Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı? Şu sıralar hem dünya hem biz bu konuyu tartışıyoruz.
Nasıl tartışmayalım ki?
İsrail ile Lübnan arasında giderek artan çatışmanın, Ukrayna-Rusya savaşının, Kuzey ve Güney Kore arasındaki gerilimin, Çin’in Tayvan üzerindeki baskısının bir anda küresel bir çatışmaya dönüşme ihtimali hiç de yabana atılacak cinsten değil.
Yaşlı dünya bu zor zamanları aşmayı bir şekilde becerse dahi ne yazık ki önümüz parlak değil.
Dünya nüfusuna 2050’de en iyimser tahminle 2 milyar insan eklenmiş olacak. 9 milyar insanı doyurabilmek için gezegenimizin bize bugün ürettiğimizin 1,5 katı mahsul bahşetmesine ihtiyacımız var.
Sizce bahşeder mi?
Dünyanın en kalabalık bölgelerinde kuraklığın hüküm sürdüğü zamanlardan geçiyoruz.
Pakistan kavruluyor, Hindistan’ın tarım rekoltesi dörtte bir azalmış, Çin’de bazı bölgelerde kuraklık bazı bölgelerde ise seller nedeniyle pirinç tarlaları zarar görmüş durumda…
Geçenlerde bir belgesel izledim. Araştırmacı gazeteci Nate Halverson’ın “The Grab” isimli ödüllü belgeseli dünyadaki gıda krizini anlatıyordu.
“20. yüzyılda dünya için petrol nasıl bir öneme sahipse 21. yüzyılda da gıda aynı öneme sahip olacak” diyor Halverson.
Belgeselde o kadar çarpıcı bilgiler paylaşılıyordu ki, hangisinden bahsetsem bilemiyorum. Bir kısmını aktarayım:
Çin, ABD’nin en büyük et üreticisi WH Group’u 2013’te 7,1 milyar dolar vererek satın almış. Yani ABD’de tüketilen her dört domuzdan birinin sahibi şu anda Çin.
Suudi Arabistan bağlantılı yatırımcılar ABD’nin Arizona eyaletinde 39 bin dönüm tarım arazisini kapatmışlar. Arizonalı çiftçiler Suudi şirketin yeraltı sularını umarsızca tüketmesi nedeniyle tarlalarını sulayamıyor, kuraklıkla boğuşuyormuş.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla yaşanan tahıl krizini biliyoruz. Peki, bu saldırının sebeplerinden birinin Rusların Kırım işgali sonrası Ukrayna’nın Kırım’ı sulayan barajı kapatması olduğunu hiç duyduk mu? Ve Rusya’nın saldırı başlattığında ilk işinin bu barajı patlatmak olduğunu…
The Grab’in başında bir yerde Nate Halverson “Bir araştırmacı gazeteci olarak öldürülme endişesine beni en çok sürükleyen haber bu oldu” diyordu. İçimden “Yahu dünyadaki kıtlığı anlatan bir belgeselden ötürü bir gazeteci öldürülmekten niye korksun? Amma abartmış” diye geçirmiştim.
Yanılmışım…
Bazı devletler paravan şirketler aracılığıyla paralı askerler tutarak dünyanın farklı bölgelerinde tarım arazilerini ele geçirmeye çalışıyormuş.
Mesela Afrika… Ne kadar yazık bu kıtaya… Önce madenleri için beyaz adamın zulmüne maruz kaldılar, şimdi de yeraltı suları ve tarıma elverişli arazileri için silah zoruyla bin yıllardır işledikleri topraklardan kovuluyorlar.
ABD ordusunun bizzat karışmak istemediği “pis işlerini” devrettiği paralı asker şirketi Blackwater’ın kurucusu Erik Prince şimdi de “gıda işine” girmiş. Frontier Resource Group isimli şirket üzerinden Zambiya halkının tarım arazilerine çökmek için ülkedeki berbat tapu sisteminin açıklarından ve tabii silahlı askerlerden yararlanıyormuş.
Daha ne anlatayım?
Mesela Rusya ABD’den kovboy ithal ediyor, desem inanır mısınız?
Ama doğru. Değişen iklim şartları nedeniyle Arktik bölgesindeki donmuş çayırların bir süre sonra hayvancılığa elverişli hale geleceğini hesap eden Rusya yakın zamanda dünya ekonomisini büyükbaş hayvancılıkla yönetmenin planlarını yapıyor.
Büyükbaş hayvancılık işini de Amerikalılardan daha iyi bilen olmadığına göre… Evet, Rusya basbayağı video konferansla görüşme yaptığı kovboyları ülkelerinde çalışmaya davet ediyor.
Tüm bunlara bakınca Üçüncü Dünya Savaşı’nın din, etnik köken, kutsal topraklar yerine -veya olur da bu sebeplerden çıkmazsa- tarıma elverişli arazileri ele geçirmek için çıkabileceğini düşünmek size çılgınca geliyor mu?
Üstelik bugün dünya üzerinde üretilen gıdanın üçte biri çöpe gidiyor!
Evet. Doğru okudunuz.
Her on kişiden birinin yatağa aç girdiği…
Beş yaş altındaki çocuk ölümlerinin neredeyse yarısının gıda yetersizliğinden kaynaklandığı…
Üç milyar insanın sağlıklı beslenecek ekonomik gücünün olmadığı bir dünyada tüm açları doyurabilecek kadar yiyeceği çöpe atıyoruz.
Bugün tüm dünya liderlerinin kafa kafaya verip 25 yıl sonra bizleri nasıl doyuracaklarının hesabını yapması gerekirken senin kutsalın, benim kutsalım diyerek birbirlerinin gözünü oymak istedikleri bir gezegende yaşıyoruz.
Bugün her dinde asıl kutsal olanın kimliğine, aidiyetine, nereden geldiğine, kim olduğuna, neye inandığına bakmaksızın aç olanı doyurmak olduğu bir dünyada koskoca bir kıtlık tehlikesi kapıda, kapıda bile değil, bir ayağı içeride iken bizim derdimize bakın!
Benimkiler doysun da seninkiler ölürse ölsün diye diye geldiğimiz noktada bu gezegen bizi daha fazla üstünde istemiyorsa haksız mı?
Bastırdığınız dolarları, çıkardığınız altınları yiyemeyeceğiz.
Ürettiğiniz silahlar, bombalar bir deri bir kemik kalmış evlatlarımıza çare olamayacak.
Çatlamış toprakları döktüğünüz kanla sulayamayacaksınız.
Çok yakında her şey için çok geç olacak. Görmüyor musunuz?
Görmüyorlar.
İyi haftalar…