Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2014 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan’a tahliye imkanı olmaksızın verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkenceyi yasaklayan 3’üncü maddesine aykırı bularak ihlal kararı verdi. AİHM, Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”nın sağlanması gerektiğine hükmederken, aradan geçen 10 yıllık süreçte herhangi bir atım atılmadı. Bunun üzerine hak ve hukuk örgütleri, AİHM’in kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetleyen Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi’ne Türkiye’ye dair bildirimde bulundu.
Komiteden ara karar uyarısı
Komite de 17-19 Eylül arasında yaptığı toplantıda, AİHM’in ihlal kararını görüşerek, Türkiye’ye gerekli önlemlerin geciktirilmeden alınmasını aksi halde Eylül 2025’teki toplantıda ara karar hazırlanacağı uyarısında bulundu. Ancak “ihlal” kararı ve uyarılara rağmen hala herhangi bir adım atılmış değil. 2021 ve 2024’de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuran kurumlar arasında yer alan Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Başkanı Metin Bakkalcı, “umut hakkı”na dair Mezopotamya Ajası’ndan (MA) Esra Solin Dal’a değerlendirmelerde bulundu.
Umut hakkı
Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin “umut hakkı” ile ilgili ilk kez 24 Eylül 2003 tarihinde bir tavsiye kararı aldığını hatırlatan Bakkalcı, “Ömür boyu cezaevinde kalan herkes için geçerli olabilecek şartlı salıverilme olasılığını içeren bir karardı” dedi.
“Umut hakkı”nın sağlanması ile ilgili dünya çapında kimi örneklerin olduğunu anımsatan Bakkalcı, “Umut hakkına dair, gerek yasal gerek uygulamada güvence altına alınmamasını da bir hak ihlali olarak gördü” diye belirtti.
AİHM’ni 4 ihlal kararı
AİHM’in Türkiye’ye 2014 yılında Abdullah Öcalan, 2015 yılında Hayati Kaytan, 2016 yılında Emin Gurban ve 2019 yılında Civan Boltan’a dair ihlal kararı verdiğini belirten Bakkalcı, “AİHM, bu dört ayrı kişiyle ilgili sözü edilen koşullar ve mekanizmalara dayalı somut kriterlere göre şartlı salıverilme olasılığının bir hak olduğunu ve bu düzenlemenin olmaması koşulunda da bunun bir ihlal olduğunu belirtti. Dolayısıyla 20 yıldır sadece Türkiye’de değil, Avrupa Konseyi bünyesindeki bütün devletler için bu durum geçerli. Buradaki mesele en son 14 Ağustos 2024’te yayımlanan Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komitesi’nin Türkiye ile ilgili beşinci dönemsel raporuna ilişkin sonuç gözlemlerinde de, tavsiyeler 8 yıl önceki dönemsel raporunda yer aldığı gibi tekrar vurgulandı” ifadelerini kullandı.
İnsan onuru vurgusu
“Umut hakkı”nın salt güncel mesele ile sınırlı olmadığını belirten Bakkalcı, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bulunan tüm insanların bir gün salıverilme ihtimalinin olmamasının insan onuruna aykırı olduğunu dile getirdi. Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen kişilerin sayısının tam olarak bilinmediğini ifade eden Bakkalcı, BM İşkenceyi Önleme Komitesi’nin paylaşımına göre Türkiye’de 4 bine yakın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan kişinin olduğu bilgisini paylaştı.
‘Yasal düzenleme şart’
Bir kişinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının almasının insan hakları bakımından “umut hakkı”ndan mahrum edilmemesi gerektiğini vurgulayan Bakkalcı, bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğine işaret etti.
Bakkalcı, “AİHM’in ihlal karalarına ilişkin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin önünde bir dosya var. En son Eylül ayında bu kararlara dair görüşmeler yapıldı ve almış olduğu kararları da yayımladı. Vermiş olduğu kararda ise Türkiye’ye 2025 yılına kadar süre tanındı. Düzenlemeler yapılmadığı takdirde de bir ara karar alma ihtimalinden bahsediliyor” diye belirtti.
‘İnsan hakları müzakere konusu yapılamaz’
Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler gereği hayata geçirmesi gereken yükümlülükleri keyfiyete bağlayamayacağını söyleyen Bakkalcı, şöyle devam etti: “İnsan hakları konusu asla bir müzakere konusu yapılamaz. İnsan hakları açısından ‘umut hakkı’, bir kişiye özel uygulamaları içermez. Bir bütün olarak Türkiye satında uygulanmak durumundadır. Bu hakkın kişilere göre ayrılması ise bir ayrımcılıktır. Türkiye’de insan haklarına dair birçok sorun yaşanıyor. Hayatın bütün alanlarında insan haklarına dayalı rejim fikriyatının yeniden kurucu unsur olarak ele alınması gerekiyor. Toplum olarak hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız ve hepimizin bu konuda çaba göstermesi gerekiyor”