TUNCAY YILMAZ yazdı: “Türk halkı bu savaşa, bu saldırıya ikna değil. Sessiz kalıyor olsa da bu savaşın ülkenin bekası için değil, Erdoğan’ın bekası için çıkartıldığının farkında. ‘Kimse Milli Ordumuza terörist diyemez’ salvolarıyla savunulan ÖSO’cuların hayırhah olmadığının farkında. Herkes bu savaşın arkasında seçim hesapları olduğunun farkında.”
TUNCAY YILMAZ
Erdoğan ve arkasındaki savaş bloku, yani sermaye, derin devlet, CHP, MHP, İyi Parti, Perinçekgiller, Saadet Partisi yönetimleri vs ellerindeki bütün maddi manevi imkânları, mekanizmaları kullanarak 7/24 savaş propagandası yapıyor olsalar da Türk halkında savaş haleti ruhiyesi yaratabildikleri söylenemez.
Fetih selalarından cenk havalarına, cuma hutbelerinden televizyon programlarına, asker cenazelerinden hamaset nutuklarına denenmeyen, uygulanmayan yol kalmadı neredeyse. Egemen bloğun bilaistisna tamamı sabah ağzını “Şanlı ordumuz”la açıyor, akşam “teröristlerin belini kırdık”la kapatıyor.
Erdoğan’ın ağzından lafı Binali Yıldırım alıyor, onun cümlesini Bahçeli devam ettirip Kılıçdaroğlu, Akşener tamamlıyor.
Yetmiyor, aykırı ses çıkartanın tepesine hep birlikte çöküyorlar. Başkomutan, AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı sıfatlarına Gazi’yi de ekleterek Rabia’yı tamamlamak isteyen Erdoğan “savaşı durdurun diyen teröristtir, haindir” diyerek barış talebinin önünü kesmeye çalışıyor.
Türk halkının egemenleri bu durumdayken, ezilenleri bin bir türlü baskı, zor, tutuklama ve manipülasyonla kontrol altında tutulmaya çalışılıyor.
Barışı savunanlar hedefte
Barış çağrısı yapan Türk Tabipler Birliği başkomutan(!) Erdoğan tarafından canlı yayında hedef gösteriliyor ve ardından sadece “barış” diyen 11 TTB yöneticisi hakkında “suçu ve suçluyu övdükleri, halkı kin ve düşmanlığa sevk ettikleri” iddiasıyla bizzat İçişleri Bakanlığı tarafından yedi sütuna manşet edilerek suç duyurusunda bulunuldu ve bu sabah da TTB Genel Merkezi basılarak yöneticileri gözaltına alındı.
Bakanlar Kurulu kararı ile 130 bin Metal işçisinin grevi, uygulanmasına daha bir hafta varken “milli güvenliği bozucu” olduğu gerekçesiyle yasaklanıyor.
Artvin’den Edirne’ye, Samsun’dan Ankara’ya, Niğde’den Balıkesir’e, Antep’ten Kocaeli’ne “Savaşa hayır, barış istiyoruz” diyen sanatçılar, gazeteciler, aydınlar, demokratlar, devrimciler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Haberleri, tartışma(ma) programlarını geçtik magazin programlarında dahi kim savaş istiyor, kim barış istiyor sayımı yaptırılıp Afrin operasyonuna karşı duranlar linç ediliyor.
Sanal ortamdaki maaşlı trolleri saymıyorum bile. Sabah akşam paylaşımları takip edip kah altına tehditler, küfürler yazarak, kah organize şikayetlerle, olmadı devlet desteğiyle hesapları kapattırarak sanal ortamda da sessizlik ve biatı hâkim kılmaya çalışıyorlar.
Dini kullanıyorlar, milliyetçiliği kullanıyorlar, Atatürkçülüğü kullanıyorlar, hamaseti, demagojiyi, tehdidi, şantajı, rüşveti kullanıyorlar… Ama yine de toplum genelinde savaşçı bir ruh hali yaratamıyorlar.
İlk etapta bu gözlem isabetli gelmeyebilir pek çoğunuza. Afrin bombalanırken, siviller katledilirken, İslamcı çeteler “Milli Ordu” diye pazarlanırken toplumdan ses çıkmaması, güçlü, görünür bir itirazın gelmemesi “sükut ikrardan gelir” diye yorumlanabilir.
Ancak durumun böyle olmadığını ve bunca kışkırtıcı propagandaya rağmen sokaklara taşan bir savaş destekçiliğinin olmayışını önemli buluyorum. Bu gözlemimi yazıya dökmeden özellikle bir “Cuma”nın atlatılmasını bekledim. Acaba Cuma namazından sonra tekbirlerle sokağa dökülen kitleler olacak mıydı?
MİT Müsteşarı Fidan’ın daha önce basına düşen, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Genelkurmay 2’nci Başkanı Güler ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sinirlioğlu’yla telefon görüşmesinin tape kayıtlarındaki “Gerekirse Suriye’ye 4 adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırtırız” savaş planı uygulamaya sokulmasına ve Kilis’teki Çalık Camisi’ne füze atılmasına rağmen halk galeyana getirilemedi.
Cuma namazından geriye “Diyarbakır’ın Kayapınar İlçesi’ndeki Feqiyê Teyran Camii’nde, cuma hutbesinde Afrin operasyonun övülmesine ve dua istenmesine tepki gösteren cemaatten 4 kişinin gözaltına alınması” haberi kaldı.
Basını eksik taramadıysam “Zeytin Dalı Hareketı”na tek destek mitingi AKP, MHP, CHP önderliğinde Tekirdağ’ın Kapaklı ilçesinde 200-300 kişinin katılımıyla gerçekleşti.
Bu miting dışında bizzat Ülkü/Osmanlı/Alperen ocaklarının organize ettiği küçük destek eylemleri söz konusu.
Elbette bu, istendiği takdirde yüzbinlerce insanın toplandığı “Yenikapı” benzeri mitinglerin organize edilemeyeceği anlamına gelmiyor. Anlatmak istediğim bunca propagandaya rağmen halkta “Haydi, hurra, Afrin’e savaşmaya” ruh halinin yaratılamamış olması.
Bu önemsenmesi, işlenmesi ve beslenmesi gerekli bir durumdur. Tüm manipülasyona ve baskı ortamına rağmen AKP’ye yakın araştırma şirketlerinin açıkladığı yüzde 20’lik savaş karşıtı oran aslında çok daha yüksek.
Savaş kararı alanları tabanları desteklemiyor
3-4 Şubatta toplanacak olan CHP Kurultayında “Afrin operasyonunu destekliyor musunuz?” sorusu için bir sandık kurulsa, salondakilerin en az yüzde 70-80’i “Hayır” diyecektir. Savaşa karşı açıklama yapan eser sayıda CHP milletvekili dışında yönetimin büyük kısmı Erdoğan’ın beka savaşına destek veriyor olsa da CHP tabanının ezici çoğunluğu, yarın ellerindeki silahları kendilerine çevireceklerinden emin oldukları cihatçılarla yürütülen bu harekata karşıdır.
Kendini destekleyenlerin büyük kısmına ihanet ederek her kritik anda Erdoğan’a/AKP’ye destek veren CHP’yi bir kenara bırakın, AKP’nin tabanın tamamının bu savaşın destekçisi olduğunu söylemek dahi güç. Belki MHP ve Perinçekgiller firesizce (ne kadar olduğu belli olmayan) tabanlarını savaş bloğuna katabilir, onun dışındaki tüm partilerin tabanlarıyla savaş blokunun tutumu arasında potansiyel bir farklılık mevcut.
Bu nedenle sabah akşam savaşın ne kadar gerekli, isabetli, dirayetli olduğunu, savaş karşıtı olmanın ne kadar haince, zalimce, müptezelce olduğunu anlatıp duruyorlar.
Türk halkı bu savaşa, bu saldırıya ikna değil. Sessiz kalıyor olsa da bu savaşın ülkenin bekası için değil, Erdoğan’ın bekası için çıkartıldığının farkında. “Kimse Milli Ordumuza terörist diyemez” salvolarıyla savunulan ÖSO’cuların hayırhah olmadığının farkında. Herkes bu savaşın arkasında seçim hesapları olduğunun farkında.
Belki bunları bilince çıkartıp bir plan, hareket etrafında yüksek sesle söylemiyor olabilirler ama Türk halkının çoğunluğu hala savaş koalisyonunun arkasında değil.
Mesele halkın bu konumunu nasıl muhafaza edebileceğimiz ve hatta bunu bir itiraza, barış talebine nasıl çevirebileceğimizdir. Bu sessizliği ikrardan sayıp halkı savaş blokuna teslim etmek aslında bu toplumu kaybettiğimizi kabul etmek anlamına gelecektir.
Bu nedenle egemenlerle halkı birbirinden ayıracak dil, tarz ve taktik üretme konusunda yaratıcı ve cesaretli olmak zorundayız.
Sadece Afrin halkının yanındayız demek yetmez, Türk halkını da barış hareketinin parçası yapmak zorundayız. Ancak o zaman gerçek ve kalıcı bir barışın, demokratik gelişmelerin önünü açabiliriz.
30.01.2018