Emre ARSLAN yazdı: Güncelin sorunlarına marksist-leninist ilkeler doğrultusunda cevap üretme ve bunu sokakta uygulama ısrarımız geçmişte olduğu gibi bugün de bir kurtuluş yolu olarak karşımızdadır. Özellikle içinden geçtiğimiz baskı ve gericilik yıllarında kuşatmayı parçalayabilmek için bu zorunludur. Ancak bu sayededir ki tarih, yanımıza yeni Sverdlovlar ve önümüze yeni devrimler koyacaktır.
Rusya’da Ekim Devrimi’ne giden süreç kendi içerisinde çetin mücadeleler barındırır. Marksizm teorisiyle silahlanan Bolşevikler, tarihin kendilerine biçtiği rolü leninist bir perspektif ile benimsemiş ve olanca güçleri ile Rusya’da işçi sınıfının çarlık yönetimine karşı örgütlenmesine girişmişlerdir. Şüphesiz, Ekim Devrimi’nin şanlı günleri, bu zaferini dönemden döneme değişen tüm baskıcı politikalara, karşı devrimci hamlelere rağmen devrimci bir inatla kendini işçi sınıfının örgütlenmesine adayan marksist-leninist kadrolara borçludur. Bahsedilen kadrolar birçok maharetli devrimci barındırmasına rağmen Yakov Mihailoviç Sverdlov, Lenin’in fikirlerinin en sadık ve en önde örgütleyicisi olarak ayrı bir öneme sahiptir.
Ural’da devrimci faaliyet
Yakov Mihailoviç, devrimci faaliyetinin başından sonuna dek Lenin’in gazete ve kitaplardaki bütün yazılarının sıkı bir takipçisi olmuş ve o fikirleri hayata geçirmek için çabalamıştı. Lise sıralarında tanıştığı marksist klasikleri tekrar tekrar okumaya başladı. 1900 yılında çıkartılan İskra’nın ilk sayısında Lenin ile tanıştı. Okuduklarını yaşamıyla pekiştirmek isteyen Sverdlov, yaşadığı bölgede bir propaganda eksikliği hissetmiş ve bir arkadaşının evinde illegal matbaa kurmuştu. Henüz genç yaştaki bu girişimi Lenin’in “Ne Yapmalı?” kitabını okumasının ertesine rastlar ve bu tesadüf değildir. Nitekim Sverdlov, bu kitabı okuduktan sonra onu hayatının hiçbir noktasında fikirlerinden ve pratiğinden ayırmamıştır. Lenin’in Ne Yapmalı’daki fikirlerinin en kusursuz maddi karşılığı olmuştur. Özellikle “Kitabı yaşamla sınıyoum, yaşamı da kitapla. Bu benim eğitimim.”(1) sözleri devrimci pratiğinin nasıl da devrimci teoriden ayırmadığını ve onları bir bütün halinde benimsediğini açıklıyor.
“Andrey, (Sverdlov’un Yekaterinbug’daki kod adı) nefesler kesilerek dinleniyordu; Baturin’in, Çerepanov’un, Aveyde’nin ve diğer bolşeviklerin sözlerine kulak veriliyordu. Bugünlerde binlerce Urallı işçi ve köylü ilk defa gerçek bolşevik sözleri duyuyordu. Bu yüzden onların çoğunun yaşamı yeni bir yön aldı. … Sverdlov tarafından yönetilen bolşeviklerin Yekaterinburg Komitesi, “özgürlükleri” kullanıyor ve binlerce Urallı işçi ve köylüyü Lenin’in mücadele bayrağı altında topluyordu. Bolşeviklerin etkisinin arttığı gözle görülüyordu.” (2)
Sverdlov, Ural’ın Yekaterinburg bölgesinin mahallelerinde ve fabrikalarında kısacası halkın ve emekçinin bulunduğu her alanda adını duyuruyordu. Lenin’in mektuplar ile ilettiği direktiflerini gittiği her yere taşıyor ve Bolşevik tarzda örgütlenmeyi yaşadığı bölgede örüyordu. Devrimci dalganın bütün Rusya’yı sarmaya başladığı bu dönemde Ural işçileri de kendilerini içine çekmeye başlayan mücadeleye kulak veriyordu. Tam da bu noktada Yakov Mihailoviç üstün örgütçü yetenekleri ve sağlam teorik altyapısı ile bulunduğu bölgenin işçileri ve devrimcileri arasında öne çıkıyordu. Rusya ve Ural’da değişmekte olan siyasi, politik durumu doğru tahlil edebilme ve proletaryanın da buna uygun bir devrimci pratik ayağını örmesi konusunda çevresine örnek oluyor, yön veriyordu. Sverdlov, bu özellikleri dolayısıyla gittiği her yerde o bölgenin nesnel ve öznel koşullarına uygun leninist tarzda örgütlenmeyi inşa ediyordu. Özellikle 1905 hareketlerinin işçi ve köylü üzerine bıraktığı meşrutiyet mirası, yükselen sınıf hareketi dalgasıyla yok oluyor ve çarlık daha da saldırgan olmaya başlıyordu.
Değişen bu koşullara karşılık Bolşeviklerin yeni bir mücadele hattı yaratma ihtiyacı ise Sverdlov üzerinden bütün Ural’a yayılıyordu.
Cezaevi ve sürgün günlükleri
Yakov Mihailoviç otuz dört yıllık kısa yaşamının altı yılını çarlık cezaevlerindeki hücrelerde, altı yıl kadarını da Sibirya’da sürgünde geçirdi. Özgürlüğünden mahrum bırakıldığı on iki yıl boyunca bir an bile mücadelesinden vazgeçmedi. Bir yandan mektuplar aracılığı ile ülkede ve dünyada neler olup bittiğini öğrenirken, diğer taraftan da marksist-leninist teori üzerine kafa yoruyordu. Bir an olsun mücadelenin gerisine düşmeyen Sverdlov, cezaevinde de devrimciler arasında meydana gelen sol ve sağ sapmaların karşısında duruyordu.
1907-1911 yılları çarlık yönetiminin en baskıcı ve gerici dönemi olarak bilinir. Bu yıllar Stolipin’in gerici diktatörlüğü altında gerçekleşmişti. Devletin saldırılarını arttırdığı bu yıllarda çoğu devrimci cezaevlerine atılmış ve kendi hareketlerini değişen koşullara göre yeniden şekillendirme arayışına girmişti. Rusya’daki devrimci siyasetler içerisinde en direngen ve kitle çizgisinde durmaya gayret eden Bolşevikler idi. Nitekim bu gerici saldırılardan en büyük payı alan Bolşeviklerin çoğu kadroları hapishanelere atılmış, komiteleri dağıtılmış veya sürgüne gönderilmişti. Geri çekilmek zorunda bırakılan örgütte Marksizm, soldan ve sağdan türlü eleştirilere (saldırılara!) maruz kalmıştı. Bu sebeple tartışmalar ilk olarak felsefi boyutta cereyan ederken hedef nihayetinde Marx’ın geliştirdiği “diyalektik materyalizm” oluyordu. Örgüt içerisinde Marksizm’i revize etme çabasına girişenlerin bir kanadını Bogdanov ve onun yandaşları oluşturuyordu. Öte yandan batmakta olan II. Enternasyonal gemisinden kaçışı Marksizm’den de kaçış olarak görenlerin sayısı artıyordu. Eduard Bernstein devrimci Marksist anlayışı reddederek, tedrici reformların kapitalizmi sosyalizme kendiliğinden götüreceği gibi “barışçıl” senaryolar üretiyordu. Kautsky ise üretici güçlerin gelişimine fazlasıyla önem vermesi dolayısıyla niyeti Almanya’da kapitalizmi olabildiğince geliştirmekti. Ona göre sosyalizmin nesnel koşulları henüz oluşmamıştı. Nitekim bu yolun sonunda da kendini Alman burjuvazisinin saflarında bularak tarihe geçiyordu. Bir diğer tarafta oluşan grup ise “Avusturya Marksizmi” olarak biliniyordu. Karl Renner, Rudolf Hilferding, Friedrich Adler gibi isimlerden oluşan bu çevre, Marksizm’in devrimci özünü boşaltarak onu akademik çalışmalar alanına sıkıştırıyorlardı. Diğer revizyonistler gibi Marksizm’in geçmişte kaldığını, eskidiğini iddia eden bu grup, diyalektik materyalizmin yerine Almanya’da yeşeren Neo-Kantçılığı ve Avusturyalı Ernst Mach’ın pozitivizmini enjekte ediyordu. II.Enternasyonal’in fikirlerini III. Enternasyonal’e taşıyarak onu yaşatan (bu olay Kruşçev ile tekrar yaşanacaktı) Buharin’in fikirlerinde de aynı Bogdanov’da olduğu gibi E. Mach izleri görülür. Hegelci diyalektik anlayışa sırt çevirmesi (Lenin’e göre hiç kavrayamamıştır bile) dolayısıyla sosyolojik olaylara mekanik ve ekonomik gelişmelere determinist pencereden bakıyordu.
Kuşkusuz Marksizm’in idealist revizyonunu içeren bu yaklaşımlara karşı Sverdlov ve çevresi sessizliklerini korurken bir şeylerin yanlış olduğunun farkındalardı ancak karşı argüman üretmek için zamana ihtiyaç vardı. Lenin’in, Marksizm’in eskide kaldığını iddia eden sapmalara karşı kaleme aldığı “Materyalizm ve Ampriokritisizm” kitabı nihayetinde Sverdlov’a ulaştı. Bu kitap Bogdanov gibilerin materyalizm yerine “inancı” yerleştirdiğini ortaya çıkarıyor ve marksist perspektiften revizyonistlere karşı nasıl tutum alınacağını öğretiyordu. Sverdlov da tekrar tekrar bu kitabı okudu ve devrimci yöntemin aslının diyalektik ve tarihsel materyalizm olduğu fikrini her yerde örgütlemeye her zamankinden daha kararlı bir şekilde devam etti.
Çarlık despotizminin hapishanelerine sığmayan Sverdlov, birçok kez Narim ve Maksimkin Yar bölgesine sürgüne gönderildi. Yakov, sürgündeyken akıp giden hayattan koparılmış olmanın moral düşüklüğü ve yoksulluğun da etkisiyle ağır hastalıklarla boğuşmuştur. Fakat her ne olursa olsun bölge gençlerine öğretmenlik, hastalara doktorluk yaparak çevresinin güvenini kazanıp onlarla sosyal bağlar kurmayı ihmal etmiyordu. Çevresinde hiçbir yoldaşı olmadığı halde bile yaşayan devrimci ruhu kaybetmiyor ve tek başına bir Bolşevik Parti gibi hareket edip çevresine fikirlerini yayıyordu.
“Barometreler fırtınayı işaret ediyor!”
Şubat Devrimi kapıyı çaldığında Bolşeviklerin önderliğinde Petrograd proletaryası despotizme son yumruğunu indiriyor ve bunun gürültüsü bütün ülke topraklarında yankılanıyordu. Devrimin hemen ertesinde paramparça edilen despotluğun yerini almak üzere işçi ve asker vekillerinden oluşan Sovyetler kurulmuştu. Fakat Sovyetler’in yanı sıra bir de burjuvazi ve toprak sahiplerinden oluşan bir yapı iktidara ortak çıktı. Sovyetlerin çoğuna, iktidarı gönüllü bir şekilde burjuvaziye devreden menşevik ve sosyalist devrimciler hakim olduğundan ikili iktidar dönemi böylelikle aynı yılın ekim ayına kadar oluşturuldu.
Şubat’tan sonra özgürlüğünü kazanan Sverdlov, Lenin’den herhangi bir direktif veya haber gelmemesine rağmen bundan sonra ne yapılması gerektiği konusunda netti. Oysa Lenin, henüz Nisan Tezleri’ni yazmamış ve geçici hükümetin yıkılması gerektiğini, bütün iktidarın Sovyetler’e verilmesi gerektiğini vurgulamamıştı. Bolşevikler arasında da Şubat Devrimi ile gelen görece özgürlük birtakım yarılmalara yol açsa da Sverdlov’un içinde sarsılmaz bir sınıf bilinci hakimdi. Dolayısıyla o, Krasnoyarsk’da yoldaşlarına seslenirken geçici hükümetin burjuva emperyalist bir hükümet olduğunu ve sınıf bilinçli proleterlerin böyle bir hükümeti desteklememesi gerektiğini vurguluyordu. Ayrıca yine “bazı” devrimciler, yeni oluşan hükümete baskı uygulamak veya onu işçiler lehine politikalar üretme yoluna itme gibi saçma fikirler ile amansız mücadelelere girişiyordu. Oysa işçi ve emekçilere yeni bir dünya verecek olan devrim bu değildi fakat ufukta yeni devrimler yaklaşıyordu. Lenin’in ifadesiyle; barometreler fırtınayı işaret ediyordu.
Devamında doğrudan Lenin’in Sverdlov’a önermeleri üzerine Petrograd’ın işletme ve fabrikalarında proleter kitlelerin geniş çapta birleşmesi ve örgütlenmesi için işçilere inisiyatif veren komiteler oluşturuldu. Sverdlov ve diğer Bolşeviklerin bu örgütlenme çalışmaları aynı zamanda Ekim’e giden sürecin zeminini oluşturuyordu. Klavdiya Sverdlova anılarında Lenin’in Sverdlov için söylediği şu sözleri aktarıyor;
“Lenin Sverdlov’u değerlendiriken kimsenin partimizi Y. M. Sverdlov gibi mükemmel bir şekilde şahsında barındırıp temsil etmediğini, Sverdlov’un dışında hiç kimsenin devrimimizin ve onun zaferinin seyri boyunca proleter devrimin en önemli özelliklerini böyle eksiksiz izah edemediğini belirtmesi boşuna değildi.”(3)
Sonuç yerine
Yakov Mihailoviç Sverdlov kısa yaşamını devrimci yönteme sadakat ile donatmıştı. Bugün bizlere bıraktığı en büyük mirası da onun bu yönteme olan sadakatidir. Zamanın değişen koşulları, devrimci teori ve pratik içerisinde yeni tahribatlar zemini yarattı ve yaratmaya devam edecektir. Buradan bizlere düşen görev ise Sverdlovlar’ın zamanında inatla savunduğu üzere diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemi uygulamak ve günümüz sınıf mücadelelerinin ihtiyaçlarını bu yolla karşılamaktır. Güncelin sorunlarına marksist-leninist ilkeler doğrultusunda cevap üretme ve bunu sokakta uygulama ısrarımız geçmişte olduğu gibi bugün de bir kurtuluş yolu olarak karşımızdadır. Özellikle içinden geçtiğimiz baskı ve gericilik yıllarında kuşatmayı parçalayabilmek için bu zorunludur. Ancak bu sayededir ki tarih, yanımıza yeni Sverdlovlar ve önümüze yeni devrimler koyacaktır.
- (1)Klavdiya Sverdlova, Urallı Delikanlı, s.30
- (2)Klavdiya Sverdlova, Urallı Delikanlı, s.43,
- (3)Klavdiya Sverdlova, Urallı Delikanlı, s.371