DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları Evrensel Gazetesi’nden Birkan Bulut’un sorularını yanıtladı. İktidarın “normalleşme” söylemlerini seçimden sonra kendisini toparlamak için kullandığını belirten Hatimoğulları, rejim değişikliğinin aktörü bir iktidardan aksinin beklenemeyeceğini söyledi. Hatimoğulları, Hakkâri dışındaki belediyelere kayyum atanmamasına ilişkin ise AKP tabanından da gelen tepkilere işaret etti.
Partinizin bir süredir düzenlediği ekmek ve adalet buluşmalarındaki gözlemleriniz nelerdir?
Öncelikle neden “Ekmek ve Adalet” kampanyası başlattık? İçinden geçtiğimiz çoklu krizlerin, Türkiye’de yurttaşların hayatındaki en önemli yansıması ekmek kavgası ve adalet kavgasıdır. AKP-MHP iktidarı Türkiye’de halkları, işçileri, emekçileri, toplumu her anlamda ateş cenderesine atmış durumda. Türkiye’de ciddi bir geçim sıkıntısı var. Barınma krizi, işsizlik, geleceksizlik, güvencesizlik, umutsuzluk var. Soframızdaki ekmeğe göz dikenler, demokrasiyi de yok sayanlar aynı zamanda. Adil bir yaşamı da, adalet arayışını da görmezden gelenler. AKP-MHP iktidarı emeği ile geçinen emekçilerin sofrasındaki ekmeği daha da küçültürken, sermayeye daha büyük rantlar kazandırma derdinde; eli emekçinin cebinde. Sistemin bu sömürü düzenine karşı ise ortak mücadele etme, dayanışma biz ezilenler ve sömürülenler için elzem. Hem ekmeğin hakkını arama hem de adalet arama mücadelesini yükseltmek için adaletsizliklere karşı Ekmek ve Adalet Kampanyasını başlattık/yürütüyoruz. Ekmek yoksa adalet yok, adalet yoksa ekmek yok.
Ekmek ve adalet buluşmalarında işçiler, çiftçiler emekliler, ev emekçisi kadınlar ve adalet talebi olan tüm kesimlerle buluşuyoruz. Birçok alanda yapılan eylemler bunlar ses getirse de çok parçalı olduğu için sonuç alıcı bir etki yaratamıyor. Bizler de Türkiye’de bu sorunları gören, adil bir ekonomiyi savunan bir parti olarak 4 bir yanda gerçekleştiriyoruz. Mardin’de çiftçi mitingiyle başladık, Hatay’da rezerv alan mağdurlarıyla buluştuk. Antalya’da turizm ve inşaat işçileriyle buluştuk. Amacımız bir yandan sorunları tartışmak ama çözüm önerilerini de konuşmak. Bu buluşmalarda direnişleri buluşturmak, direnişleri de örgütlemek istiyoruz.
Öte yandan iktidar en çok işçi direnişlerinden korkuyor ve tüm devlet imkanlarını sermaye için seferber ediyor. Bu vesileyle Tek Gıda-İş Sendikası’na üye olduktan sonra işten çıkarılan Polonez işçilerinin direnişlerini ve Hatay İskenderun’daki Befesa işçilerinin grevini selamlıyorum.
Peki en acil çözümler konusunda neler öne çıkıyor?
Çok acil insanların geçinebileceği bir ücretin kamu tarafından garanti altına alınması gerekiyor. Asgari ücret 32 bin lira olmalı ve 6 ayda bir güncellenmeli. 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Tüm işsizlerin İşsizlik Fonundan faydalanması gerekiyor. 16 milyon emekli alarm veriyor. Öte yandan tarım politikalarında da radikal çözümlere ihtiyaç var. Hiçbir tarım arazisi imara açılmamalı, çiftçiler her anlamda desteklenmeli, Türkiye’de üretebilecek bütün ürünlerin ithalatı yasaklanmalı.
İktidar, son olarak SGK borçları üzerinden belediyeler üzerinde baskı kuruyor. DEM Parti’li belediyelerde durum nedir?
Mali kuşatma ne yazık ki var. Muhalefet belediyeleri çalışmaz duruma getirilmek isteniyor. Borçsuz olarak bizden alınan belediyeler kayyımlar tarafından dev rakamlarla borçlandırılmış ve hiçbir çalışma yürütülmemiş. Bununla ilgili rakamları açıklamıştık. Bazı projeler hazırlanıyor, uluslararası hibe fonlarına başvuru yapılıyor ama iktidar bunları imzalamıyor. Mesela kültür merkezi için bir arsa olması gerekiyor ama iktidar, tasarruf tedbiri kapsamında acil ihtiyaç olarak değerlendirmediği için engel oluyor. İktidar, yerel yönetimlerdeki belediyeleri engellemeye çalışırken seçmenden intikam almaya çalışıyor. Belediyelerini çalıştırmayan bir iktidar ülkeyi yönetemiyor demektir. Ancak seçmen hepsinin farkında ve AKP kendi sonunu bu politikalarda hazırlıyor.
‘Kayyum konusunda daha fazla düşünüyorlar’
İktidar bu dönem neden sadece Hakkâri Belediyesine kayyum atadı? Diğerlerine neden atamadı?
Kayyım politikası iflas etti. Biz sahada şunu çok net gördük; AKP’ye oy verenler arasında dahi kayyım politikasına tepki var. Çünkü belediye başkanıyla birlikte onu seçen irade de yok sayılıyor. Erdoğan seçimle alamadığını siyasi darbeyle almaya çalışıyor. Bu konuda ısrar etmemelerini öneriyoruz. Hakkâri’deki hatadan dönmelerini istiyoruz. AKP hem bölgede bir tabela partisine dönmüş durumda hem de Türkiye’nin batısında da kayyım politikasına tepkiler oldu. Seçimler meşruiyetini kaybediyor. Bu koşullar AKP’yi kayyım atama konusunda daha fazla düşünmeye itiyor.
Hakkâri özel olarak mı seçildi?
Hakkâri sınır kenti ve Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendisine üs seçtiği yerlerden biri. Narko-devlete dönüştürülmüş olan Türkiye’de, bu sınır kentinde yoğun bir uyuşturucu kaçakçılığı yaşanıyor. Ayrıca sınır kenti olması nedeniyle sahte güvenlikçi politikalarını yürütmek için bahaneler üretiyorlar.
Kürtçeye yasaklar, halayın bile tutuklama konusu edilmesi, en temel siyasi hakların gasbedilmesi ve son olarak Atalay oturumundaki saldırı… Bu artan baskıların olduğu tabloda iktidarın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? DEM Parti önümüzdeki süreçte neler yapacak?
İktidar baskıcı politikalarını derinleştirerek devam ettiriyor. Son seçimlerden sonra “normalleşme” süreci açsa da bunu kendisini toparlamak için kullandı. Biz baştan beri böyle bir normalleşmenin mümkün olmadığını söylüyorduk. Çünkü bu iktidar faşist otoriter rejim değişikliğinin aktörüdür.
Atalay oturumunda yaşananlar AKP’nin nasıl bir yönetim biçimi sergilediğinin yansımasıdır. Eğitimde, sağlıkta, futbolda, siyasette, her yerde şiddet var. Atalay’ın AYM kararına rağmen cezaevinde tutulmasının değil, Meclisteki şiddetin konuşulmasını istediler. AKP’nin açlığın, yoksulluğunu dile getirilmesine karşı zoru kullanması konusunda bize düşen görev, emekten demokrasiden yana siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri başta olmak üzere bir cephede birleşmek.
Birlikte mücadele her dönem tartışılıyor. Peki bu dönemde nasıl bir ortak mücadeleyi savunuyorsunuz?
Birincisi, hem Türkiye’nin içinden geçtiği durum hem dünya ölçeğinde artan savaş tehditleri karşısında ortak mücadele gerekiyor. Türkiye’de ve uluslararası ölçekte savaş karşıtı bir hareket için bir araya gelmek zorundayız.
İkincisi, Türkiye’de ekonomik, siyasal, toplumsal çoklu krizlerle yüz yüzeyiz. İktidar bu krizlerin derinleşmesini sağladı. Ekmek, adalet ve barış talepleriyle Türkiye’de bir dip dalga potansiyeli olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu yüzden sol sosyalist güçler başta olmak üzere işçiler, Aleviler, Kürtler, kadınlar doğa ve insan hakları savunucuları olarak bu otoriter rejime karşı mücadele ittifakına ihtiyacımız var. Bu zeminde birlik için çeşitli kesimlerle görüşmelerimizi sürdürüyoruz ve umarım sağlıklı sonuçlar alırız.
“Bölge artık barış ve huzur istiyor”
Erdoğan Esad ile görüşme ısrarını sürdürüyor ama TSK’nin Suriye’den çekilmesini kabul etmiyor. Suriye’deki Kürtlerin kazanımları hedefte. Bölge halklarının bu süreçteki çıkarı nedir?
Türkiye dış politikada kan kaybettiği için bu görüşmeyi istiyor. İktidar yıllardır yayılmacı dış politika yürütmeye çalıştı. Oysa bölge halkları neo-Osmanlıcı politikaları istemiyor. Erdoğan’ın Arap dünyasındaki itibarı yerlerde. Bugün Erdoğan’ın Esad ile görüşmek istemesi Mahmud Abbas’ı parlamentoya davet etmesine benziyor. İç siyasete oynuyor, güç kaybını onarmaya çalışıyor. Bu iktidarla birlikte dış politika iç politikayı biçimlendirmenin bir aracı oldu.
Suriye’de elbette müzakereler olmalıdır. Suriye sınır ötesi harekatların ve askeri varlığın sebebi Kürt sorunudur. Ancak iktidarın Suriye’de Kürt halkının kazanımlarına karşı saldırılarından vazgeçmesi gerekiyor. Türkiye’de Kürt sorunu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmüş olsaydı, bu konuda tüm Ortadoğu’ya örnek olurdu. Bölgenin barışa ve huzura ihtiyacı var. Çünkü emperyalist güçlerin bu dönemdeki paylaşım savaşlarında kaybeden bölge halklarıdır.