Erdal Kara yazdı: Türkiye Suriye çangılının içinde çıkmaya niyetlendiğinde belki de çok geç olacak. Tayyip’in ipiyle düşülen kuyudan çıkmaya çalışmanın faturasını da ne yazık ki Türkiye halkları ödeyecek.
Türkiye iki efendi tarafından tasma vurulmuş köle durumunda. Kendi isterleri doğrultusunda adım atmaya yeltendiğinde, efendiler tasmayı sıkıyor. Bir yandan ABD, öbür yandan Rusya… Nereye çekilirse o tarafa meylediyor Türkiye. Bu durumu sürüklenmiş ülkenin kaderi büyük devletlerin oyuncağı olmaktır.
ABD’nin onayı, Rusya’nın hoşgörüsüyle Suriye’ye girme olanağına kavuştu Türkiye. Girdiği andan itibaren, ABD ve Rusya’nın bölge politikalarının basıncını üzerinde daha fazla hissetmeye başlamakla kalmadı, bölge devletlerinin ve sahadaki örgütlerin hamleleri karşısında da daha kırılgan bir konumlanışa sürüklendi. Zamanla göreceğiz ki, geçmiş günlerini mumla arayacak Türkiye.
Türkiye’nin Suriye ajandası iki başlıktan oluşuyor. Kürt koridorunu engellemek, her fırsatı değerlendirerek Rojava’da elde edilen kazanımları olabildiği ölçüde törpülemek. Diğeri, Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz ay ağzından kaçırdığı gibi Esad rejimini devirme hedefi. Ajanda böyle olsa da Suriye’ye IŞİD’le mücadele garantisi verilerek girildi.
Erdoğan’ın varsayımı şuydu: Hele bir girelim Suriye’ye, kendi ajandamız doğrultusunda davranma imkanları ortaya çıkar. Yatağa girmeye kalkıştığınız ayı. Cinsi fark etmez. Rus ya da Amerikan ayısı. Ayıyla yatağa giren pençelenmekten kurtulamaz.
Geçtiğimiz aylar bunu kanıtladı. Tek bir kazanım var görünüyor. Kürt koridorunun engellenmesi. Bu da Türkiye’nin mahareti değil. YPG Sözcüsü Polat Can’ın “ABD, Rusya, İran ve Suriye, Suriye Demokratik Güçleri’ni El-Bab’dan uzak tutmak için uzlaştılar” açıklaması bunun kanıtı.
Açmaya yeltendiğinde ajandası koltuğunun altına sıkıştırılıyor Türkiye’nin. ABD ve Rusya PYD’yi terör örgütü olarak görmediklerini defalarca ilan etti. Çırpınmalar fayda vermedi, Türkiye Rakka operasyonu dışında tutuldu. Esad’ı devirmek hayal olduğu gibi, Doğu Halep’teki cihatçıların kenti boşaltmasına aracılık etme konumuna sürüklenildi. Son bonus, yıllardır açıkça destek verilen, terör örgütü olmadığı iddia edilen El Nusra’nın, Rusya-İran-Türkiye mutabakat metninde “terör örgütü” olarak ilan edilmiş olması.
AKP Hükümeti’nin şefi Erdoğan’ın isterlerine rağmen Türkiye niçin bu duruma sürükleniyor? Bir muz cumhuriyeti değil Türkiye. Ama büyük güçlerle cepheden çatışarak kendi ajandasını icra etme şansına da sahip değil. Uluslararası kapitalist hiyerarşideki konumu ve emperyalizme bağımlılığı Türkiye’nin hareket kabiliyetini sınırlıyor. Bu gerçeği ıskalayan analizler boş gevezelikten başka anlam taşımıyor.
Emperyalizm iç olgudur
İki efendi tarafından tasma vurulmuş kölenin durumundan kişilikli bağımsız dış politika çıkar mı? Türkiye, Rusya-Çin eksenine yönelerek Amerikan etkisinden çıkmaya çalışıyormuş. AKP ve medyası, Türkiye’nin içine düştüğü pespaye durumu halktan gizlemek için bu tür hikayelere ihtiyaç duyuyor.
Emperyalizme tam boy bağımlı bir ülke Türkiye. Ülkenin iktisadi, siyasi ve askeri dokularında metastas yapmış bir “iç olgu” emperyalizm. Yüksek dozda kemoterapi yapmaya yeltenirseniz masada bırakırsınız.
Askeri bağımlılıktan söz etmek bile durumu aydınlatmaya yeterli. Masa başı analiz yapmayı sevenler, Erdoğan’ın Şangay Beşlisi’ne göz kırpmasını alkışlarken, “NATO’da kalacağız!” teminatı vermesine anlam veremiyor. Hem Rusya-Çin hattına girmeye heveslen hem de NATO’da kalma imkanın olsun. Mümkün mü böyle bir şey?
Bırakalım ABD yörüngesinden çıkıp Rusya-Çin hattına girmeyi düşünmeyi, ABD’yle ciddi bir karşıtlığa sürüklenildiğinde başa gelenler hatırlanmıyor mu? İki örnek vermekle yetinelim…
Kıbrıs “Harekatı” ABD’nin hilafına gerçekleşti. Harekat’ın bir safhasında Türk savaş uçakları Kıbrıs açıklarında Kocatepe, Adatepe ve Fevzi Çakmak muhriplerini bombaladı. Kocatepe battı, 67 mürettebat öldü. Yaralı iki muhrip Türkiye kıyılarına zar zor ulaştı. “Genelkurmay’ın koordinasyonsuzluğu” olarak izah edildi facia.
“Bir koyup üç alacağız” diyen Özel ABD’nin yanında Körfez Savaşı’na katılmaya pek hevesliydi. Demirel ve Genelkurmay macera olacağını söyledi böyle bir girişimin. Türkiye işgalin parçası olmadı. Bir yıl sonra, 1992’de, bir başka muhrip, Muavenet, Kocatepe’nin 20 yıl önceki kaderini paylaştı. Ortak NATO Tatbikatı esnasında ABD Uçak Gemisi Saratoga Muavenet’i vurdu, batırdı. Gemi komutanıyla birlikte 22 asker hayatını yitirdi. ABD Türk muhribinin gemilerine kilitlendiğini iddia etti önce. Ardından, belli ki mesaj alındı diye düşünüldü, Türk muhribini hatayla vurduklarını açıkladılar. Kamuoyu ikna olmadı. ABD’nin ödediği tazminatla yetinmek zorunda kaldı Türkiye.
NATO çatısındaki ülkeler NATO standartlarına tabidir. Yüksek teknoloji gerektiren hava ve deniz araçlarında düşman tanıma sistemi bulunur. Savaşta ve barışta kimin mavi, kimin kırmızı kuvvet olduğu böyle anlaşılır. Yazılımın kodları tabi ki ABD’nin elinde. İstediği an istediği uçağı ve gemiyi “kırmızı” kuvvet olarak kodlayabilir. Kendi geminizi ya da uçağınızı düşman zannedip vurursunuz.
2000’li yılların ortasında bir şehir efsanesi vardı. Geçmişte Türk muhriplerinin vurulmasından da feyz alınarak TÜBİTAK destekli olarak Aselsan NATO’nun düşman tanıma sisteminin kodlarını çözmek için uğraşıyordu. Milliyetçi kafalara göre bu çaba askeri bağımlılıktan kurtulma yolunda cesur bir yurtsever adımdı. Bu çalışma içinde olduğu söylenen üç mühendis ardı ardına şüpheli biçimde intihar etti. Biri boğaz ve bileklerini keserek, diğeri kafasına tek kurşun sıkarak, sonuncusu yaşadığı binanın altıncı katından atlayarak ölmüş görünüyordu. O vakit kaleme aldığımız yazıda, “düşman tanıma sistemi” yazılımını çözme işinin, milliyetçi kafaların uydurduğu bir şehir efsanesi olduğunu, şüpheli ölümlerin uluslararası istihbarat örgütleri arasındaki itişmeyle izah edilebileceğini söylüyorduk.
15 Temmuz’dan sonra o yılların TÜBİTAK ve Aselsan’daki kadrolarının silme FETO’cu olduğu ortaya çıktı. Hikayenin şehir efsanesi olduğu da böylece ispatlandı.
ABD menşeyli NATO’nun “düşman tanıma sistemi”nin kodlarını kimse çözemedi de Türkiye mi çözecek? Kodlar güncellenmiyor mu? Çözmeye ramak kalmışken kodları değiştirmek zor mu? Bu çaba Sisyphus efsanesine dönmez mi? Bu kadar andaval bir emperyalizm olabilir mi? Boş gevezelikler bunlar…
Anlatmak istediğimiz şu: NATO’dan çıktığınız an elinizdeki uçak ve gemiler hurda olur. Eritir, konserve yapımında kullanırsınız onları! Yirmi jenerasyon Türkiye’ye yeter, hatta artar bile! Bu duruma savrulan, hava ve deniz savunmasını bütünüyle yitiren bir ülke, Rusya eksenine girse ne olur? ABD’nin elinde olduğundan daha fazla emperyalist Rusya’nın oyuncağı olmaz mı? Kanser hastasını yüksek dozda kemoterapiden öldürmek değil mi bu? Türkiye kapitalizmi bunu düşünemeyecek kadar akılsız mı?
İktisadi, siyasi bağımlılığın sözünü bile etmedik daha. Askeri bağımlılıkla ilgili örnekle yetindik. Saddam’ın kaderine bakan iktisadi bağımlılığın ne anlama geldiğini anlar. Petrolü dolar yerine euro ile satmaya karar verdiği için başını kurtaramamıştı Saddam.
Bunlar masa başı analiz zevzeklikleri. Mahir Çayan’ın “emperyalizm iç olgudur” sözü karşısında beş kuruşluk değerleri yok.
Türkiye Suriye toprağına ayağını atmakla bağımlılık katsayısını arttırdı. Kamuoyunun gazını almaya yönelik afra tafra sürecek olsa da, Türkiye Suriye’de ABD ve Rusya’nın rehinesi artık.
Türkiye daha kırılgan
Suriye sahasına girişin, bölge devletlerinin ve alanda mücadele yürüten örgütlerin hamleleri karşısında Türkiye’yi daha kırılgan bir konumlanışa sürüklediğini söyledik. Rus Büyükelçisi’nin öldürülmesi bunun bariz örneği.
Cinayet örgütsel olarak planlanmış olabilir. Katil “yalnız kurt” da olabilir. Önemi yok bunun. Türkiye Suriye’ye girerek cihatçı örgütlerin hamleleri karşısında daha kırılgan bir pozisyona sürüklendi. Büyükelçi cinayetinde olağan şüpheli El Nusra. Cihatçı örgütlerle Türkiye’nin ilişkisinin analizi bizi bu sonucu ulaştırır.
Erdoğan El Nusra’nın terör örgütü olmadığını defalarca söyledi. Böyle değerlendirdiğiniz bir örgüte destek vermez misiniz? Türkiye de yıllardır destek veriyor zaten. TIR’lardan aslan payını El Nusra alıyor.
El Kaide’ye biat etmiş bir örgüttü El Nusra. Türkiye’nin yönlendirmesiyle geçtiğimiz aylarda El Kaide ile ilişkisini kestiğini açıkladı ve adını Şam’ın Fethi Cephesi olarak değiştirdi. Bu takiyye ABD ve Rusya’nın “terör listesi”nden çıkmasına yetmedi.
El Nusra İdlip’i egemenliği altında tutuyor. İdlip kırsalındaki diğer güçlü örgüt Ahrar-uş Şam. El Kaide’ye biat etmemiş olsa da o da El Kaide’ci. Bu örgütün de hamisi Türkiye.
Türkiye, ABD’nin onayı, Rusya’nın hoşgörüsü ile Suriye’ye girmeye niyetlendiğinde ÖSO böyle bir harekat için yeterli kuvvete sahip değildi. Harekata destek için Türkiye diğer cihatçı örgütleri ayartmaya soyundu. Pazarlıklar neticesinde Ahrar-uş Şam Fırat Kalkanı Harekatı’na destek olmaya karar verdi. Ahrar-uş Şam militanlarının da içinde olduğu çok sayıda cihatçı Doğu Halep ve İdlip kırsalından toplanıp, Hatay’dan Türkiye’ye girip, Kilis’ten Suriye’ye geçti. El Nusra’ya göre, Doğu Halep kuşatmasını kırmak için yapılan saldırının başarısız olmasının da, Doğu Halep’in kaybedilmesinin de ana nedeni Fırat Kalkanı Harekatı’na savaşçı aktarılması. Türkiye El Nusra ilişkilerinde böyle bir yakın dönem pürüzü var.
Doğu Halep’e yönelik Suriye rejiminin basıncı arttıkça Türkiye ile El Nusra’nın arasındaki gerginlik de arttı. Türkiye Al Bab’ın işgali karşılığında, Doğu Halep’in cihatçılardan boşaltılması için arabuluculuk rolünü üstlendi. Ateşkes ilan edildi. Bombardıman durduruldu. Doğu Halep’in boşaltılmasına karşı çıkan El Nusra’yı ikna görevi Türkiye’ye verildi. Tayyip Erdoğan kendinden emin “Arkadaşlarımıza gerekli talimatı verdik. Böyle bir çalışma yapılacak” diye açıklama yaptı. El Nusra ikna edilemediği gibi, Türkiye Rusya’dan zılgıtı yedi: Doğu Halep’te çözüm için ne zaman ateşkes ilan edilse, cihatçı örgütler bunu güçlerini tahkim etmek için kullanıyorlardı.
Aralık başında Suriye rejimi Doğu Halep’te süratle ilerlemeye başladı. Tekrar iş başa düştü. İkna görevi yine Türkiye’ye verildi. Türkiye yine sonuç alamadı. Nihayetinde El Nusra dışlanarak anlaşma yapıldı. Lakin anlaşmayı tanımadı El Nusra. Doğu Halep’te direnişini sürdürmeye devam etti. Anlaşmanın bir parçası olan İdlip kırsalında yer alan Fua ve Kefraya Nusayri yerleşim yerlerinden yapılacak tahliyeleri de sabote etti. Tahliye için gelen otobüsleri yaktı. Anlaşmaya bağlı olduklarını açıklayan diğer cihatçı örgütler gelecek otobüslerin güvenliğini alacaklarını ilan ettiler. Çözüm ancak böyle bulunabildi.
Esad’ı devirip Emevi Camii’nde namaz kılma hayaliyle yıllarca cihatçı örgütleri destekle, sonra Al Bab uğruna sat onları. Bunun bir faturası olmaz mı? Şimdilik satıldığına karar verip de kılıcı çeken El Nusra. Sırada diğerleri var. IŞİD’den hiç söz etmiyoruz. Satışa nasıl tepki gösterdiklerini yakılan askerler gerçeği ile görmüş bulunuyoruz.
El Nusra Doğu Halep’in satılmasının faturasını Büyükelçi suikastiyle Türkiye’ye ödetti. Lakin dediğimiz gibi, bir “yalnız kurt”la da karşı kaşıya olabiliriz. Bunun önemi var mı? Önümüzdeki aylarda cihatçı örgütler sıraya geçerek Türkiye’nin ihanetinin bedelini şu ya da bu biçimde Türkiye’ye ödetmeye yeltenmeyecek mi?
SDG’nin Fırat’ın Gazabı Operasyonu
Ajandanın ilk başlığı Kürtler demiştik. Fırat’ın Gazabı Harekatı başlayalı yaklaşık 15 gün oldu. Bir değerlendirme yapalım ve Türkiye’yi ne sürprizler bekliyor görmeye çalışalım.
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG), IŞİD’in hilafetin başkenti ilan ettiği Rakka’yı almak için başlattığı “Fırat’ın Gazabı” operasyonu hızlı ilerliyor. Beş aşamadan oluşacağı açıklanan operasyonun ikinci aşamasında Tabka kentinin 2 kilometre kuzeyine ulaşıldı. Tabka şehri, Suriye’nin merkezinde, Rakka’dan sonra Fırat Nehri kıyısındaki IŞİD’in ele geçirdiği ikinci büyük kent.
Fırat’ın Gazabı operasyonunun birinci aşamasında SDG iki koldan ilerlemişti. Akçakale’nin Güney Batı’sında yer alan, Türkiye’ye 10 kilometre mesafede bulunan Suluk Kasabası’ndan bir kol; Akçakale’nin güneyinde yer alan, Türkiye’ye 35 kilometre mesafede bulunan Ayn-İsa Kasabası’ndan diğer kol operasyona başlamıştı. Birinci aşamanın sonunda iki koldan ilerleyen SDG güçleri Rakka’nın 25 kilometre kuzeyinde birleşti. Operasyona burada ara verildi.
Operasyona paralel olarak Türkiye’nin ve desteklediği ÖSO’nun Menbic’e, Menbic’in kuzey ve batısındaki SDG’ne yönelik saldırıları arttı. Birinci aşamanın ortalarında YPG açıklama yaparak Menbic’te konuşlu güçlerinin kentten çekildiğini açıkladı. Buna rağmen Türkiye ve ÖSO’nun SDG mevzilerine yönelik saldırıları durmadı. Anlaşıldığı kadarıyla Fırat’ın Gazabı Operasyonu’nun ikinci aşamasının gecikmesinin nedeni YPG güçlerinin Menbic’ten çekilmesine rağmen Türkiye ve ÖSO’nun saldırılarının artarak devam etmesiydi. Kapalı kapılar ardından neyin konuşulduğunu bilemeyiz ama operasyonun ikinci aşaması Türkiye ve ÖSO’nun SDG’ne yönelik saldırılarının durulmasının ardından başladı.
Fırat Kalkanı’nın başlamasından beri ABD birkaç kez YPG ve SDG’ne yönelik saldırıları onaylamadığını, IŞİD tehlikesine odaklanmak gerektiğini açıkladı, hatta daha da ileri giderek Türkiye’nin El-Bab’a yönelik harekatının koalisyonun bilgi ve onayı dışında gerçekleştirildiğini belirtme gereği duydu. Yani, ABD Türkiye’nin kulağını çekti. ABD ile YPG arasında mutabakata varıldı ki, operasyonun ikinci aşamasına geçildi. (1 No’lu Harita)
SDG hızlı ilerliyor
İkinci aşama Rakka’nın kuzeybatı yönünde bulanan El Asad Gölü’nün (üzerinde Takba Barajı’nın bulunduğu göl) kuzey batısından 10 Aralık’ta başladı. Bugüne kadar yüzden fazla köy ve kasaba ele geçirildi. Operasyonun kapsamını anlayabilmek için şu ölçüler yeterli. Birinci aşamada IŞİD’den 700 kilometre kare toprak parçası alınmıştı. Şimdi alınan, Türkiye’nin aylardır süren Fırat Kalkanı Harekatı’nda ele geçirdiği toprak parçası kadar. (2 No’lu Harita)
Suriye Demokratik Güçleri, 15 günde El Asad Gölü’nün kuzeyindeki tüm yerleşim birimlerini ele geçirdiler. Operasyon iki yönde ilerleyecek görünüyor. Biri Menbic-Rakka anayolu güzergahı. Bu yönde Rakka’ya 25 kilometre mesafeye yaklaşıldı. Diğer yön Fırat Nehri’nin güneyi. Bu yönde El Asad Gölü’nün doğu ucunda bulunan, Fırat Nehri’nin hemen üstünde yer alan Tabka Barajı’nın kuzey kısmı ele geçirildi. Nehrin öte yakasında, Rakka’dan sonra Fırat Nehri kıyısındaki ikinci büyük kent Tabka var. SDG’nin buraya uzaklığı 3 kilometre. (3 No’lu Harita)
Suriye Demokratik Güçleri Fırat Nehri’ni aşar, Tabka’nın doğusundan güneye doğru ilerleyerek Halep-Rakka anayolunu keserse bu Türkiye için bir kabus senaryosuna dönüşebilir. (4 No’lu Harita) IŞİD de aynı olasılığı düşünüyor olmalı ki, son iki gündür SDG’nin bu yönde ilerleyişini engelleyebilmek için güçlü karşı saldırılar yapıyor.
Geçtiğimiz yıl Irak’ta başlayan operasyonlar nedeniyle IŞİD’in güçlerinin bir kısmını Suriye’ye çektiği biliniyor. IŞİD’in ana kuvvetleri Suriye’de iki hat üzerinde bulunuyor. Biri Tabka Barajı’nın doğusundan itibaren Fırat nehri kenarında yer alan kent, kasaba ve köyler. Rakka, Der-Ez-Zor, Mayadin, Ebu Kemal kentleri bu hat üzerinde. Devamında Irak’ta bulunan, yine IŞİD’in kontrolündeki El-Heri, Obaydi, Rawa ve Anah kentleri var. İkinci hat ise, Tabka ile El-Bab aralığı. Bu aralıkta Rakka-Halep anayolu üzerindeki birçok kent, kasaba ve köyle, anayolun kuzeyinde, El-Bab’a kadar uzanan bölgede yer alan birçok kent, kasaba ve köy bulunuyor. (5 No’lu Harita)
Fırat’ın güneyine yönelen SDG nehri aşar, Tabka’nın doğusundan güneye ilerleyerek Halep-Rakka anayolunu keserse, IŞİD’in Suriye’deki güçlerinin önemli bir kısmı Tabka ile El-Bab aralığına sıkışmış olacak. Bu hamle gerçekleşirse SDG bir taşla iki kuş vurabilir. Anayolu keserek Rakka’ya kuzeyden gelecek lojistik destek önlenir. Diğer kuş ise, Tabka ile El-Bab aralığına sıkışan IŞİD güçlerini kuzeye, El-Bab’a doğru küreyerek Türkiye’yle baş başa bırakmak. Eğer plan buysa, yakılarak öldürülen asker görüntüleri gündelik hayatımızın bir parçası olacak demektir.
SDG’den olası IŞİD sürprizi
Şam Türkiye’ye 400 kilometre uzaklıkta. Geçtiğimiz yıl, Şam kırsalında yer alan Deraya, Kanaker, Zakiye, Han El Şeyh, El Tall kentlerinde Suriye rejiminin kuşatması altında bulunan cihatçılarla anlaşma sağlandı. Anlaşma, af yasasından yararlanan cihatçılara kovuşturmaya tabi olmaksızın olağan hayata dönüş imkanı sağlıyor. Kabul etmeyenler, cihat macerasına devam etmek üzere, Türkiye sınırlarına 25 kilometre uzaklıktaki İdlip’e yollanıyor. Yine Şam kırsalında bulunan Zebedani, Madaya, Yermük, Ar Ruhaybe, Ceyrud, El Dumayr, Al Nasriye ile Doğu Guta’da bölgesinde yer alan kimi kent ve kasabaları da benzer bir akıbet bekliyor. Önümüzdeki yılın muhtemelen ilk çeyreğinde bu kentlerde de anlaşma sağlanacak ve cihatçılar İdlip’in yoluna tutacaklar. Oysa ki, Suriye’nin güneyinde cihatçıların kontrolünde olan bir başka bölge daha var: Dera. Dera’nın cihatçıların kontrolünde olan kırsalı bu kentlere çok daha yakın. Kanaker 10, Zakiye ve Han El Şeyh 20, Deraya 40, El-Tall 50 kilometre uzaklıkta Dera’ya. Suriye’nin politikası belli: Madem besleyip büyüttün, al hayrını gör politikası.
Suriye Demokratik Güçleri de benzer bir yol izleyebilir. Eğer Tabqa’nın doğusundan güneye inilerek Halep-Rakka yoluna kesilirse senaryonun bu olduğu netleşecek. Suriye’nin Türkiye’ye çektiği muamelenin bir başka versiyonu bu. “Kobane düştü, düşecek!” diye keyifleniyordun, öyle mi, “Al sana binlerce IŞİD’ci, hayrını gör!” anlamına gelecek bu. SDG böyle bir yönelime girerse bu Türkiye için kötü bir IŞİD sürprizine dönüşecek.
“Şeyhimiz bizi okuyup, üfledi!”
IŞİD, Türkiye’nin ittifak kurduğu ÖSO’ya benzemiyor. Motivasyonları bambaşka. “Kobane düştü, düşecek” diyenler, davulun sesi uzaktan farklı duyulur misali, neyle yüz yüze olduklarının farkında değillerdi. Son görüntülerin aklı ne kadar başa getirdiği de şüpheli. Esip gürlemeye devam etmeleri aklın hala tavanda olduğunun göstergesi. IŞİD’in ne menem bir şey olduğunu aşağıdaki hikaye gayet güzel anlatıyor.
IŞİD, geçtiğimiz yıllarda PYD’nin elinde bulunan bir kasabaya saldırı düzenlemiş. Dokça’nın üzerinde olan bir PYD savaşçısı aralıksız ateş ediyor, IŞİD’liler dokçanın ateşiyle birbiri ardına düşüyormuş. Lakin saldırıya geçen o kadar çok IŞİD’li varmış ki, gelenlerin ardı arkası kesilmiyormuş. Nihayetinde IŞİD’liler dokçayı kullanan PYD savaşçısının burnunun dibine kadar gelmişler. Bunun üzerine savaşçı dokçayı bırakarak geri çekilmek zorunda kalmış. IŞİD kasabayı alamamış. IŞİD’lilerden bazıları ise esir alınmış. Esir alınan IŞİD’linin birine sormuşlar: “Ateş altındaydınız, birbiri ardına ölüyordunuz, yine de saldırıyordunuz, manyak mısınız siz?”. Esir alınan IŞİD’linin cevabı şu olmuş: “Vallahi anlamadık, nasıl olup da görüp bizi vurduğunuzu. Görünmez olalım diye, şeyhimiz okuyup üflemişti bizi.”
IŞİD böyle bir şey işte. Türkiye bunu anlıyor mu? Hiç sanmıyorum. ÖSO derme çatma bir toplam. İçinde ciddiye alınacak güç Ahrar-uş Şam. Onları çıkarırsanız, ÖSO hiçbir şey değil. Türkiye’nin Halep satışından sonra Ahrar-uş Şam’ın da bu flörte ne kadar devam edeceği şüpheli.
El Bab’ın işgali Pandora’nın kutusunu açabilir
ÖSO IŞİD ile savaşamaz. Kim cebine dolar doldurursa, onun hizmetine koşan alçaklar sürüsü bunlar. Cihatçı kamplarda sirkülasyon baş döndürücü hızda. Düne kadar IŞİD’in ayda ödediği 500 dolara tamah edenler, Türkiye üzerinden yürütüldüğü aşikar, Tayyip’in damadının başında olduğu IŞİD’in kara-petrol çarkı Rusya’nın hava bombardımanlarıyla sekteye uğrayınca geçim kapısını ÖSO’da buldular. Cebine dolar dolduruluyor, onlar da Türkiye’ye secde ediyor. Din, cihat bu türden ulvi değerler bir çoğu için hikaye. Böyle bir güruhtan savaş kabiliyeti bekliyor Türkiye. Savaşmıyorlar, savaşamazlar. Ateşteki kestaneleri ÖSO’ya aldıracağını sanan Türkiye, bu yüzden her geçen gün Suriye batağına saplanıyor.
Fırat Kalkanı Harekatı’nın başlangıcında TSK destekli ÖSO hızla ilerliyor görünüyordu. Harekatın başlamasıyla birlikte IŞİD elinde tuttuğu köylerden çatışmaksızın geri çekildi. ÖSO böylelikle ilerleyebildi. Türkiye’nin uluslararası alanda yaşadığı sıkışmışlığı anlayışla karşılayan IŞİD, diğer yandan Türkiye’nin ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordu. Daha düne kadar kendisini destekleyen Türkiye’yi karşısına almayı tercih etmedi IŞİD. Durumun farkına vardığında da Türkiye’nin canını yakmaya karar verdi. El-Bab’a kadar kolaylıkla ilerleyen ÖSO ve Türkiye’nin burada çakılıp kalmasının nedeni bu. İki askerin yakılması nedeniyle El-Bab’ın ele geçirilmesi Türkiye için bir prestij sorununa dönüşmüş durumda. El-Bab ele geçirilebilir. Ancak bu Türkiye için bir zafer olmaktan çok Pandora’nın kutusunu açmaya benzeyebilir. Kutunun içinden, IŞİD’in TSK’ye yönelik yeni vahşet hikayeleri çıkabilir.
Suriye sahasına giren Türkiye henüz işin başında. Suriye hamlesinin tüm olası sonuçlarıyla henüz karşılaşmış değil. Önümüzdeki aylar ve yıllar Türkiye için sıkıntılı geçecek. ABD ve Rusya’nın basıncı daha fazla hissedilecek. Bölge devletlerinin ve sahada yer alan örgütlerin hamleleri karşısında kırılganlık giderek artacak. Biz El Nusra başta olmak üzere Türkiye’nin işbirliği içinde olduğu cihatçı örgütlerin, IŞİD ve SDG’nin hamleleri karşısında Türkiye’nin sürüklenebileceği açmazlarla ilgili kimi örnekler verdik sadece. Bu örnekler her geçen gün artacak ve Türkiye Suriye çangılının içinde çıkmaya niyetlendiğinde belki de çok geç olacak. Tayyip’in ipiyle düşülen kuyudan çıkmaya çalışmanın faturası da ne yazık ki Türkiye halkları ödeyecek.