Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Suriyelilerin sınır dışı edilmesine karşı bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Türkiye’deki mültecilerin zorla ve toplu sınır dışı işlemleri derhal durdurulsun” denildi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Suriyelilerin sınır dışı edilmesi kararına karşı açıklama yaptı.
THİV’in, “Suriyelilerin zorla ve toplu sınır dışı işlemleri derhal durdurulmalıdır” başlıklı açıklamasında,, son dönemlerde mültecilere, özellikle Suriyelilere karşı ayrımcılığın, nefret söyleminin ve hatta linç girişimlerinin arttığı hatırlatıldı.
Mültecilere zorla ‘gönüllü geri dönüş’ belgesi imzalatıldığını, toplu halde sınır dışı edilerek can güvenliklerinin olmadığını vurgulayan TİHV, 22 Temmuz’da İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamaya dikkat çekti.
İstanbul Valiliği, kentte kaydı olmayan Suriyelilerin İstanbul’u terk etmeleri için 20 Ağustos’a kadar süre vermişti. İçişleri Bakanlığı talimatı doğrultusunda alınan kararda söz konusu Suriyelilerin kayıtlı oldukları illere sevk edilecekleri açıklanmıştı.
Bu açıklamadaki ‘düzensiz göçle mücadele çalışmaları’ ifadesi ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 2019 yılının başından 20 Temmuz’a dek 43 bin kişinin sınır dışı edildiği ve yıl sonuna dek ortalama 80 bin göçmenin sınır dışı edilmiş olacağı açıklamasına değinen TİHV, “Tüm bu yaşananlar ve ifadeler temel hak ve özgürlükler bakımından oldukça endişe vericidir” dedi.
Bir an önce hukuksuz uygulamaların sona erdirilmesi gerektiğinin altı çizilen THİV açıklamasının tam metni şöyle:
“İltica hakkı ve seyahat özgürlüğü herkesin temel haklarından olmakla birlikte, göçmenlerin hakları başta yaşam hakkı olmak üzere, hem uluslararası düzeyde sözleşmelerle hem de ulusal düzeyde yasalarla düzenlenmiş ve garanti altına alınmıştır.
Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi gereği, ‘usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşmeleri kanun hükmünde’ kabul etmektedir. Bu sözleşmelerin yasalarla uyuşmadığı hallerde ise, uluslararası sözleşme hükümleri esas alınmaktadır.
Bu nedenle bir hukuk devleti olarak Türkiye, iltica hakkını konu alan 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve 1967 Ek Protokolü’ne taraf bir ülke olarak bu Sözleşme ve Protokollerden kaynaklanan sorumluluğunu yerine getirmekle mükelleftir.
İlgili belgeler uyarınca ise, ‘mültecilerin ırk, din, sosyal gruba tabiiyeti, siyasi fikirleri nedeniyle ülkesine döndüğünde hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacaksa, sözleşmeye taraf devletler hiçbir suretle mültecileri geri gönderemez veya iade edemez.’
Bu durum 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 4. maddesinde de ‘Geri Gönderme Yasağı’ başlığı altında ifade edilmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 4 numaralı Protokol yabancıların toplu halde sınır dışı edilmesini yasaklamaktadır.
Zorunlu hallerde yapılacak sınır dışı işlemlerinin, usulüne uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Zorla ve toplu sınır dışı işlemlerine ilişkin sosyal medyaya yansıyan görüntülerde göçmenlere kelepçe uygulandığı, otobüslerde yerlerde oturtularak seyahat ettirildiği görülmekte; yine sınır dışı işlemleri sırasında kaba dayak ve kötü muamele iddiaları öne sürülmektedir ki, mutlak olan işkence yasağının ihlali anlamına gelen bu iddialar bilhassa kaygı vericidir.
Göçmenlerin seyahat özgürlüğünün kısıtlanması ve zorunlu ikamet, temel hak ve hürriyetlerin engellendiği anlamına gelmektedir.
Göçmenlerin toplu biçimde sınır dışı edilmesinde hukuk ihlallerinin yanı sıra, gerek Türkiyeli gerek Türkiyeli olmayan kişilerde, göçmenlerle ilgili yarattığı toplumsal algı ve bunun etkilerinin dikkatle düşünülmesi gerekir.
Bir yandan, hali hazırda yaşamlarının pek çok zorluk, yoksunluk ve endişe içinde geçiren Suriyeliler ve diğer tüm göçmenler için, Türkiye hukuki güvencenin olmadığı ve belirsizliğin arttığı bir ülke haline gelmektedir. Öte yandan Suriyelilerin topluca sınır dışı edilmesi, Türkiye toplumunda göçmenlerin suçlu olarak damgalanmasına neden olmaktadır. Bunun da, Türkiye’de yaşamaya devam eden Suriyelilerin topluma tam katılımının önünde engel oluşturacağı açıktır.
Göçmen karşıtlığı üzerinden farklı yerlerde gerçekleşen linç olaylarının artışı göz önüne alındığında, devletin hukuki sorumluluklarına ek olarak, toplumsal barış ve huzuru korumak üzere hareket etmesi beklenir.
Siyasi aktörlerin, kamu görevlilerinin ve kurumlarının, ayrıştırıcı, kriminalize edici, nefret söylemini körükleyici ifade ve tutumlar yerine; ortak yaşamı kurmaya yönelik, hak temelli söylem üretmesinin ve politikalar izlemesinin gerekliliğinin bir kez daha altını çizmek istiyoruz.
Bir an önce, hukuksuz uygulamalar sona erdirilmeli, göçmenlerin ulusal ve uluslararası hukuktan gelen haklarını kullanmalarının zeminin sağlanmalı, toplumsal barış ve huzurun sağlanması yönünde gerekli tüm adımlar derhal atılmalıdır.”