Önümüzdeki günler metal işçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri nedeniyle toplu sözleşme mücadelesinin öneminin hatırlanmasına neden oluyor. Toplu sözleşme konulu bir yazının ve hatta toplu sözleşme mücadelesinin işçi sınıfının ne kadarını ilgilendirdiği ayrı bir tartışma konusu. Zira malumunuz toplu sözleşme yapan işçilerin büyük kısmının yer aldığı kamunun taşeronlaştırılmasıyla birlikte kamuda dahi toplu sözleşme yapabilen işçi sayısı hayli azaldı. Kamu çalışanlarının böyle bir hakkı zaten yok. Özel sektörde ise bu rakam komik denecek kadar az.
Ancak yine de sendikal mücadele eğer sınıf mücadelesinin biçimlerinden biriyse önemsememiz ve üzerine kafa yormamız gerekir. Metal iş kolunda örgütlü DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş, TÜRK-İŞ’e bağlı Türk Metal, HAK-İŞ’e bağlı Özçelik İş Sendikası var. Bu üç sendika da örgütlü olduğu işyerlerini temsilen Türkiye Metal İşverenleri Sendikası (MESS) ile görüşme yürütüyor.
Birleşik Metal her zaman olduğu gibi çok önceden başlayan hazırlıklarla toplu sözleşme görüşmelerine giriyor. İşyeri toplantılarıyla işçilerin talepleri ve genel eğilimleri tespit ediliyor ve bunlar derli toplu bir sözleşme taslağı haline getirilerek MESS’in karşısına çıkılıyor. Birleşik Metal’le MESS arasındaki görüşme 6 Kasım günü yapılan toplantıdaki anlaşmazlıklar nedeniyle “uyuşmazlık zaptı”nın tutulmasıyla sonuçlandı. Ancak her iki tarafın da isteği ile görüşmeler devam ediyor.
Türk Metal ise MESS’in tutumundan oldukça memnun. “uzlaşmaya az kaldı” müjdesini üyelerine verdi. Türk Metal toplu sözleşme süreçlerinde her zaman MESS’in koltuk değneği gibi davranmayı tercih etmiştir. Misyonu gereği sermaye sınıfını rahatlatmak için yapmayacağı yoktur. MESS bu rahatlıkla Birleşik Metal’in karşısına çıkarak kendini daha güçlü hissediyor. Ancak Birleşik Metal İş mücadele deneyimi ve kararlılığıyla bugüne kadar bu süreçlerden kazanımla çıkmayı başardı.
Toplu sözleşme mücadelesinin iki önemli bileşeni var. Birincisi sözleşme sürecinin demokratik işleyişin bir parçası olarak ele alınması. İkincisi ise toplu sözleşmenin içerik olarak sınıf mücadelesinin bir aracı olarak ele alınmasının ihmal edilmemesidir.
Demokratik işleyiş olarak toplu sözleşme süreci başından itibaren işyerlerinden başlayarak bütün üyelerin katılımıyla gerçekleşmelidir. Sözleşme sürecindeki her aşamadan üyelerin bilgilendirilmesi ve her kritik aşamada en geniş işçi katılımın sağlandığı görüşmelerle sürecin sürdürülmesi son derece önemlidir. Bu sürecin sonunda başarılı ya da başarısız olunması ikinci derecede önemli bir husustur. Ancak başarılı olunacaksa eğer demokratik işleyiş olmazsa olmaz bir unsurdur.
Toplu sözleşme sadece işçi sınıfının ekonomik kazanımlarını ve/veya emek süreçlerindeki inisiyatifini arttıran bir mücadele süreci olarak görülmemeli. Toplu sözleşme aynı zamanda sermaye sınıfının kar marjını azaltarak, hareket alanını sınırlayan ve politik olarak zayıflatan bir işleve sahip olabilir. Ancak bunun başarılabilmesi için en azından aynı iş kolunda faaliyet gösteren işyerlerinin çoğunda örgütlü olabilmeyi başarabilmek gerekir. Aksi takdirde sendikal örgütlülüğün olmadığı işyerlerinin rekabet gücünü arttıran bir işleve dönüşebilir. Bu anlamıyla toplu sözleşme mücadelesi tek tek işyeri bazında yürütülebilir bir örgütlenme süreci olarak tasarlanmamalı mutlaka sektörel ve bölgesel örgütlenmeyi gözeten bir süreç olarak öngörülerek bir bütün olarak sermaye sınıfının karşıya alındığı bir cephe muharebesi olarak düşünülmelidir.
Toplu sözleşme süreci aynı zamanda sermaye sınıfı karşısındaki sınıfsal duruşu biçimlendiren süreçler olarak tarif edilmeli ve örgütlenmelidir. Bu anlamıyla toplu sözleşme mücadelesi kollektif bilinç ve ruhun yapılandırıldığı politik bir mücadeledir.
Bu perspektifin dışında hareket edildiğinde toplu sözleşme süreci işçilerin “kaç para zam alacağız” meselesine indirgenmekten kendini kurtaramaz. Bu haliyle zam alınmasının ya da alınmamasının sınıf mücadelesine hiçbir katkısı yoktur. Sözleşme imzalandıktan sonra yeni sözleşmeye kadar derin bir “kış uykusuna yatılır ve kısa vadeli çıkarlar için geleceğimize ipotek konulur.
Bugün ihtiyaç olan sınıf sendikalarının verdikleri örnek mücadelelerle ve toplu sözleşme süreçleriyle örgütsüz işçi yığınlarına örnek olmaları ve onları sendikalı olmaya özendirmeleridir. Bu anlamıyla Soma’da yaşadığımız facianın büyüğü belki de oradaki sendikanın patronun ve hükümetin koltuk değneği gibi hareket ettiğinin açığa çıkmasıdır.
Yaşadığımız süreçte kimliksiz bir yığın olarak sadece çalışan makineler olarak görülmek istenen işçiler yaşadıkları kendi öz deneyimlerinin biriktirdikleri ve sınıf sendikalarının, diğer sınıf örgütlerinin örnek mücadele pratikleriyle yeni dönemin mücadele ve örgütlenme süreçlerini oluşturmaktadır. Her iş kolundaki irili ufaklı direniş, mücadele ve örgütlenme pratikleri Soma’da, Ermenek’te, inşaatlarda yaşanan katliamların acılarıyla birleşerek yeni dönemin yapı taşlarını oluşturacaktır.
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.