ÇEVİRİ – Emrah ALTINDİŞ’in The New Yorker’daki röportajını Mahir SAYIN çevirdi: “Trump, Erdoğan, Bolsonaro arasında birçok benzerlikler var. Ve maalesef onların da bir rolü var. Bu tarihsel bir andır ve geleceğin tarihçileri bu konuda yazacaklar ve bence ülkede otoriter bir liderin olup olmadığı faktörlerden biri olacak.”
Isaac Chotiner‘in, Boston College Üniversitesi’nden mikrobiyolog Asistan Prof. Dr. Emrah Altındiş ile gerçekleştirdiği röportaj 3 Nisan’da The New Yorker Gazetesi’nde yayımlandı. Röportajın çevirisi aşağıda…
Türkiye’de koronavirüs oteriterizm yönetimiyle buluşuyor
Pazartesi gecesi halka hitabında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye, üretimin sürmesi ve çarkların her durum ve koşulda dönmeye devam etmesi gereken bir ülkedir.” dedi. İki yüzden fazla insanın yeni koronavirüsten öldüğü Türkiye, dünyanın en hızlı büyüyen salgınlarından birine sahip; Erdoğan, buna rağmen acil tedbirlere karşı çıktı ve ülkenin çoğunluğu için sadece “gönüllü karantina” çağrısında bulundu. Muhalif politikacılar, dünya çapında yürürlüğe giren karantina ve sokağa çıkma yasağı da dahil olmak üzere, koronavirüse karşı daha sert tedbirler alınması çağrısında bulundular; ancak Erdoğan’ın denetimini her alana yayması ve rakiplerini hapse atması sonucu muhalefet son yıllarda giderek kuşatma altına alınıp marjinalleştirildi. Geçen hafta, Türkiye yüzlerce insanı sosyal medyadaki salgın hakkında “kışkırtıcı” açıklamalardan dolay tutukladı. Daha sert tedbirler alınmasını talep eden tıp uzmanları, tutuklandıktan sonra özür dilediler.
Kendisi de Türkiye’li olup Boston Koleji’nde biyoloji profesörlüğü yapan ve Türkiye’deki salgını inceleyen Emrah Altındiş’le kısa süre önce telefonla konuştum. Kendisi ayrıca “Türkiye’de Otoriterlik ve Direniş: Demokratik ve Sosyal Sorunlar Üzerine Konuşmalar” kitabının editörlerinden biridir. Görüşmemiz sırasında Erdoğan’ın sağlık sistemini özelleştirmesinin koronavirüse karşı mücadele hazırlığını nasıl etkilediğini, Suriyeli mülteci krizinin Türk toplumunu nasıl değiştirdiğini ve Türkiye hapishanelerinde bir salgın tehlikesi üzerine tartıştık. Görüşme, uzunluğu ve anlaşılabilirliği açısından redaksiyona tabi tutulmuştur.
Türkiye’de şu andaki koronavirüs hakkında bize genel bilgi verebilir misiniz?
Sayılarla başlayalım. Türkiye’de ilk vaka 11 Mart’ta tespit edildi. Bu çoğu ülkede olduğundan daha geç oldu. Ve ilk ölüm 17 Mart’ta gerçekleşti. Ve bugün 31 Mart itibariyle iki yüz on dört kişiyi kaybettik. Teyit edilen vaka sayısı ise 13.531’dir. Bu sayıları diğer ülkelerin yüz vaka tespit ettikten sonraki değerleriyle karşılaştırırsanız, Türkiye şu anda dünyadaki vaka sayısında en büyük artışa sahip olan ülkedir. Yani bu gerçekten çok ciddi.
Ölüm oranı konusunda biraz umutluyuz. Bildiğiniz gibi, bu oran İspanya ve İtalya’da çok yüksektir. Eğer bu resmi rakamlar doğruysa -zira şeffaflık olmadığından bazı insanlar bunu sorguluyorlar- ancak bu sayılar doğruysa, Türkiye’de oran İtalya veya İspanya’dan daha düşüktür.
Dediğiniz gibi, ilk vaka nispeten geç olsa da, virüsün Türkiye’de neden bu kadar hızlı yayıldığı hakkında bir teori var mı?
Bence dünyada şu anda salgını sınırlamanın iki farklı yolu var. İki başarılı model. Bunlardan biri kitlesel test yapan Güney Kore. Günde yirmi bin test yapabildiler. 20 Mart itibarıyla Güney Kore üç yüz elli binden fazla test yaptı. Ancak Türkiye’de bugün yaptığımız test sayısı sadece doksan iki bin, Türkiye nüfusu seksen milyon. Nedenlerden biri budur.
Çin’de Wuhan’da ve şu anda Kaliforniya ve Fransa’da ve ayrıca Boston’da başarılı olan diğer model zorunlu olmayan işleri durdurmayı gerektiriyor. Fakat Türkiye durdurmadı. Restoran ve okulları kapattılar, ancak işçi sınıfı mensupları her gün işe gitmek zorundalar. [Türkiye’de kırktan fazla küçük köy ve kasaba karantina altındadır; ancak Perşembe günü itibariyle, en fazla COVID-19 vakasına sahip İstanbul da dahil olmak üzere, bu hiçbir şehir için geçerli değildir.] Bu insanlar yüksek risk grubundaki insanlara virüsü taşıyorlar ve Türkiye’de işçi sınıfı mensupları her gün işe gittiklerinden, virüsü ebeveynlerine, büyükanne ve büyük babalarına, diyabet, hipertansiyon gibi kronik hastalıkları, kronik akciğer veya böbrek hastalığı olan evdeki insanlara getirecekler. Ve böylece bu hastalık taşıma işini durduramayacağız.
Bir şey daha: bugün itibariyle, on üç binden fazla vakamız var, ama bu gerçekten buzdağının görünen kısmı; Çünkü hastalık bu on üç bin kişiye büyük ölçüde iki, üç hafta önce bulaşmıştı. Virüsün semptom göstermesi için kuluçka süresi yaklaşık altı gündür. İnsanlar belirtiler görüldükten sonra hastaneye gittiler; ancak bu arada bu virüs taşınması işi devam etti ve bu insanlar virüsü çok daha fazla insana bulaştırdılar. Önümüzdeki iki hafta içinde durum daha kötü olacak.
Erdoğan hükümetinin neden ne kitlesel test ne de evrensel olan yerinde karantina tedbiri almadığı ve Başkan’ın neden ciddi sosyal tecrit ve yerel karantina önlemlerinden bahsetmek yerine sadece ekonomi hakkında konuşmaya daha fazla ilgi gösterdiği konusunda bir fikriniz var mı?
Evet, iki farklı teori var. Birincisi, Türk ekonomisinin tam bir tecriti/sokağa çıkma yasağı ve karantina kaldıramayacağını söylüyor. Teorinin biri bu -bunu yapamazlar. Diğer teori, sürü bağışıklığıyla ilgilidir. Zaten altmış beş yaşın üzerindeki veya kronik hastalıkları olan insanlara risk altında olduklarını söylediler. Bundan hiç bahsetmediler ama gizli bir sürü bağışıklığı hesabı olabilir. Bu bir tek adam yönetimidir. Kararları o veriyor.
24 Şubat’ta tıp doktoru olan Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’nin en ünlü gazetecilerinden Ahmet Hakan bir röportaj yaptı ve Wuhan ve İtalya’nın şehirleri tecrit edip karantina uygulayarak harika bir iş çıkardığını söyledi. Ve İran-Kum’da bir vaka ortaya çıktığında İran’ın sağlık bakanını aradığını ve kente tam tecrit uygulama zamanının geldiğini söyledi, ancak İran’ın şehri tecrit etmediğini de itiraf etti; ve hastalık bu yüzden yayıldı. Yani bakan sokağa çıkma yasağının enfeksiyonu durdurmanın bir yolu olduğunun farkında. Ne yazık ki, bir tek adam karar veriyor ve her nasılsa kimse onu şehirde sokağa çıkma yasağı ilan etmeye ikna edemiyor. Bugün büyük bir şehir olan İstanbul belediye başkanı Ekrem İmamoğlu; İstanbul’un nüfusu on altı milyon-
Muhalif bir politikacı, değil mi?
Evet, bugün Türkiye’de üç büyük şehrimiz var: başkent Ankara; İzmir; ve İstanbul. Ve bu üç şehirde muhalif belediye başkanları var. Türkiye nüfusunun üçte biri bu büyük üç şehirde yaşıyor. Ama ABD’de sizin gibi bir sistemimiz yok. Yani, şu anda, California Valisi tüm eyalette sokağa çıkma yasağı ilan edip tecrit edebilir. Fakat Türkiye’de durum böyle değil ve İstanbul Belediye Başkanı buna çabaladı. Enfeksiyonu kontrol edebilmek için şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve giriş çıkışların yasaklanması gerektiğini anladı.
Ve başka bir sorun daha var. Sağlık Bakanı birkaç gün önce, vakaların sayısının sadece altı bin olduğu, yoğun bakım ünitelerimizin yüzde altmış üçünün dolu olduğunu söyledi. Şu anda on üç binden fazla vakamız var ve tüm kapasitemizi doldurmak üzere olduğumuzu söylüyor ve yeni bir dalga daha geliyor.
Erdoğan’a yönelik başarısız darbe girişiminden sonra, basın, akademi ve siyaset de dahil olmak üzere Türkiye’nin bir çok sektörü saldırıya uğradı ve insanlar hapse gönderildi. Bilimsel ve tıbbi alanlarda durum nasıldı?
Her şeyden önce, Türkiye’yi Avrupa Birliği ve O.E.C.D. ülkeleri ile karşılaştırabiliriz. İtalya’nın bin kişiye düşen doktor ve hemşire sayısı Türkiye’den 2,5 kat daha fazla. Veya Türkiye’yi başka herhangi bir O.E.C.D. ülkesi ile karşılaştırdığınızda kişi başına düşen doktor ve hemşire sayısı daha azdır. Bu darbe girişiminden sonra birçok sektörde çok sayıda insan işini kaybetti. Ve buna birçok doktor ve hemşire ile birçok akademisyen de dahildir. Buna ek olarak, örneğin, birçok akademisyen -ve ben de onlardan biriyim- 2016’da Kürt meselesinde barış istemek için bir dilekçe imzaladı. Tıp fakültelerindeki çok sayıda profesör de işini bundan kaybetti. Bunun salgına karşı mücadelemiz üzerinde de bir etkisi var, ancak yapısal problemler de vardır.
”Ayrıca, son birkaç hafta içinde koronavirüs tehdidi hakkında açıklama yapan doktorların tutuklandığını ve daha sonra bazı durumlarda ifadelerini baskı altında değiştirmek zorunda bırakıldıkları biliniyor.”
Bu duyduğunuz bir şey mi?
Evet. Türkiye tabiplerin örgütlenmesi konusunda iyi bir geçmişe sahiptir. Türk Tabipleri Birliği Türk tıp doktorlarının yüzde seksen dördünü temsil etmektedir. Ve ilk günden beri bu salgınla mücadele sürecinin bir katılımcısı olmayı talep ediyorlar. Ne yazık ki, Türk hükümeti onlarla işbirliği yapmıyor. Süreçte şeffaflık istiyorlardı ama şeffaflık yok. Ve ilk günden itibaren hastanelerde yeterli miktarda solunum cihazı olmasını talep ediyorlardı. Türk Tabipler Birliği’ne göre, İstanbul’da yüz ve İzmir’de yetmiş beş hastalık kapmış sağlık görevlisi var. Ama tek sorun bu değil.
Bir bulaşıcı hastalıklar doktoru vardı ve Ankara Üniversitesi Hastanesi’nde diğer sağlık görevlilerine dahili bir seminer veriyordu. Vakaların eksik gösterildiğini, gerçekten dikkatli olmamız ve kendimizi korumamız gerektiğini anlattı. Ve birisi bunu kaydetmiş. Bir tıp doktoru, durumun ciddi olduğu konusunda diğer tıp doktorlarını ve hemşireleri eğitmeye çalışıyor, ama daha sonra kamuoyu önünde özür dilemek zorunda bırakılıyor. Aynı şey iki gün önce tekrar cereyan etti. İzmir’de bir üniversitenin başkanı olan bir profesör, vakaların arttığını ve durumun İtalya’dan daha ciddi olduğunu açıkladı. Ve onun da özür dilemesi gerekti. 2013 yılından bu yana, Türkiye’de baskı maalesef normal yaşam koşulumuz haline geldi.
Türkiye, milyonlarca insanı yerinden eden iç savaştan sonra Kuzey Afrika’dan, başka yerlerden, özellikle de Suriye’den çok sayıda mültecinin geldiği bir yer olmuştur. Bu, geçtiğimiz yıllarda Türkiye’nin tıbbi sistemini ne kadar yük altına soktu?
Bulaşıcı hastalıkların toplumda her zaman -yoksul insanlar, işçi sınıfı mensupları, mülteciler, hapishanelerdekiler gibi- en zayıfları etkilemesi genel bir kuraldır. Türkiye’de yaklaşık dört milyon mültecimiz var. Türkiye ve Avrupa Birliği birkaç yıl önce bir anlaşma yaptı ve bu insanlar Türkiye’de kaldılar. Ancak son üç hafta içinde Türk medyasında bile mülteciler hakkında hiçbir şey görmedim. Ve kuskusuz ki, bu gruplar bu salgından en çok zarar görecek olanlardır.
Türkiye’nin nüfusu şimdiden seksen milyon. Buna dört milyon insan daha ekliyorsunuz ve bu da sisteminiz için yüz binlerce yeni potansiyel hasta anlamına geliyor. Sağlık sistemimiz Orta Doğu’daki en iyi sağlık sistemlerinden biridir -bunun kötü bir sağlık sistemi olduğunu söylemiyorum. Söylediğim şey, Avrupa Birliği’dekiler veya diğer O.E.C.D ülkeleri kadar güçlü olmadığıdır. Ama buna ek olarak hastaneler özelleştirildi. Erdoğan Hükümeti de sistemi zayıflatan çeşitli değişiklikler ve özelleştirmeler yaptı.
Onlar neydi ve neden ortaya çıktılar?
Bu, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen ve aslında onun diğer ülkelere ihraç ettiği bir model. Türkiye’de özel sigortamız yoktu, ancak son on yılda insanlar özel sigorta yaptırmaya başladı. Türkiye’de çok az sayıda özel hastanemiz vardı. Şu anda çok sayıda özel hastanemiz var ve maalesef Türk Sağlık Bakanı Türkiye’nin en büyük özel hastane zincirlerinden birinin CEO’su. Böylece sağlığı para kazanmak için bir meta olarak görmeye başladılar. ABD’de olduğu gibi sağlık da hizmet oldu. Bu eskiden böyle değildi. Sağlık Türkiye’de herkes için bir haktı. Ve herkesi kapsıyordu. Şu anda kapsama alanı açısından Amerika’dan çok daha iyi. Ama yine de yeterli değil. Ve daha zayıf.
Türkiye’de doktor olan arkadaşların size son zamanlarda neler anlatıyorlar?
Birçok tıp doktoruyla konuştum. Her şeyden önce, ekipman, solunum cihazı ve şeffaflık eksikliğinden şikayet ediyorlardı. Örneğin, bugün testler yapıyorlar ve sonuçlar ancak dört gün sonra geliyor, ama onların sonuçlara aynı gün ihtiyaçları var; ve hastaların akrabalarından gelebilecek şiddet konusunda da çok endişe duyuyorlar. Salgın hastalıktan hemen önce Türk Tabipleri Birliği, sağlık görevlilerine yönelik şiddeti protesto etmek için Ankara’da çok büyük bir miting düzenlemeyi planlıyordu. Ve şimdi, yoğun bakım ünitelerinin yakında ihtiyacı karşılamaması yüzünden insanların çok stresli olacağı, artacak olan ölümler yüzünden şiddetin artmasından endişe ediyorlar.
Ama asıl endişeleri solunum cihazı ve çalışma koşulları. Türkiye Tabipler Birliği’nin temel kaygısı da şeffaflık ve Türk Hükümeti’nin süreci nasıl yönettiğidir.
Erdoğan’ın neden böyle davrandığı konusunda bir fikriniz var mı? Erdoğan türü bazı liderleri işi ciddiye almadı; Kişiklikleri ve yöntemleri konusunda ne düşünürseniz düşünün ama Narendra Modi veya Xi Jinping gibileri işi ciddiye aldılar.
Sağlık Bakanı ile yapılan röportajı gördükten sonra, işi ciddiye alacaklarını umuyordum. Dünyada olup bitenleri takip ediyorlar ve enfekte olmuş şehirlerin bazılarında karantina ilan edeceklerini umuyordum. Okulları ve üniversiteleri kapattılar, ancak Türkiye’de henüz tecrit edilmiş veya karantinaya alınmış bir şehir yok. İkinci sorun, testlerin sayısının çok düşük olmasıdır. Bu salgına gerçekten hazır değiliz. Ve önümüzdeki iki hafta içinde sağlık çalışanlarımızı virüsten koruyamazsak, bu virüsle savaşan insanları da kaybedeceğiz. Daha fazlasını bekliyordum, zira Türkiye ve ABD’de biraz zamanımız oldu. Ne var ki hükümet maalesef üzerimize gelen tusunamileri görmedi. Şehirlerimize bir tusunami geliyor.
Trump, Erdoğan, Bolsonaro arasında birçok benzerlikler var. Ve maalesef onların da bir rolü var. Bu tarihsel bir andır ve geleceğin tarihçileri bu konuda yazacaklar ve bence ülkede otoriter bir liderin olup olmadığı faktörlerden biri olacak.
Görüşme için çok teşekkür ederim.
Bir noktaya daha değinebilir miyim? Türkiye’de yaklaşık üç yüz bin kişi hapiste. Bu insanların birçoğu altmışın üzerinde ve ayrıca birçok kişinin de kronik rahatsızlıkları var. Buna ek olarak, Türkiye gazetecileri, politikacıları, öğrencileri, avukatları hapse tıkan en başta gelen ülkelerden biridir. Şu anda, bu çok kalabalık cezaevlerinde enfeksiyon riski çok büyük ve bu birçok insanı öldürebilir. Haberlerde gördünüz; New York’ta, bin kişiden üçü ve Rikers’da (New York’un hapishane olan adası-M.S.) ise bin kişiden yirmi yedisi enfekte oldu.
Bu durum hapishanede büyük ölümlere neden olabilir; bu yüzden hapishanedeki bu insanları da düşünmeliyiz. Reforma ihtiyacımız var. Türkiye’de bunun üzerine konuşuyorlar, ancak tüm siyasi mahpusları dışlıyorlar.
“Tüm siyasi mahpusları dışlama” ne demek?
Hükümet pandemi nedeniyle cezaevi sistemindeki reformdan bahsediyor. Yani insanları serbest bırakmaktan bahsediyorlar. Para çalan veya uyuşturucu satan bazı insanlar yakında serbest kalabilir. Ama siyasi nedenlerle hapishanede bulunan gazeteciler hariç, milletvekilleri hariç, belediye başkanları hariç, avukatlar hariç. Türk devletine göre onlar terörist.
Bu tartışıldı, çünkü İran’da hapishanede kaç kişinin öldüğünü gördükten sonra reform yaptılar ve seksen beş bin kişiyi serbest bıraktılar. Türk cezaevlerinin oldukça kalabalık olduğu biliniyor ve sağlık koşulları gerçekten kötü. Amerika Birleşik Devletleri’nde de aynı. Yani, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Türkiye’de ve çok fazla insanın hapiste olduğu herhangi bir ülkede, bu insanların ölmesi riski çok ciddi.