Tuncay Yılmaz yazdı: Böyle bir süreci örgütleyebilecek, yönetebilecek tek güç “Birleşik Direniş Cephesi”dir. Tüm dağınıklığımıza rağmen bu güne kadar gösterdiğimiz kararlılık ve direniş bu tarihsel görevi yerine getirebileceğimizin en büyük işaretidir. Şayet bunu beceremezsek hiç birimiz tarih önünde hesap vermekten kaçamayız.
Artık aşamalandırmaya, benzeteme yapmaya gerek yok. Yaşanan düpedüz faşizmdir! Erdoğan/AKP ve arkasındaki devlet/sermaye güçleri ülkeyi faşizmle yönetmeye karar vermiş durumdalar.
Belli ki yaşayacaklarımız yaşananlardan daha da zorlu olacak. Ya direnip faşizmi yeneceğiz, ya da çarkları arasında ezileceğiz!
AKP dün gece kendi “kristal gece”sini başlattı. Muhaliflerinin en kararlı ve örgütlü kesime yönelik cepheden bir savaş ilan etti, HDP Eşbaşkanları dâhil çok sayıda milletvekilini gözaltına aldı. Erdoğan bu hamlesiyle adeta kendi ölüm perendesini attı. Hamlesini sonuna kadar götürebilir ve başarılı olursa faşist diktatörlüğünü ilan eder. Ama şu ya da bu sebeple sendeleyip düşerse bir daha ayağa kalkamaz!
Daha fazla zaman kaybedemeyiz
15 Temmuzdan bu yana faşizm üzerimize abanıyor ve biz ard arda gelen saldırıları protesto etmek dışında gidişatı durduracak, süreci tersine çevirecek etkili bir karşılık üretemedik.
Ancak artık tuzun da koktuğu noktaya geldik!
Uzun ve ayrıntılı tahlillere girmeden, bu felç durumunu aşacak yol ve yöntemler bulmaya odaklanmalı ve aman kaybetmeden harekete geçmeliyiz. Aksi takdirde yarın hepimiz için çok geç olacak!
Saldırılara karşı ortak bir direniş cephesi örülmesi konusunda aslında hemen bütün muhalefet ağız birliği etmiş durumda. Buna rağmen üzerimizdeki bu ölü toprağını silkinip atamıyoruz. Tarihin böylesine hızlı aktığı süreçlerde alınan bir pozisyonu gelişmelere göre gözden geçirip yenilememek eşyanın tabiatına aykırı. Etkili bir cephenin bugüne kadar realize edilememesine yol açan en temel iki gerekçe de gelişmeler karşısında kendisini sorgulamakla yüz yüze artık!
Bu gerekçelerin neler olduğunu Siyasi Haber’de yayınlanan “Demokrasi Cephesi ve Anti-faşist Direniş” yazımda ayrıntılarıyla anlatmıştım. Ancak burada kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse bu iki temel gerekçeden birincisi “Kürtlerle aynı fotoğraf karesine girmek istememe”, ikincisi ise, faşizmi durdurabilecek yegâne güç olan kitlesel direnişin önüne gerçekliğinden ve mevcut düzeyinde kaldırabileceğinden fazla bir mücadele enstrümanı/perspektifi koyma anlayışıydı.
Faşizme karşı direnişte birleşmesi gereken güçler ortak bir hareket merkezi oluşturmak için yan yana geldiğinde masaya boca olan bu farklılıklar güçlü ve kararlı direniş odağı oluşmasını engelliyor(du).
Şimdi yeni bir aşamayla karşı karşıyayız. Erdoğan’ın Faşizm koşusu adeta vites yükseltmiş durumda. Öncekiler bir yana, son üç hamle (Diyarbakır Belediye Başkanlarının tutuklanması, Cumhuriyet baskını ve HDP vekillerinin gözaltına alınması) herkesin verili pozisyonu yeniden sorgulamasını zorunlu kılıyor.
Faşizmin sadece “Kürtleri ve yakınındakileri” ezerek geleceğini varsayanlar Cumhuriyet baskınıyla sıranın kendilerine çoktan geldiğini fark etmiş olmalılar.
Hakeza, içinde bulunulan durumun ricat halini görmeksizin en üst perdeden taarruz talimatları vermenin toplumdaki karşılıksızlığı da açığa çıkmış durumda.
Şimdi hepimizin akliselime ihtiyacımız var.
Olup bitene ilişkin “koca koca” tespitlerimize denk bir atak yapmazsak, OHAL’le cisimleşen faşizm bizleri ve toplumu tamamen kötürümleştirecek, hiç bir muhalefet damarının canlı/etkili kalmasına izin vermeyecek.
Direniş odakları tekleşmeli
Bu sürece karşılık üretmek üzere oluşturulabildiğimiz iki direniş kümelenmesi var hâlihazırda: KESK, DİSK, TTB, TMMOB’nin çağrıcısı olduğu “EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇBİRLİĞİ” ve siyasi etki alanları olan kimi bireylerin çağrısıyla yan yana gelen “DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK HAREKETİ”.
Gelinen noktada topyekün direnişte bir güç dağılmasına sebep olan ve etkili bir “direniş odağı” oluşabilmesine anlamlı katkı sağlayamayan bu iki ayrı kümelenme durumunda ısrarcı olmamalıyız. Zaman geçirmeden bu iki kümeyi tek bir direniş odağı, hareket merkezi haline getirilmeliyiz.
Bu tarihsel dönemeçte hiçbir “ama/fakat” bu ihtiyacı öteleyememeli. Bireylerin ya da kurumların katılıp katılmayacağı, o ya da bu siyasi gücün bu işin içinde olup olmayacağı içinde bulunduğumuz sürecin tartışması değil artık. Zaman geçirmeden (mümkünse yarın!) bu iki direniş cephesinin yürütmeleri yan yana gelmeli ve “BİRLEŞİK DİRENİŞ CEPHESİ”ni ilan ederek, somut bir hareket planını Erdoğan faşizmine direniş için yüksek bir potansiyel taşıyan halkla paylaşmalıdır.
OHAL kararını veren ve onun bu kararını destekleyenlerin OHAL’i bir dönem daha uzatmaya cüret edememesini sağlamak zorundayız. Öncelikle kayıplarımızı yeniden kazanacak, ardından demokratik kazanımları sonuna kadar sürdürecek kitlesel, meşru, fiili bir demokratik direniş mücadelesinin yükseltilmesi dönemin devrimci görevidir. Bu direniş yükseldikçe karşımıza çıkacak her türlü mücadele biçimi kabulümüzdür ve hazırlıklarımız da buna göre olmalı.
Bu gidişat ancak ve ancak kitlesel bir karşı koyuşla tersine çevrilebilir. Kitleleri sürece katmayı hesap etmeyen hiçbir plan başarı kazanamayacak, hatta direniş hatlarımızı zayıflatacaktır.
Bu yüzden; kuracağımız “BİRLEŞİK DİRENİŞ CEPHESİ” (ya da adı her ne olacaksa) yeni rejimin simgesi haline getirilmeye çalışılan “15 Temmuz”a karşı, hem FETÖ hem de RETÖ darbecilerinden hesap sorma sürecini başlatmak üzere hazırlıklarını tamamlayarak faşizme karşı olan bütün kesimlerin katılacağı, hayatın her alanını felç edecek, faşizmi devam ettirilemez hale getirecek bir “Toplumsal Demokrasi Grevi”ni örgütlemeyi başarmalı. Bu süreç aynı zamanda fabrika fabrika, işyeri işyeri, okul okul, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev öz savunma ve direniş komitelerini örme süreci olacaktır.
Böyle bir süreci örgütleyebilecek, yönetebilecek tek güç “Birleşik Direniş Cephesi”dir. Tüm dağınıklığımıza rağmen bu güne kadar gösterdiğimiz kararlılık ve direniş bu tarihsel görevi yerine getirebileceğimizin en büyük işaretidir. Şayet bunu beceremezsek hiç birimiz tarih önünde hesap vermekten kaçamayız.