren kadınla, özgürlük mücadelesi veren kadın ayrı ayrı evrelerde bu iki mücadeleyi örtüştürecek. Bu iki mücadele alanı birbirinden kopartılamaz. Bu coğrafyada ve yakın coğrafyalardaki mücadeleler analiz edildiğinde ikisinde farklı hatlar görüyoruz. Bunu örgütlü mücadeleye taşıyan kesimlerde bu hatlar nasıl görünüyor? Bence, Batıda kadın özgürlük mücadelesi veren örgütlü yapılara ya da yaşamı özgürleştirmek için özgürlük mücadelesi veren sosyalistlere baktığımızda her ikisinde de kadın öncelikli görünüyor ama ekoloji temeli neredeyse hiç olmamış durumda.
Örneğin Hindistan’da endüstriyel tarımın köylerde yaşamı yok etmeye başlaması ile kadın hareketi birlikte büyür ve gelişir. Bize baktığımızda ise büyüyen bir ekoloji mücadelesi var, evet, ama kadınlar bu mücadelede mülkiyeti erkeklere (babasına, kocasına, kardeşine) ait tarlayı savunuyor. Çalışan o. Patriyarka üzerinden bir bağ örülüyor. Aynı şekilde topraksız işçilik yapan kadının da pek çok problemi var. Öncelikli olarak barınma sorunları, ayrıca kadınlık durumları ile ilgili, taciz-tecavüz sorunları, ama bu sorunlar orada yürütülen ekoloji mücadelesinden bir kadın mücadelesi çıkarmıyor.
Kadın ödünsüz önde. Ekoloji mücadelesi diye biz tanımlıyoruz, o patriyarkal bağlar içinde yaşam alanını savunuyor. Kendisi için, ailesi için bunu yapıyor, bunu yapmazsa yıkıma uğrayacağını biliyor. Bunu bir özgürlük mücadelesi ya da kadın hareketi üzerinden yapmıyor zaten. Bence örgütlü bir ekoloji mücadelesi üzerinden de yapmıyor. Ama inanıyorum ki bu mücadeleler zaman içerisinde buluşacaktır.
Hali hazırda, feminist mücadelede de teori ve pratik açısından görünür bir ekoloji mücadelesi yok.
Son 10 yıldır sosyalistlerle ekoloji hareketleri buluşmaya başladı, sosyalistler daha örgütlü biçimde mücadelenin içinde yer almaya başladılar. Feminist örgütlere baktığımızda da yakın zamanda ekofeminizm üzerinden bir kalkışmayı bu coğrafyada okumaya başladık. Ekofeminist perspektife katılmak ayrı bir tartışma konusu fakat bu çalışmalar da teorik düzeyin dışına çıkabilmiş değil.
Bu röportaj Siyaset’in 23. (Mart 2015) sayısında yayımlanmıştır.