Metin KIYAN Çin’den yazdı: Türkiye’de salgın derinleşirken alınan önlemler, Çin’in salgını ortadan kaldırdıktan sonra devam ettirdiği önlemler kadar bile değil. Halen daha Kanal İstanbul ihalesi yapmak derdinde olanların meselenin önemini kavradığını düşünmemiz için bir neden bulunmuyor.
Çin’de yeni virüs vakalarının sıfırlanmasının ardından en önemli problem, ithal virüs vakaları idi. Ülkesine dönen Çin vatandaşları ile geçerli bir vizeyle Çin’e gelen diğer ülke vatandaşları içerisinden her gün 50-60 tane vaka tespit ediliyordu. Bu gelişmelerin ardından Çin yeni bir önlem alarak oturma izni de dahil geçerli bir vizeye sahip olan yabancıların ülkeye girişini 28 Mart itibari ile geçici bir süreliğine askıya aldı.
Virüsün yeniden bir yerlerden filizlenerek bulaşmaya başlaması, üç aylık zorlu bir mücadelede verilen emeklerin heba olması demek. Çin yönetimi buna izin vermemek için önlemlerini oldukça sıkı tutmaya devam ediyor. Yeni uygulamanın sonuçları ise bir hafta gibi bir sürede alınabilir. Hali hazırda karantinada olan yeni giriş yapmış kişilerin de durumunun netleşmesi ile kaydedilen yeni virüs vakaları önce tek basamaklı sayılara ardından sıfıra düşebilir.
Bundan Sonra Neler Olacak?
İnsanlık tarihi belirsizliklerle dolu bir sürecin içinden geçiyor. Doğanın intikamı denilebilecek virüs salgınında yine de süreci belirleyici olan insanlığın bilinçli eylemi olacak. Mevcut insan eyleminin yönelimlerine bakarak yakın zamanda bizleri nelerin beklediği konusunda kestirimlerde bulunabiliriz.
Virüsün 2-3 ay gibi kısa zamanda ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün. Zira bir çok iktidarın mücadele stratejisi virüsün ortadan kaldırılabileceği varsayımına dayanmıyor, alınan önlemler ise virüsü ortadan kaldırmak için değil, kontrol altında tutmak için. Dahası birçok ülkede alınan önlemlerin virüsü kontrol altında tutmaktan bile çok uzak olduğunu söyleyebiliriz.
Virüsün en yaygın olduğu ülkelerde bile, virüs toplam nüfusun henüz sadece binde birini enfekte etmiş durumda. Fakat bu durum bile sağlık sistemlerinin felç olmasına yetip artarken, ekonomileri de çökertmiş bulunuyor. Peki bu oran binde bir değil de kısa bir süre içerisinde yüzde bir-ikiye ulaşsaydı, ne olurdu? %1-2 demek bugünkünün 10-20 katı anlamına geliyor. Sokaklarda, evlerde kimsenin yanlarına yaklaşmak istemediği cesetlerle dolan bir şehir hayal edin. Binde 1’de çöken sağlık sistemlerinin, %1-2’yi bulan enfeksiyon durumunda artık tamamen var olmayacağını söylemek mümkün. Ancak sadece bununla sınırlı değil. Durmasın diye üzerine titrenilen üretim de, üretim yerlerinde artmaya başlayan vaka sayıları nedeni ile durma noktasına gelebilir ve savaşın ortasındaki gibi tam boy bir yıkım tablosu yaşanabilir.
Virüsün kontrollü yayılması sağlansa bile (bu bile önemli tedbirlerle mümkün olabilir) insanlık için tablo pek parlak görünmüyor. Başta turizm sektörünün krizi ile birlikte diğer sektörlere yayılan kriz, artan işsizlik, buna bağlı olarak yoksulluk ve açlık, sağlık sorunları ve ölümler. Belirsizlikten doğan anksiyete ve buna bağlı olarak hastalıkların artması, seyahat kısıtlamalarının artarak devam etmesi, bir çok insanın tedavi olanaklarından yoksun şekilde ölüme terk edilmesi vb.
Öte yandan siyasi yapılanmalar da eskisi gibi gidemez. Var olan yönetimlerin baskıcı otoriter rejimlere dönüşmesi veya kontrolü kaybedenlerin yıkılması yerine ya askeri diktatörlüklerin ya da halk hareketlerinin geçmesi beklenebilir…
Dünyada üç tip ülke ortaya çıkacak
Covid-19 salgını dünyada neredeyse tek gündem haline geldi ve bütün öteki gündemler, ülkelerarası mücadeleler arka plana atıldı. Çünkü bir nevi herkes kendi derdine düştü denilebilir. Dünyada üç tip ülke ortaya çıkacak gibi görünüyor:
Covid-19 salgınını def edenler
Covid-19 ile birlikte yaşayanlar
Covid-19’un altında kalanlar.
Şu an itibari ile 1. kategoriye sadece Çin’i koymak mümkün. Fakat bu kategoriye aday başka ülkeler de var. Çin bir çok ülkeye yardım ederek dünyada salgının yok edilmesi için mücadele ediyor. Bunun nedenlerden birisi, dünyada salgının devam ettiği durumda Çin’in de risk altında kalmaya devam etmesi. Diğer neden ise ihracata bağlı olan ekonomisini toparlamak istemesi. Zira dünyanın virüsle boğuştuğu bir zamanda medikal ürünlerin ihracatı patlama yapsa da diğer sektörlerdeki önemli düşüşlerin Çin ekonomisinde derin yaralar açması kaçınılmaz.
2. tip ülke başta Avrupa olmak üzere dünyadaki ülkelerinin genel hedefi. Daha önceki yazılarda ülkelerin açıktan dillendirmese de aldıkları önlemler itibari ile sürü bağışıklığı stratejisini tercih ettiklerini, bu yöntemle sosyal güvenlik sistemine risk oluşturan hasta ve yaşlıların ortadan kaldırılmasını hedeflediklerini belirtmiştik. Ayrıca virüs tehdidi, mevcut yönetimlerin muhalefeti baskılamak ve iktidarlarını güvence altına almak için otoriterleşmelerine olanak sağlıyordu.
3. tip ülke 2.tip ülke olmayı hedefleyip bunu beceremeyenlerden oluşacak. Bu ülkeler tam bir yıkım ve kaos tablosu ile karşı karşıya kalacakalar. Tahminimce 2. tipteki ülkelerin kararlı kalmaları imkansız. Ya üçüncü tipe dönüşecekler ya da 1. yolu seçecekler. Bunun nedenlerini açıklamadan önce bir parantez açalım.
Küba parantezi
Yukarıdaki kategorilendirmede izninizle bir ülkeyi dışarda bırakmak istiyorum. Küba olanaklarını sadece kendi ülkesinde değil dünyanın her tarafında virüsle mücadele için seferber etmiş durumda. 40 bin Kübalı devrimci doktor diğer ülkelerde insanlara yardım edebilmek için çoktan ön saflarda yerlerini aldılar. Aşı ve ilaç konusunda yapılan çalışmalar ise dünyadaki en gelişmiş ülkelere bile parmak ısırtıyor. Küba bütün bunları ne emperyalist hegemonya içerisinde bir adım öne çıkmak ne de insanlığın içerisinde bulunduğu tabloyu fırsata çevirerek büyük karlar elde etmek için yapıyor. İnsani değerleri her şeyin üstünde tutan sosyalizm anlayışı gereği hareket ediyor. Küba her zamanki gibi bizleri gururlandırıyor, sosyalizm ateşinin sıcaklığının insanlığın içini ısıtmaya devam etmesini sağlıyor.
Güvenlik duygusu toplumların devlet fikrine razı olmasının en temel nedenidir
İnsanlık tarihinde devletlerin oluşumu güvenlik teorileri ile açıklanıyor. İnsanlığın tarımsal üretime ve topluluk durumundan, toplum durumuna geçmesi ile birlikte toplumsal artı değer artmaya başladı. Böylelikle insanlık, avcı-toplayıcı dönemin en önemli problemi olan yiyecek kıtlığı sorununu aşma olanaklarını buldu. Çünkü tarımsal üretimde gıda elde etmek daha stabil ve kestirilebilirdi. Avcılık ise belirsizliklerle doluydu, zira doğa koşullarına da bağlı olarak avlanma süreçlerinden uzun zaman ellerin boş dönmesi söz konusu olabiliyordu. Tarım toplumuna geçiş aşamasında, avcı topluluklar da varlıklarını sürdürüyorlardı ve bu topluluklar yiyecek sıkıntısı çektikleri dönemlerde savaşçı özelliklerini kullanarak tarım topluluklarını yağmalamaya girişeceklerdi. Bu durum zamanla avcı topluluklarla, tarımsal üretime geçenler arasında yeni tip bir ilişki doğurdu. Bazı avcı topluluklar tarımla uğraşanları, diğer avcı toplulukların yağmasına karşı koruma görevi üstlendiler. Elbetteki tarımla üretilen artı değere el koymak koşuluyla. Böylece tarihteki ilk devletler ortaya çıkmış oldu. Tarıma geçenler güvenliklerini sağlamak adına birilerinin yönetimine girmeye ve artı ürünü paylaşmaya razı olmuşlardı.
Tehlike karşısında halkını koruyamayan iktidarların varlık nedeni ortadan kalkar
Bunları niye mi anlattık? Modern devletler de güvenlik için halkın gösterdiği rıza üzerine kuruludur. İktidarlar en çok savaş dönemlerinde halkın desteklerini alırlar, toplumdaki çatlak sesleri bastırırlar. Bu nedenle iç ve dış düşmanlar her zaman vardır. Olmasa bile icat edilir, gerçek bir tehlikeymiş gibi gösterilir, egemenlik ise bunlarla mücadeleki “başarı” üzerinden sürdürülür. Fakat iktidarların gerçek bir düşman karşısında yenilmesi çoğunlukla iktidarların alaşağı edilmesi sonucunu doğrurur.
Koronavirüs de daha önceki düşmanlara benzemeyen gerçek bir tehdit. Daha şimdiden bir çok yönetim bu tehdit karşısında yenik düşeceklerini gösterdiler. Tehdit karşısında halkını koruyamayan bir iktidarın varlık gerekçesi de ortadan kalmış olur. Daha henüz yolun başındayız fakat bir çok ülkenin kaos durumu yaşaması durumunda iktidarların da değişmesi süpriz olmayacak.
Gelecek senaryosu
Üç tip ülkeden bahsettik. Virüsü ortadan kaldıranlar, virüsle birlikte yaşamaya çalışanlar ve virüsü kontrol edemeyip kaosa sürüklenenler. Virüsle birlikte yaşamaya çalışmanın ise kararsız bir durum olduğunu ya birinci duruma ya da üçüncü duruma evrilmek zorunda kalacağı tahminini yürüttük.
Bunun birinci nedeni virüsün kontrol altında tutulması için bile çok sıkı önlemler gerekiyor oluşu. Bu durumun ekonomik maliyetleri hasta ve yaşlılardan kurtulmanın maliyetini çok aşıyor ve aynı zamanda toplumda giderek artan huzursuzluğa yol açıyor. Her ne kadar tehlike, otoriterleşme olanakları sunsa da, dünyada başarılı örnekler varken, bu yolun benimsenmemesi toplumsal desteği önemli oranda düşürecektir.
Bugün dünyadaki gelişmeleri izleyen ortalama bir Çin vatandaşının devletinin aldığı tedbirler konusundaki yaklaşımı şu şekildedir: “devletimiz sıkı tedbirler aldı ama bunlar gerekli idi, bu sayede diğer ülkelerin acınası durumuna düşmedik.” Avrupa’da ise ortalama bir insanın tedbirler konusundaki yaklaşımı ise şu şekilde: “ Ne olacağı belli değil, önlemler yetersiz, yarın ne yiyeceğimiz, ne olacağımız belli değil.” Sizce hangisi iktidara bir onay mekanizması üretir?
Özellikle Çin’in başka ülkeleri de kendi yöntemleri veya benzer yöntemlerle çözüme ikna etmesi ve bu konuda onlara yardım etmesi ve başarılı olması durumunda işin rengi hızla değişebilir. Virüsü ortadan kaldırmak için gerekli önlemleri almayan iktidarlar böyle bir durumda oldukça güç durumda kalabilir. Örneğin dünyanın bir kısmının virüsten temizlendiğini, virüsü temizleyen ülkelerin diğerlerine kapılarını açmazken, birbirleri ile olan ticaretlerinde, turizm faaliyetlerinde düzelmelerin olduğunu düşünün. Böyle bir tablonun dışında kalmak emperyalist hegemonya mücadelesinde hızla geriye düşmek anlamına gelir.
Öte yandan bazı ülkeler virüsü kontrol etmek isteseler de, kontrol edebilecek ekonomik olanaklardan ve altyapılardan veya akıl ile hareket edebilecek yönetimlerden yoksunlar. Bu durum bu ülkelerin hızla 3. tipe yani kaos ve yıkıma sürüklenmesine yol açacak. Bu tip ülkelerde siyasi değişimleri hızla göreceğiz.
Türkiye’de alınan önlemler salgını durdurmaya yetmez
Türkiye’de salgın derinleşirken alınan önlemler, Çin’in salgını ortadan kaldırdıktan sonra devam ettirdiği önlemler kadar bile değil. Halen daha Kanal istanbul ihalesi yapmak derdinde olanların meselenin önemini kavradığını düşünmemiz için bir neden bulunmuyor. Öte yandan iktidar blokunun bütün unsurlarının aynı kanaatte olmadığını da biliyoruz. İşin boyutlarının nerelere evrileceğini görenlerin Erdoğan’ı ikna edemediği söylentileri artık söylenti olmaktan çıkmış, görünür hale gelmiştir.
Bu durumda iktidar bloğundaki parçalanma kaçınılmaz olduğu gibi toplumsal desteğin de hızla eridiğini gözleyeceğiz. Türkiye salgının artış hızının en yüksek olduğu ülke olarak hızla yıkıma ve kaosa doğru sürükleniyor.
Önümüzdeki 2-3 ay dünya önemli alt üst oluşlara gebedir. Sizin de dahil olduğunuz insanlığın bilinçli eylemi gidişatların yönünü belirleyecektir.