A. Haluk Ünal yazdı: “Türk Solu”nun en temel zaafı…
“Üslubu beyan ayniyle insan”
“Türk solu”nun en temel zaafı, bence iletişim tarzı.
Ya da evrensel anlamda siyasal iletişim mevhumuna sahip olmaması.
Bu önermenin tarihçesi bu yazının sınırlarını aşıyor.
Bu tür tartışmalarda olması gerekeni anlatmaya çalışmak, ne olduğuna ilişken eleştiriyi de içereceği için, an’a bakmaya çalışalım.
Eril dil
Geleneksel sol hareketin “erkek egemen” olduğu saptamasını bu gün kabul etmeyenimiz yok gibi.
Ancak kadın hareketinin eleştirilerini teorik alana, usul ve adaba aktarmakta çok geri olduğumuz da başka bir gerçek.
(Kadınlar “Özel olan politiktir” dedikleri andan itibaren, geleneksel sosyalizmin sınıf, aile, devlet konusundaki bütün hipotezleri altüst oldu bile.)
Devam edelim. İşte, sol geleneğin dili, üslubu da erkek olageldi hep.
Peki bundan ne anlamalıyız?
Bence, bundan “kadınlardan ve haklarından nasıl söz ettiğimizi” değil; dil ve üslubumuzun genel karakterine dair bir çıkarım yapmalıyız.
Biz erkekler – sol hala erkektir- IQ’nun (buna bilgiye dayalı akıl diyeceğim, ya da bilişsel zeka da diyebilirim) önemine ve değerine taparız. Yetişme biçimimiz de buna uygundur.
Bu nedenle kadınlarda çok gelişkin olan EQ (duygusal zeka, empati yeteneği) bizde çoğunlukla ya çok zayıftır ya da hiç bulunmaz.
Kadınlarda çoğunlukla her ikisi de gelişmiş olabiliyor.
Bunun negatif ve pozitif nedenleri var. Ama sonuç, kadınların empati yeteneklerinin bizden kat be kat yüksek olması.
Üretime katılımları arttıkça, hızla bizlerden daha nitelikli ve başarılı konumlara gelişlerindeki sırrı da bu.
İletişimimizin karakteri, metinlerimizin içeriğine kadınların bu özellikleri ne kadar yansıyor?
Yani iletişimimiz ne kadar dişi; doğurgan?
Bunu anlamak için dilimizde olması gereken belirli özelliklere bakalım.
Empati
Bu tespite yaygın bir itirazın yükseldiğini duyar gibiyim. Çünkü, bütün ezilenler, sömürülenler için var olduğumuzu düşünüyoruz.
Böyle sandığımız doğru.
Ama bütün ezilenlerle, sömürülenlerle empati yapabiliyor muyuz?
Örneğin kadınlarla empati yapabiliyor muyuz?
AKP’ye oy veren milyonlarca emekçiyle empati yapabiliyor muyuz?
Kürtlerle empati yapabiliyor muyuz?
Yani gerçekten kendimizi onların yerine koymaya çalışıyor muyuz?
Örnekleri ve soruları çoğaltmak mümkün.
Peki biz empatik miyiz?
Yani metinlerimiz, karşımızdakinin kendisini bizim yerimize koymasına kapı aralıyor mu?
Diyalog
Bütün metinlerimiz, bildirilerimiz, kürsü konuşmalarımız çoğunlukla kanaatler, iddialar, sloganlarla örülü.
Kendi kabul ettiğimiz doğruları yüksek sesle söylemek bildiğimiz tek ifade biçimi.
Oysa sorularla örülü, karşımızdakinin yanıt vermesini ve bizimle iletişime geçmesini teşvik eden metin ya da konuşma sayısının toplamdaki payı nedir?
Bildirilerimizi okuyanlar, bir çözümü birlikte aradığımızı mı düşünür, bir çözümü öğretmeye çalıştığımızı mı?
Konuşmalarımız sıfatlarla mı örülü, olgularla mı?
Peki iletişimimiz yeterince mütevazi mi?
Eşit bir dil konuşuyor muyuz?
Yoksa seçkin, üstten, suçlayıcı ve yargılayıcı bir ruh mu hakim?
Metinlerimizi okuyan, konuşmalarımızı dinleyenler, tanımlanmış, kutsallaştırılmış, bir ahlak kategorisine yüceltilmiş “birinci sınıf, devrimci duruş”un, yargılayıcı, öteleyici, ister istemez seçkinci “ithamlarını” hissetmiyorlar mı?
Kapsayıcılık
Bu başlık altında sormamız gereken ilk soru; dilimizin çatışmacı mı, barışçı mı, olduğu?
İkinci soru ise, dilimiz gerçekçi, nesnel bir dil mi?
Yoksa kendi öznelliğimizi mi yansıtıyor?
Sorun veya kötülük diye ilettiğimiz tespitler, gerçekten bizi dinleyenler için de sorun veya kötülük mü?
Özellikle de bizim gibi düşünmeyenler için?
Örneğin şu an “sarayın bir faşist diktatörlük kurmaya çalışması” tespiti, zaten böyle düşünenlerin dışında kimin zihnini harekete geçirir?
Binlerce barış bildirisi uçuşuyor.
Hangisi doğrudan “barış taraftarı” olmayanlara, politik olarak bizim gibi bakmayanlara, savaşın somut tehlikelerini, onların hayatına getireceği çok somut kısa erimli ve uzun erimli zararları anlatabiliyor?
Ya da bunu anlatmak için tasarlanmış?
Başka bir ifadeyle toplumsal sorunlar ve kötülükleri tanımlar ve ifade ederken, bizim gibi düşünmeyenlerin ne anlayacağına ilişkin, akıl yürütüyor muyuz?
Veri araştırmalar, kamu oyu yoklamaları iletişimimizde ne kadar yer kaplıyor?
Son Söz
Günümüz Siyasal İletişim mevhumu (nosyonu) basitçe yukarıdaki özelliklerin tümünü barındırıyor.
Yani iletişim Dünyası dişi bir dili kullanmayı biliyor.
Reklamcıların ülkemizde, eril dünyanın değerleriyle etkileşim kurmayı seçtiği kötü örnekler sizi yanıltmasın.
Sermayenin siyasal temsilcileri Dünya’nın bir çok yerinde, bu kuralları çok iyi bilen ekiplerle, algı mühendisliği yapıyor.
Selahattin Demirtaş’ın 6 ay önce liderler sıralamasında %29 oranında oy alması, bence bu kurallara uyan bir üsluba sahip olmasıyla çok ilgili.
Günümüzde en büyük sorun iletişimin bir meslek olarak uzmanlaşıp, sermayenin etkin denetimi altında var olmasıdır.
Bunu aşmanın yolu, kadınların iletişim alanlarında çok daha etkin olmasını sağlamakla başlar.
İkinci olarak her demokratın, solcunun iletişimi öğrenmeyi görev sayması ve amatör de olsa iyi bir iletişimci olmasından geçer.
Bu yolda hızla ilerleyebilmek için belirli bir süre gönüllü iletişimcilerin meclislerinin oluşmasını teşvik etmek, bu meclislerin katkısını almak, bu alanda güçlü bir “sol içi eğitim” geliştirmek şart, bence.