Ertuğrul KÜRKÇÜ yazdı: “Bu felaketten çıkışın çaresi bu çırpınışlar değildir. Türkiye’nin işgal ettiği bütün topraklardan geri çekilerek yeni bir dönemin kapısını açmasıdır.”
SiyasiHaber
Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye’de işgalci olarak bulunduğu gerçeğini aklımızda tutarak tüm bu son gelişmelerle ilgili tartışmaları sürdürmeliyiz. Türkiye Suriye’de herhangi bir uluslararası anlaşma, herhangi bir Birleşmiş Milletler kararı, herhangi bir uluslararası terörle mücadele anlaşması, sözleşmesi dolayısıyla bulunmuyor.
Türkiye’nin Suriye’deki varlığı esasen Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’de bir rejim değişikliği için başlattığı operasyonun bir parçası olarak tecelli etti, ortaya çıktı. Ne var ki ABD’nin IŞİD’le mücadele döneminde baş düşmanı değiştirerek Suriye’deki birliklerini esasen rejime karşı değil IŞİD’e karşı konumlandıracak bir stratejiyi benimsediğini aklımızda tutmalıyız.
Bu strateji gereğince ABD rejim değişikliğiyle ilgili bütün operasyonlardan elini çekti ve Suriye’nin doğusunda ve kuzeydoğusunda IŞİD’e karşı mücadeleyi önceledi. Bu Türkiye’yi Suriye’de bütünüyle mesnetsiz ve gerekçesiz bıraktı.
Birleşmiş Milletler’in IŞİD ve El Nusra ile mücadele için çıkarttığı Güvenlik Konseyi kararlarının Türkiye tarafından YPG ve PYD’ye karşı mücadelenin yasal temeli olarak değerlendirilmesi tamamen uluslararası hukukun dışında ve fiili bir durumdur.
Bu çerçevede Türkiye’nin Suriye’de giderek artan ölçüde askeri birlik bulundurması esasen rejime karşı mücadeleyi kaybetmiş olan siyasi İslamcı, cihatçı çetelerin korunmasıyla ilgilidir. Bu çerçevede Türkiye Tahran ve Soçi zirvelerinde Rusya’yla anlaşarak, bu silahlı çetelerin silahsızlandırılması karşılığında İdlib’in kontrol edilmesi konusunda bir avans aldı. Ancak bu süreyi silahlı çetelerin silahsızlandırılması için değil, bir silahlı çete bölgesi, Suriye toprağında rejim karşıtlarından oluşan bir koloni oluşturmak için değerlendirdi ve Soçi'de Rusya’yla varılan mutabakatı da ihlal etti.
Bu şartlar altında Rusya’nın bugün yapmış olduğu açıklama son derece anlamlı. Putin’in sözcüsü Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının olmamaları gereken yerde yani rejim karşıtı silahlı çetelerin arasında bulunduğu için hedef alındığını açıkça belirtti.
Türkiye’nin NATO’nun şemsiyesi altına girme arayışlarının da beyhude olduğu bugünkü NATO Zirvesi’yle ortaya çıktı. NATO Sözleşmesi'nin 4. Maddesi bir acil durum olduğu gerekçesiyle işletildi ama NATO'nun Türkiye’nin yanında bir askeri müdahalesinin söz konusu olmayacağı açıkça ifade edildi. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg açıkça bu zirveden daha fazla bir şey yapılmayacağını ilan etti. Zaten Türkiye’nin Awacs Hava Savunma Sistemlerinin koruması altında olduğunu söyledi.
Bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin Avrupa’nın kendi yanında çatışmaya dahil olması için bulduğunu sandığı yöntem de esasen ne Avrupa’nın Türkiye’den yana tutum almasını sağlayacak ne de çatışmayı öteleyebilir. Tersine insani krizi daha da derinleştiren ve göçmenler üzerinden can pazarlığı kapısını açan bu yolun yol olmadığını Bulgaristan’ın hemen gösterdiği tepkiden görebiliriz. Bulgaristan Hükümeti sınıra bin asker daha konuşlandırılacağını ilan etti. Yunanistan Hükümeti’nin de böyle davranacağı açık. Böylece Türkiye mültecileri Ege sularında boğulmaya kışkırtmak dışında bir şey yapmış olmayacak.
Bu felaketten çıkışın çaresi bu çırpınışlar değildir. Türkiye’nin işgal ettiği bütün topraklardan geri çekilerek yeni bir dönemin kapısını açmasıdır. Bu gerçekleştirilebilir mi? Tayyip Erdoğan rejimi böyle bir adım atabilir mi? Büyük bir olasılıkla atamayacaktır ancak bu Türkiye’de ister istemez yeni bir iç mücadelenin, iktidar mücadelesinin kapısını açacaktır. Bunu yapabilecek hükümet eninde sonunda ortaya çıkıncaya kadar bu kaostan kurtuluş olmadığı görünüyor.