Nilgün Yılmaz, Sevgi Soysal’ın ölüm yıldönümü için yazdı: Düş kurmanın gizini kadınlığa hapseden Sevgi, gerçeğe nispet edercesine sancılı düşlerinden bahseder. Yitip giden, tıkanmış bir ruhun dolambaçlı yollarının haritasını çizer ve sizi bu yolda yürüyüşe heveslendirir.
Bilmediğiniz bir sokağın ardında, yüksek bir tepede mekân tutmuş bir kadın; gördüklerini-göreceklerini hikayesinde işlemenin hınzırlığıyla tanıdık bir sima. Sarhoş bir esintinin eşliğinde; insan derinliğine ulaşma gayesini, bir tutam neşeyle üzerine giyinebilmiş ele avuca sığmaz bir kalem Sevgi Soysal.
40 yıllık bir ömrü; adeta bilekleri uçarıyken kabına sığmayan çocuklar gibi yazmış ve yaşamış. Haliyle uçlarda, izinsiz ve tekinsiz yerlerde dolaşan bir kalemi olmuş onun. Kalabalıktan uzağa gitmiş hep tepelere tepelere doğru, bozkırın tozu dumanı bir olmuş tepelerine doğru. Çıktığı yüksekliği değerlendirmiş; kendi çıkmazlarından ‘kalabalığın’ resmini yapıvermiştir. Çünkü dışarda olanın, aynı zamanda içerde olduğunu bildiği için.
‘’ Soysal, ilk gençliğimde dünyayla arama gerili; şefkatle harelenmiş bir zeka, isyankar bir neşe, külyutmaz bir duruştan dokunmuş bir tüldü. Tam da bombaların saatinde. O en gürültülü demini yaşayan; öfkeli, üstü-başı darmadağınık Ankara’nın üstüne gerilivermiş bir tül. ‘’1
Sözcüklerini ve dilini onulmaz yaşamın merhemi niyetine bir tuzak olarak kullanmış ve herkesi buna yükümlü kılmış. Okur olmanın anlatana, anlatılana karşı sorumluluk taşımak olduğunu hatırlatmış. İnsan benliğinin arzuladığına duyulan hassasiyettir bu belki de. İşte Yıldırım Türker’in de tariflediği gibi ‘’isyankar neşe’’yle olan bağımı böyle ifade edebiliyorum.
Toplumsal çarpıklığı yarattığı kadın karakterlerde ayan beyan ortaya dökmüştür. Bireysel ve gündelik olanın lisanını kadınlık üzerinden konuşturmuştur. Erkek dünyanın karşısına hep dolaylı yoldan dikilmiş ve bir çift sözü kimseden esirgememiş söyleyivermiştir.
‘’ Erkeklere, erkeklere, en çok onlara, bu kendilerini, sonra yine kendilerini sevenlere kızgınlığım. İki düğmeli, tek düğmeli, üç düğmeli ceketleriyle duyarsızlar ordusu yığın yığın geçiyorlar. Ceketsiz, kravatsızlarda biraz olsun umudum vardı, oysa tek dolaşmıyor onlar- güçsüzler. Rastlamadım işte birilerine rastlamadım. ‘’2
Burnunun dibindekini fark edemeyenlerin dolup taştığı bir kentin sokaklarında öylece gidip gelenlere öfke dolu bir kadın adımlar; günün sonunda vardığı tepede perçemlerine tutturduğu tutkularını kentin mazgallarından aşağıya atmaya cüret edebilen…
Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçiren Sevgi Soysal varoluşunun bütün çıkmazlarına bu şehrin kaldırımlarında adımlayarak varmıştır. 12 Mart döneminin zor koşullarını ve bu süreçteki deneyimlerini bütün açıklığıyla aktarmış ve o dönemin siyasal edebiyatının temsilcisi olmuştur. ‘’ Ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütün olan cumhuriyetimizin başkenti Ankara’dır. Ankara baştan başa taştır. Büyük Millet Meclisi de taştandır. Ankara bir ‘’baştaş’’tır. Müteahhitler bu şehri taştan yaratmışlardır. ‘’3 diyerek devletin taş kesilmiş kıyısındaki yaşamını ifade eder. Eserlerinde havasının, toprağının yüzü suyu hürmetine hep bir ‘bozkır’ imgesi karşımıza çıkar. Öyle bir anlatıma sahiptir ki papatyalardan, gelinciklerden ve gece kokan çiçeklerin varlığından taş kesilmiş yerlere can verir. Üzerine beton dökülmüş olsa da kır da bitenlere yeniden hayat hakkı vermeyi bilmiştir-soluk almak için.
‘’Susuyoruz bak hep. Söyleyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Bozkır senden benden yalnız, oysa yaratık dolu, yaşam dolu –ya karıncalar
Bak, tozluyuz biz, çok tozluyuz-ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan toz.
Bak bizi ağaçlandırmak güçtür- ya bozkır. ‘’4 Kadınlığın kendi coğrafyasını da bunun üzerinde anlatır. İlk dönem yapıtlarından olan Tutkulu Perçem’de yanıtsız onca soruyu sorarak, kimliğinin itirazlarını dillendirir. Birey ve toplum birbirinin uğrağı olan iki kavramdır. Dolayısıyla kendi kadınlığından toplumun bir toz bulutunda tutsak tuttuklarının anlatıcısı olur.
Düş kurmanın gizini kadınlığa hapseden Sevgi, gerçeğe nispet edercesine sancılı düşlerinden bahseder. Yitip giden, tıkanmış bir ruhun dolambaçlı yollarının haritasını çizer ve sizi bu yolda yürüyüşe heveslendirir.
‘’Köstebek deliği sürünmelerle genişleye genişleye bir dehliz olmuştu. Tante rosa baktı arkasına ki bir çıplak erkek. Bunu beraber getirmiş olmak bütün yanılgılarının küçük bir devamından başka ne? Peki ama hangisi bu? Hans mı, değil? Birinci, ya da ikinci kocası mı? Kocaların kaçınılmaz boynuzlarını takanlar mı ? düşlerindeki prenslerden, kontlardan biri mi ? hitler mi? Stalin mi ? Napolyon mu ? hiç biri olamaz, çünkü hiçbirini seçmiş değil rosa. Rosa ilkbaharda uçuşan kavak pamuğudur. O daha hiçbir yumurtayı döllemedi. O döllenmeye uçan bir kavak pamuğudur. Döllenmesi milyonda bir ihtimaldir. Ve bu aptallık, bu kadınca salaklıkla o bir su birikintisinde eriyip gidecektir. Çamurlu bir birikintide, birikintide, birikintide. Bir birikintide ah, sınavını bile veremeden. ‘’ 5
Karanlık bir geçitte adımlamanın kendisidir belki de bu sınav. Yaşamın içinde beliren her arayışın özelikle de kadınca her arayışın sınavı… Deryanın içinde yüzmeye kalkıp su birikintisinde çürümenin kadınca cesareti. Düş görmenin tatlı ve naif(!) yanı…Sınava tabi tutulanın herseyi bilmesi gerekir, bilmemekse zorlu bir yolun başlangıcıdır Sevgi’ye göre. Bilmemenin en güzel tarifini Tante Rosa’nın düşünde böyle dile getirir:
‘’Çıplaktık yürüyorduk, utanmayı öğrenmemizle unutmamız bir olmuştu, çıplaktık, yürüyorduk. Kimin sınava girdiği unutulmuştu, çıplaklık unutturucudur. Biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardandık, kaçmak için. Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için. Neyin olmadığını, neyin olmayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için , yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. Tante rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunabileceğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır. İşte unutmak için, neyi unutmak için, neden kaçmak için işte bunlar hiç bilinmiyor, bunları bilmek bile bir ad değiştirmektir, bir kılık değiştirmektir.6
Anmak, biriktirilmiş olanı yeniden dile getirmektir. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti adlı romanında bahsettiği 'sevgisizlik duvarı’nda büyüyen, duvara çarpıp sadece ağlamayı becerebilmiş bir çocukluğun gözü yaşlı bir tebessümü niyetine bu yazı. Acemice bir bekleyişi; bil(e)memenin yüzünden oluşları bekleyen, kendi hayatının seyircisi olan bir kadınlık öyküsünün şen kahkahası adına bu dökülenler.
İnsanı geride bıraktıklarıyla sokağın ardındaki tepeye; sır fısıltılara çağıran kadına saygıyla ve özlemle.
1. Yıldırım Türker, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yildirim-turker/isyankr-nese-1033060/
2. Sevgi Soysal, Tutkulu Perçem, İletişim Yayınları
3. Sevgi Soysal, Bakmak, ,İletişim yayınları
4. Sevgi Soysal, Tutkulu Perçem, İletişim Yayınları
5. Sevgi Soysal, Tante Rosa, İletişim Yayınları
6. Sevgi soysal, Tante Rosa, İletişim Yayınları