Hasan KUL yazdı – TBMM’de yaptıkları konuşmalardan dolayı haklarında fezleke hazırlanan milletvekillerinin fezlekeleri çöpe atılacak mı? Yıllardır grev yapamayan, sendikalı olduğu için işten atılan işçiler haklarını alabilecek mi? HDP hakkındaki kapatma davası düşecek mi? İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu bu belgenin yayınlanması için Avrupa Birliği fonlarından 1.2 milyon Euro ödendiğini söylemektedir, bu bilgi doğru mu?
“Temel ilkeler
1-İnsan, doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez haklarıyla yaşar. Devletin temel amaç ve görevi, bu hakları korumak ve geliştirmektir.
2- İnsan onuru, bütün hakların özü olarak hukukun etkin koruması altındadır.
3-Dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkes hukuk önünde eşittir.
4-Kamu hizmetinin herkese eşit, tarafsız ve dürüst biçimde sunulması, bütün yönetsel faaliyetlerin temel özelliğidir.
5-Mevzuat, tereddüt doğurmayacak şekilde açık, net, anlaşılır ve öngörülebilir kurallar içerir, kamu otoriteleri bu kuralları hukuk güvenliği ilkesinden ödün vermeden hayata geçirir.
6-Sözleşme özgürlüğüne, hukuki güvenlik ilkesi ve kazanılmış hakların korunması prensibine aykırı olarak hiçbir şekilde müdahale edilemez.
7-Devlet, girişim ve çalışma hürriyetini rekabete dayalı serbest piyasa kuralları ile sosyal devlet ilkesi çerçevesinde korur ve geliştirir.
8-Adli ve idari işleyiş; masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkelerini koruyan, gözeten ve güçlendiren bir yaklaşımı merkezine alır.
9-Hiç kimse eleştirisi veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.
10-Hukuk devleti, hak ve özgürlükler ile adaletin teminatı olarak her alanda tahkim edilir.”
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 148 sayfadan oluşan 11 İlke, 9 Amaç, 50 Hedef ve 393 faaliyeti içeren “İnsan Hakları Eylem Planı” açıkladı. Hayırlara vesile olması dileğiyle, “İlkeler” bölümünün 9. Sırasında yer alan “Hiç kimse eleştiri veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz” ilkesine göre bu yazıyı yazıyorum.
İnsan Hakları’nı ilk düzenleyen belge 1215 Magna Carta Libertatum’dur. Arada sayısız belge var geçelim onları, 10 Aralık 1948’de yayınlanan “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” “İstanbul Sözleşmesi”, başta olmak üzere bu konuda imzalanmış sayısız anlaşma ve ek sözleşme vardır, Türkiye bu belgeleri imzalayan devletler arasındadır. TC Anayasası madde 90 ile bu sözleşmeleri bağlayıcı hatta iç hukukun üstünde saymıştır. Yukarıdaki ilkelerin büyük bölümü, 9. Madde dahil 1982 Anayasası’nda yer almaktadır.
“Karanlıkta ödüm koptu/düğün değil dernek değil/eniştem beni niye öptü” diye bir deyiş vardır Anadolu’da. Bu eylem planı nereden çıktı, hangi ihtiyaçtan doğdu?
* Türkiye “İfade özgürlüğü, Hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sıralamasında en gerilerde, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, insan hakları ihlâlleri sıralamasında başlardadır. AİHM’e açılan davaların %18’i Türkiye aleyhine açılan davalardır.
* Avrupa Konseyi tarafından denetim, Avrupa Parlamenter Komisyonu tarafından izlenme durumundadır. (AİHM kararlarını uygulamadığı için)
* 20 Temmuz 2016’da kabul edilen OHAL rejimi sürekli hale getirilmiş ve valiler OHAL dönemi yetkileriyle donatılmıştır.
* Anayasa’da ifadesini bulan “Güçler ayrılığı ilkesi” de facto ortadan kaldırılmış ve bir tek adam rejimi inşa edilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararları, Siyasal İktidar’ın açık beyanlarıyla uygulanmamaktadır.
* “Ülkenin bir bölümünde işlenen ağır insan hakları ihlâlleri” bir cezasızlık zırhına bürünmektedir. Başta “Yaşam Hakkı” olmak üzere ağır insan hakları ihlâlleri cezasız kalmaktadır.
* İnsan Hakları Eylem Planı’nın kamuya duyurulduğu gün itibariyle; Türkiye’nin 3. Büyük Partisi HDP’nin kapatılması için işlem başlatılmakta, 9 milletvekilinin dokunulmazlıkları kaldırılıp, milletvekillikleri düşürülmeye çalışılmaktadır.
* İktidar Partisi Genel Başkan Yardımcısı, 6,5 milyon HDP seçmeni için “Allah onların oylarının belâsını versin” diyebilmekte, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere, tüm siyasi tutsaklar ve iş insanı Osman Kaval hakkında verilen AİHM kararları uygulanmamaktadır.
* Ülkemizde insan hakları ihlâlleri Türk Ceza Yasası’ndaki çeşitli hükümler yanında esas olarak “Terörle Mücadele Kanunu” ile işlenmektedir. Belirsiz, muğlak, uluslararası hukuk normlarına uymayan bir terör tanımıyla toplumun her kesiminden insana rahatlıkla “terörist” yaftası yapıştırılmakta, yargılanmakta ve cezalandırılmaktadır.
* ”Terör Örgütü Üyesi Olmamakla Birlikte”, “Terör Örgütü İltisaklı” gibi ucu açık her yöne çekilebilen suçlamalarla insanlar suçlanmakta ve cezalandırılmaktadır. TCK 299’a göre “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla açılan davalar ne ülkemizde ne de dünyada bugüne kadar görülmemiş boyutlardadır.
* Evrensel Hukuk’un genel ilkeleri, “Eşitlik, nesnellik, genellik ve kişiye göre hukuk olmaz” olduğu halde bu ilke ne yazık ki ülkemiz hukuk pratiğinde işlememektedir. Siyasal İktidara yakın basın yayın organlarında, TV’lerde alenen insanların onurlarına dönük sövme, hakaret, tehditler cezasız kalırken, siyasal iktidara dönük en küçük bir eleştiri cezalandırılmakta ve eleştiriyi yapan kişi linç edilmektedir.
* Uluslararası Ceza yargılaması bir “Suç İsnadı” ile başlar. Suçlayan “Savcı” yasal olarak toplanmış delilleriyle şüpheliyi suçlar, iddianame hazırlar ve dosyayı hakimin önüne koyar. Hakim bakar deliller, şüpheli ile illiyet bağı gösteriyorsa ve şüphelinin yargılanmasını gerektiriyorsa, iddianameyi kabul eder ve yargılamayı başlatır. Delilleri yetersiz bulursa iddianameyi reddeder. Sonra sanık konumuna gelen şüpheli avukatını da yanına alır ve kendisini savunur. Karşı deliller öne sürer, savcının delillerini çürütür ve yargılama biter.
* Ülkemizdeki durum nedir? 2010 Referandumu’ndan bu yana başta HSK olmak üzere yargının tüm kademelerinde bir siyasallaşma yaşanmaktadır. Halen bir çoğu ağır cezalarla yargılanan, kimileri yurt dışına kapağı atmış olan FETÖ mensubu hakim ve savcılar “Yasal olmayan delil yaratarak, delilleri karatarak, gizli tanık denilen kiralanmış insanları kullanarak” hukuk sisteminin altını üstüne getirmişlerdir. O hakim ve savcıların topladığı(!) delillerle yargılanan bir çok insan yıllarca hapis yatmış, yatmaya da devam etmektedir.
* Siyasal İktidar bugün yayınladığı eylem planıyla, “Yüksek Yargıda liyakat ve kıdem” öngörüyor. Yargıtay’da tek dosya kapağı açmadan Anayasa Mahkemesi’ne 107 yargıcın oyuyla üye seçilen kişileri düşününce bunun bir kara mizah bile olmadığı söylenebilir. FETÖ’nün başlattığı yargı pratiği ne yazık ki halen yürürlüktedir. Bir siyasal partinin il ve ilçe örgütlerinde görev almış sayısız avukat, hukukçu bugün yargıç makamındadır. Gizli tanıklık, tek delil kaynağıdır.
* Kayyımlık müessesesi belediye ve şirketlerden üniversitelere kaymış ve Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına kelepçe vurulmuştur. Bu Üniversite’nin akademisyen ve öğrencileri kaynağını Anayasa ve yasalardan alan “Demokratik Protesto Hakları”nı kullanırken şiddete uğramakta, tutuklanmakta, gözaltında çıplak aramaya zorlanmaktadır. Üniversite halen polis ablukasındadır. Bu eylem planının hiçbir sözcüğü, cümlesi, paragrafı, noktası, virgülü ev hapsinde tutulan Türkiye’nin göz bebeği öğrencilerin bileğine vurulan kelepçenin anahtarı olamaz.
* Şimdi soruyorum: Başta sevgili Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala olmak üzere tüm siyasi tutsaklar cezaevinden çıkacak, AİHM kararları uygulanacak mı? TBMM’de yaptıkları konuşmalardan dolayı haklarında fezleke hazırlanan milletvekillerinin fezlekeleri çöpe atılacak mı? Yıllardır grev yapamayan, sendikalı olduğu için işten atılan işçiler haklarını alabilecek mi? HDP hakkındaki kapatma davası düşecek mi? Son bir soruyla yazımı noktalayayım: İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu bu belgenin yayınlanması için Avrupa Birliği Fonlarından 1.2 milyon Euro ödendiğini söylemektedir, bu bilgi doğru mu?