Korkut AKIN yazdı: “Necla Akdeniz’in romanı, kendince yaşamını anlatan kahramanın öyküsü… Bildiğinizi var sayıyorum: ölümlerde, “tereddüt çizgisi” vakanın intihar olup olmadığını ayıran belirteçtir. Bu kadar spoiler yeter.”
“Bir zamanlar masal masal içinde, zaman zaman içinde, evren evren içindeyken, bu evrenlerin birinde mavi mavi gülümseyen utangaç bir gezegen varmış” diye başlamış Necla Akdeniz, yeni romanı “Tereddüt Çizgisi”ne. Bizi, bize kendi dilince anlatırken, aslında bir de birbiri ardına soru işaretleri serpiştirmiş aralara. Okur, kendi yaşam(ından kesit) öyküsünü okurken kendi düşünü kursun istemiş. Merak, heyecan, arzu ile deviriyorsunuz sayfaları… Yazar, ayna tutmuş diyecektim, ama okur kendi öyküsünü kendisi kurduğu için aynanın bir tarafı var, oradan ne görüyorsanız artık.
Edebiyatın yol ayrımı üç seçeneklidir: Romantik, trajik ve traji-romantik. Kızla oğlan, oğlanla oğlan, kızla kız karşılaşırlar bir zamanda, bir mekânda. Elleri ayakları karışır birbirine, ne yapacaklarını bilemez halde, hem birbirlerinin peşine düşer hem dağları, nehirleri, ormanları aşarlar. Yazar, bir yerde, bir şekilde birbirlerinden de birbirlerinin yollarından da ayrıldıklarını, edebiyatın da tam da burada, bu anda başladığını kabul ediyor. Yazarın düş(ünce)lerini kendisine bırakalım, biz romanın akışına kaptıralım kendimizi…
İçiniz nasıl…
…barışık mısınız içinizle? Dünyaya, yaşadıklarınıza, beklentilerinize, umutlarınıza, sosyal, siyasal, kültürel ya da aklınıza gelen diğer tüm olgularla karşı karşıya; yaşadıklarınızı nasıl yorumluyorsunuz? Olanlar ve/veya yaşananlar sizi ne denli etkiliyor veya belirliyor? Sizi size anlatan bir romanda düş(ünce)lerinizle karşılaştığınızda, “acaba yazar beni mi göz(et)liyor” düşünmeden duramıyorsanız, iyi bir roman, gerçekçi bir öykü okuyorsunuz demektir. İyi bir betimlemeyle, “kulakları soru işaretine dönüşürdü beni dinlerken” (s. 7) cümlesiyle bunu, daha baştan belirliyor Necla Akdeniz. Kadın ve/veya erkek diye ayırmaksızın okudum romanın kahramanını; belki kadındı, ama en az benim kadar bendi; belki erkekti, sahiden de en az benim kadar bendi yine. Cinsiyeti önemli mi sizce? Sahi, cinsiyet mi belirleyici gündelik yaşamda veya gelecek yaşamınızda? Beni belirlemiyor, umarım sizi de belirlemiyordur da, sizi size anlatan romanın içinde kendinizce oluşturduğunuz soru işaretlerini kaldırırsınız aradan; güneş açar yeniden.
Sesler sahipsiz midir?
Müthiş betimlemeler var romanda okuru sarıp sarmalayan, alıp götüren. Seslerin önemini ve gerekliliğini fark ediyorsunuz, her ne kadar sessizliği isteseniz de… Çünkü “Sessizlik her yerdedir ama kimse erişemez ona; dokunamaz, duyamaz, göremez…” (s. 125) Doğaldır ki, bildiğimiz ve tanıdığımız sessizlik asla sonsuza dek bizimle beraber olamaz. İşte, en tam da buradan yola çıkarsak, hakikat üretilendir, anbean yaratılandır ve biz (inanın buna) kendi dünyamızda kendi gerçeğimizi kendimiz yaratıyoruz, yani rüya içindeyiz, düşler kuruyoruz ardı ardına.
Ahmed Arif’in dizelerinden Fikret Kızılok’un yorumuyla kulaklarımızın pasını silen “Rüya, bütün çektiğimiz. / Rüya kahrım, rüya zindan. / Nasıl da yılları buldu, / Bir mısra boyu maceram… / Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, / Bilmezler nasıl sevdik, / İki yitik hasret, / İki parça can.“ şarkıyı burada anmamak olmaz. Ahmed Arif kadar Fikret Kızılok da ve en az onlar kadar Necla Akdeniz de haklı… tabii, biz okurlar da. Düşlerimizde kuruyoruz geleceği ve o düş(ünce) dünyası belirliyor yaşamımızı.
Akdeniz, kahramanına (ne kadar kendisi acaba, sorsak mı, ne dersiniz?), “Kurdun kuşun balığın, ağacın denizin dağın, taşın toprağın suyun, kısaca katledilen her canlının günahını boynunda taşıyanlarla aynı gezegende yaşamak istemiyorum. Kimse farkında değil ama görüyorum onları” dedirtiyor. Ben de öyle, eminim siz de görüyorsunuzdur muhakkak, “bir kelebeğin çıt eden kanadını, göç yollarını şaşıran kuşları, şehirlerde kaybolan hayvanları, bir avuç toprağa muhtaç çiçekleri, çöp tenekelerinden beslenen insanları…” (s.84)
Ey okur, sen de diğer herkes gibi kendini ayırıyor, ayrı bir yere oturtuyor ve yaşama, dünyaya, uçana kaçana, taşa toprağa, ses çıkarana sessiz kalana farklı baktığını -içinden de olsa- yineliyorsun. Haklısın kendince, ama sorunun tam sırası: Kim haksız ki? “Hangi yaratıcı cezalandırabilir kendi doğurduğunu?” (insanın dışında)
Hayatın gerçeğine inmek…
Necla Akdeniz’in romanı, kendince yaşamını anlatan kahramanın öyküsü… Bildiğinizi var sayıyorum: ölümlerde, “tereddüt çizgisi” vakanın intihar olup olmadığını ayıran belirteçtir. Bu kadar spoiler yeter.
İlkin “Gök Kuşaksız”, ardından “Kaotika” ve şimdi de yeni bir dil geliştirdiği “Tereddüt Çizgisi” ile bizlere gelen Necla Akdeniz, kendisini de aşıyor. Okuru etkilemek değil çabası, okurun düşünmesini sağlamak ve kendi yaşamını kendisinin görmesini sağlamak. Etkisi uzun sürecek bir roman.
Tereddüt Çizgisi,
Necla Akdeniz
Roman
Agora Kitaplığı, Nisan 2022, 170 s.