Temel Karataş yazdı: Cemaat eliti fukara babama karşı
Temel Karataş
Çocukluğumu bir artı bir evde anımsıyorum. Anam, babam öğretmen. Bir maaştan fazlası kiraya gidiyor. Kardeşimle ben ilkokuldayız. Bitişikte sokağın en yüksek ve geniş binası var. Alt katı büyük bir bakkal, yanı ticarethane. Ticarethane diyorum, çünkü belli bir iş yapmıyor. Bazen iki otomobil konulup satılıyor, bazen boş, bazen inşaatçılık ofisi. Civardaki bütün inşaatları bu sülale yapıyor. Babadan oğula geçiyor, para, sakal ve kara çarşaf. Hemen karşımız cami. Bu binanın sahipleri caminin de ortakları! Caminin sahibi mi olur, demeyin. İzah edeceğim. Sonraları AKP'nin lider kadrolarında gördüğüm bir isim de var oğullar arasında. Topluca Humeyni'nin cenazesine gidiliyor, kalabalıklar anlamadığımız meseleler için gah camide gah bu dükkanlarda toplanıyor. Sonraları AKP'nin önde gelen ismi olduğu dediğim zat çıkıyor önce binadan, ardından sırasıyla kara çarşaflı kadınlar…
Bizden başka üç-dört hane daha var öğretmen olan. Pek sevmiyor bu sülale bizleri. Ama bizi ayrı bir sevmiyorlar, açıkçası babamdan nefret ediyorlar. Hiç tanımadıkları, sohbet etmedikleri ama Kürt olduğunu bir şekilde öğrendikleri babamdan. Bir gün sokakta tenekelerle müzik yapıyoruz, mahallenin çocukları. Bu AKP önde geleni beni azarlıyor, eve kadar kovalıyor. Babam diyor ki: “Bunlara ilişme, çoluk çocuk demez bunlar! Yobaz bunlar!”
Cumhuriyete falan düşmanlar. Sürekli Refah Partisi bayrakları, Arapça risaleler, çeşitli ses bantları her daim hayatlarında. O konuşmalar sürekli Cumhuriyeti, bizi, düşüneni, çarşafa bürünmeyeni, takke giymeyeni hedef gösterip duruyor. Hele seçim öncesi hayatın fonu bu.
Durumun özeti sahiden bizi Cumhuriyetin sahibi, kayrılanı, kendilerini hep dayak yiyeni olarak algılıyor, algılatıyor ve lanse ediyorlar. Oysa 20 daireli binalar, dükkanlar, inşaatlar onlarda… İki öğretmen maaşına çileli hayat bizlerde.
Sonraları “zaten dedelerinin olan bu ülkeyi” yönetir hale geldiler. Hizmet için aradıkları ortağı da buldular. Kara çarşaflar birer birer atıldı, yerine marka eşarplar, pardesüler geldi. Bunları üretip satanlar şimdi FETÖ'cülükten kodeste! İnşaatçılıkları çağ atladı, devleti inşa eder hale geldiler. Ortaklarının bir kısmı FETÖ'cülükten kodeste. Holdingler kurdular, dayayıp döşerken mal ve hizmet karşılığı aldıkları mobilyaları üretenler FETÖ'cülükten kodeste! Kervan gibi yürüme faslı geçti, jiplerle özgüven turları başladı… Bu jiplerin distrübütörlerinin de alınması yakındır! Tahin-pekmez gibi iç içeydiler, şimdi bizi siyahla beyaz kadar ayrı olduklarına inandırmaya çalıştıklarıyla.
Cami demiştik hani sokağın ucunda… Bu camiden çıkmazlardı. Her daim bağış kutusu bunlardaydı. Tadilat ihtiyacı hiç bitmezdi bu yepyeni caminin. Allaha şükür, bizim cemimiz cumamız için bir seccade yeterken, bunların çoğu darül harbe inanıp bu cami dışında başka bir camide cuma kılmıyordu. Bugün muhabbetlerinin iyice arttığı cübbelilerle aynı yerden geliyorlardı. Bal gibi tarikat, cemaattiler. Neyse ki o günler geçmiş, artık tüm camilerin bağış kutuları onlara devrolunmuştu. Cuma için yer sorunu kalmamıştı. Çünkü darül harbin sonuydu.
Şaka değil, sözünü ettiğim küçük caminin alt katı düğün salonu şimdi. Düzeltelim, cami değil artık, bir kompleks orası. Yurduyla, ticarethanesiyle… B. Cami ve Tesisleri Vakfı…
Diyeceğim şu ki, “mağdurken” de para bunlardaydı, muktedirken de. Politik ve ekonomik (sermaye) güce sahip bir avuç insandı bunlar bir zamanlar. İşbirliği yapacak, onları iktidara taşıyacak “hizmet”çiler arar dururlardı. Buldular da!
Şimdi fukara babam eliti, bu kodoman inşaatçılar milletin bağrını temsil ediyor, öyle mi?