TC içine girdiği transformasyon sürecine bağlı olarak, dışarıda agresyon politikaları uyguluyor. İçerde ise maksimum sömürüyü hedefleyen, sınıfı enkaz yığınına dönüştüren stratejik saldırılar gerçekleştiyor. T.C küresel jeo-politik bir düğüm noktasına dönüşen Ortadoğu’da, bölgesel güç olma hayalleriyle hareket ediyor, hızla militarize olarak, bölgesel savaş olasılığının yükseldiği koşullarda aktif roller üstleniyor.
TC’nin dış politikada bütün angajmanları ve izlediği agresyon politikaları, içeride uyguladığı konsantre faşist düzenlemeler ve kurduğu çalışma rejimi ile bağlantılı biçim alıyor.
Finans kapitalin Ortadoğu’nun yeni düzeninde pay kapma hazırlığı, TC’nin transformasyon sürecinin bir parçası olarak devreye giriyor.
Kürt Federe Devleti’yle uzun zamandan beri kurulan ve derinleştirilen ekonomik ve siyasi ilişkilerin yanında, Suriye sorununun ulaştığı boyut, sınırların fiilen ortadan kalkması, petrol kaynaklarına, yollarına ulaşma zeminleri, Ortadoğu’nun hatta Kuzey Afrika’nın yeni ekonomik alan ve bakir pazarlar olarak öne çıkması finans kapitalin “iştahını” arttırıyor, onu agresifleştiriyor. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunu olan sermaye birikimi olgusu, içine girilen yeni ve yüksek konjonktürde finans kapitalin daha da pervasızlaşmasına yol açıyor.
Fakat bütün bu hamlelerin gerçekleşmesi, içeride işçi sınıfının parçalanması, şekilsizleştirilmesi ve köleleştirilmesiyle mümkün. Finans kapital içerde şiddetli ve stratejik saldırılarla bir taraftan sınıfı kronik örgütsüzlüğe sürüklemek istiyor, diğer taraftan maksimum sömürünün gerçekleşmesi için karşı devrimci stratejiler uyguluyor.
Çin ya da Vietnam çalışma rejimi diye tanımlayabileceğimiz uygulamalarla, maksimum sömürü yöntem ve tekniklerini hayata geçiriyor ve sınıfın atomize olması ve enkazlaşması yönünde sistematik adımlar atıyor.
Orta vadede Kürt sorunun gelişme biçimine bağlı olarak, Kürdistan topraklarının Çinleştirilmesi de bu projenin bir parçası olarak rezervde tutuluyor.
TC Avrupa’nın, küresel finans kapitalin “yeni Çin’i” olarak uluslararası iş bölümünde yer almaya uğraşırken, Kürdistan toprakları da yeni yatırım alanları ve muazzam ucuz iş gücü ile TC’nin Çin’i olarak gündemde tutuluyor.
Daha bugünden bölgesel askeri ücret tartışmalarının yapılması, sistematik güvencesizleştirme ve sendikasızlaştırma politikaları karşı devrimci taktikler olarak dikkat çekiyor. Özellikle finans kapitalin Anadolu topraklarını, bir işçi cehennemine çevirmek yönünde taşeronlaştırma uygulamaları, sınıfa yönelik sistematik saldırıların en konsantre biçimi olarak önem taşıyor.
Taşeron cumhuriyeti
TC’nin transformasyon süreci, bir yanıyla taşeron cumhuriyeti olarak tanımlanabilir. Küresel sermayenin ve yeni jeo-politiğin ihtiyaçlarına uygun ve kapitalist entegrasyon gereği olarak “eski Türkiye düzeni” yıkılırken, TC yeni bir sermaye cumhuriyeti olarak transforme oluyor. TC yeni jeo-politiğin aktif taşeronu olarak, bölgede konumlanıyor. Suriye’de “Proxy war” -taşeron savaşını örgütlüyor ve küresel finans kapitalin bölgedeki taşeronu olarak işlev görmeye çalışıyor. İçerde ise sınıfı abluka altına almak, onu köleleştirmek, bilinç ve kimliğini deforme etmek için sistematik taşeronlaştırma uygulamalarını devreye sokuyor.
TC’nin özellikle dışarıda aktif bir taşeron ve bölgesel lejyoner bir güç olarak davranması, ancak içeride sınıfın güvencesizleştirilmesi, sendikasızlaştırılması, işsizleştirilmesi, kısaca kronik yoksulluk ve sefalete sürüklenerek, amorfe olmasıyla mümkündür.
Aslında bu uygulamalar bir başka boyutta “hayırsever-cemaatçi” kapitalizmin kendini ürettiği ve beslendiği zeminlerin önünü de açıyor. Bir nevi karşı devrimci bir diyalektik işliyor.
Bu karşı devrimci saldırılar içinde taşeronlaştırma sınıfa yönelik taammüden saldırıyı içeriyor, sınıfın bugününün yıkımı ve geleceğin gaspı olarak işlev görüyor.
Taşeron sistemi: İşçinin enkazlaşması ve yıkımı
Sınıfı köleleştirmenin temel aracı olan taşeronlaştırma, “legal” bir kölelik sistemidir. Kölelik sisteminin temeli kölenin zihinsel olarak yıkımına ve maksimum değer yaratmasına dayanır. Çağdaş kölenin yani taşeron işçinin hiçbir hakkı yoktur, yalnızca aldığı ücretle karnını doyurabilir, işsizlik tehdidi eskinin kırbaç cezası gibidir, her an her şart altında kölenin biat etmesi kuraldır, kölenin yeni dönemde iş bulduğuna yani köle olduğuna şükretmesi gerekir. Çağdaş köle sahipleri, finans kapital maksimum kâr stratejisini bir köleleştirme politikası olan taşeronlaştırma üzerinden kuruyor.
Kapitalizmin ontolojisi sermaye birikimine dayanır. Bu da artı-emeğe hızla, sistematik ve yoğun bir şekilde el konulmasıyla gerçekleşir.
Sermayenin bunun için izleyeceği temel stratejisi iki boyutta kendini dışa vurur: Mutlak ve göreli artı-değeri arttırmak…
İzlediği yöntemler kısaca şöyledir; sermaye ücretleri sabit tutar, iş gününü uzatır, ya da tersinden iş gününe sınıfın mücadelesi karşısında müdahale etmeden ücretleri sistematik azaltma taktiği izler. Diğer bir yöntem ise işçileri daha fazla, daha hızlı ve daha yoğun çalıştırır, böylece emeğin yoğunluğunu arttırmayı hedefler. Ayrıca işçilerin emek verimlerini arttıracak yöntemleri (yeni teknolojiler, mekanizasyon gibi) devreye sokarak, tüketim mallarının piyasa değerini düşürür, reel ücretlerde görülen kısmi artış ya da iyileşmelere karşın, daha fazla artı emeğe el koyar.
Sermaye bütün bunları bir arada uygulayabilir.
Taşeronlaşma emeğin daha yoğun ve daha uzun, daha hızlı sömürülmesine dayanan yok edici bir sistemdir. Ayrıca bu sistem bünyesinde atomize edici bir nitelik taşıdığından dolayı sınıfın kolektif aksiyonunu bozar, sınıfı parçalar ve kolektif davranma yeteneklerini zafiyete uğratır. Taşeronlaştırma kısaca olağanüstü yıkıcı bir sömürü sistemidir.
Neo-liberal politikaların ayrılmaz parçası olan taşeronlaşma yeni üretim tekniklerini en önemli, en çok kullanan ve son derece ”zengin” uygulama biçimi olan bir artı-değer üretme mekanizmasıdır.
Türkiye’de taşeronlaşmanın kökleri eskiye dayansa da yıkıcı neo-liberal politikalarla yaygın olarak uygulanmaya başlandı. Özellikle 1990’ların ikinci yarısından sonra hemen hemen her sektörde karşımıza çıktı. 2000’li yıllar ve özellikle ikinci dönem AKP iktidarından sonra taşeronlaşma ana çalışma biçimine dönüşmeye başladı.
4857 sayılı İş Kanunu, taşeronluğun hukuksal nitelik kazandığı yasa oldu.
Yasada taşeronluk “alt işveren” olarak tanımlandı.
Finans kapital taşeronluk sistemiyle temelde ucuz iş gücünü hedefledi. Sınıfı, disiplin ve kontrol altında tutacak uygulamaları devreye soktu ve derinleştirdi.
Sermaye emeğin toplu sözleşme, sendikalaşma ve diğer tarihsel kazanımlarına yönelik şiddetli saldırılarıyla birlikte, sınıfı felç edici, yabancılaşmayı yoğunlaştıran ve konsantre eden taşeronluk sistemini bir arada uyguladı.
Taşeronluk sistemi aynı zamanda sermayeye müthiş bir rekabet avantajı sağladı.
İşçi sınıfı işsizlik tehdidi altında, taşeronda çalışmaya zorlandı. Bu sermaye için son derece ucuz iş gücü anlamına geldi, hayat pahalılığı, açlık ve yoksulluk şartları işçinin kölece çalışmasını koşulladı. Sermaye bu koşullar altında maksimum kâr stratejisini hayata geçirdi ve sınıfı boyunduruk altına alacak uygulamaları ve sınıf üzerinde makro tahakküm kuracak gücü elde etti. Sınıfı köleleştiren, terbiye eden, güvencesizleştiren, yabancılaştıran bu ölümcül fasit daire yıkıcı sonuçlar doğurdu. Sınıfın kimliği ve bilincinde şiddetli deformasyonlar yaşandı. Kolektif davranma, düşünce ve hareket etme yetenekleri felç oldu. Emeğin taşeronlaşması bilinçte önemli kırılmalar yarattı. İşçilerin zümrelik ve loncalık biliciyle hareket etmesine ve hızla atomize olmasına yol açtı.
AKP iktidarı yeni süreçte taşeronlaşmayı, daha da yaygınlaştıracak ve derinleştirecek, sermayenin önündeki bütün engelleri kaldıracak ve sermayeye stratejik olanaklar sağlayacak bir tarzda çalışma yaşamında uygulamayı hedefliyor.
Bir anlamda taşeronlaşma ana çalışma biçimine dönüştürülüyor. Böylece Çin çalışma rejiminin inşasında temel kolonlardan biri kuruluyor. Yeni yasayla AKP, 4857 sayılı İş Yasası’nda “alt işveren” olarak tanımlanan taşeron işvereninin mahiyetini genişletiyor. İş Yasası’nın 2. maddesi “asıl işveren kendi asıl işini taşeron işverenine devredemez, yalnızca asıl işe yardımcı nitelikte olan; temizlik, taşıma, güvenlik, yemek vb. işleri asıl işin teknik anlamda uzmanlık gerektiren kısmını taşerona devredebilir” diyor. Bu maddedeki “asıl işler” ibaresi kaldırılıp, her işin taşerona verilmesinin önü açılıyor. Ayrıca asıl işlerin taşerona verilmesi için yasada belirlenen kıstas ortadan kaldırılıyor. Asıl işlerin taşerona verilmesi için aranan “işletmenin ve yapılan işin gereği yani teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirme” koşulu kaldırılıp ya da gevşetilerek “asıl işler” ibaresi her yönüyle delinmeye çalışılıyor.
Mevzuatta görülen bu “küçük” düzeltme, sermaye açısından son derece önemli bir içerik taşıyor. İşçi sınıfına daha yoğun ve acımasız saldırı anlamına geliyor. Finans kapital, T.C. tarihindeki en militan siyasal aktörü AKP’den bu “düzeltmenin” yapılmasını bütün kurumlarıyla istiyor. AKP’de bu görevi büyük bir şevkle yerine getiriyor.
Bugün 6 milyona yakın işçi taşeron sistemin tutsağı olarak yaşıyor. Bu sayı sınıfın toplam sayısının (gizli ve açık işsizlerin sayısı 5 milyona ulaştı. 16 milyon da çalışan işçi bulunuyor.) %35’ini oluşturuyor. Yeni uygulamalarla bu sayının hızla artması, bugün özellikle sağlık, eğitim, inşaat, madencilik gibi sektörlerde %70-80’e varan düzeye ulaşması hedefleniyor. Yasada ve fiiliyatta uygulamalar bu sürecin şiddetli ve hızlı yaşanacağını gösteriyor.
Öncü ve biriktiren direnişler
AKP iktidarının TC’nin transformasyonuna bağlı bir şekilde, sınıfa bu çok yönlü ve boyutlu saldırısı, kendini en çıplak biçimde Çin ve Vietnam çalışma rejiminin inşasında gösteriyor. Taşeronluk sisteminin çalışma yaşamının esasını oluşturması, işçi simsarlığının yasallaştırılması, özel istihdam büroları, kiralık ve ödünç emek gücü piyasalarının kurulması, asgari ücretin bölgeselleştirilmesi, kıdem ve ihbar tazminatının gaspı kısacası sistematik işsizleştirme, güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma, yoksullaştırma ve örgütsüzleştirme stratejisi işçi sınıfının diri tepkileriyle karşılanıyor.
Bugün açısından lokal düzeyde, ağırlıkta spontanel karakterli gelişen taşerona karşı işçi direnişleri giderek yayılma, birbirini etkileme ve besleme özelliği taşımaya başladı.
Daha önce öne çıkan ve dikkat çeken taşerona karşı, İzmir Belediyesi taşeron işçilerin direnişleri ve Maltepe Belediyesi taşeron işçilerin direnişleri olmuştu. Marmaray da bu direnişlere güç verdi.
Bu direnişlerin her biri öfke patlamalarıydı. Yer yer devlet güçleriyle çatışmaya dönüştü. Gözaltı operasyonları gerçekleşti. Uzun soluklu olmaları ve kamuoyunu bir düzeyde harekete geçirmeleriyle iz bıraktılar.
Aktüel olarak gerçekleşen Liman-İş üyesi işçilerin Mersin Limanı’nda atılan 39 işçi için işgal eylemleri (liman işçileri 2007’de de benzer direnişler gerçekleştirmişlerdi). Son derece radikal ve limanı felç edici içerikte gerçekleşti. Her şeyden önce direnişin kazanımla bitmesi, taşerona karşı işçi direnişlerine güç verecek mahiyette oldu. Koç Üniversitesi’nde de benzer bir direniş yaşandı. İşçiler direnişlerini kazanımla sonuçlandırdı.
Taşeron işçilerin işten atılmalarına karşı başlattığı direniş, 1 hafta sonunda, 161 işçinin yeniden işe dönmeleriyle bitirildi. Koç Üniversitesi işçileri özellikle işe geri dönme ve bir dizi kısmi hak kazanımlarıyla önemli bir zafere imzalarını attılar. Taşeron işçilere ancak direnişle ve eylemle en temel hakların kazanılıp, korunabileceğini gösterdiler.
Cerrahpaşa ve bir dizi üniversitede Dev Sağlık-İş’in gerçekleştirdiği taşeron karşıtı mücadele, direniş ve eylemler son derece dikkat çekici, moral verici ve kararlılık aşılayıcı oldu.
Yukarıda kısaca bahsettiğimiz taşeron karşıtı işçi direnişleri içine girilen dönemin öncü eylemleri, pratikleri ve mücadeleleri olarak değerlendirebiliriz.
Bu direnişlerin yayılması, güç kazanması, senkronize bir boyuta ulaşması güvencesizleştirme ve taşeronlaştırmaya karşı emek güçlerinin stratejik yönelimleriyle doğru orantılı bir gelişme olacaktır.
Enformel bir sektörde, formel bir örgütlenmenin etkili olması olanaklı değildir. Formel örgütlenmelerin başarısız ve etkisiz olduğu koşullarda, yeni bir yaratıcı enformel örgütlenmeler ve örgütlenme ağlarıyla taşeron işçilerin sınıfsal öfke ve kinlerini açığa çıkarmak yaşamsal önemdedir.
Bugün taşeron işletmelerin bütününde işyeri komiteleri, taban örgütlenmelerini kurmak, işçileri bu örgütlenmelerde birleştirmek esas görevdir. “İşyeri komitelerinde birleş ve örgütlen!” temel bir şiar olmalıdır. Bu şiar bugün ağırlıkta, belki ajitasyon ve propaganda içeriği taşıyacaktır. Ama her direniş, her eylem bu şiarın eylem ve örgütlenme içeriğini besleyecektir.
İşyeri komiteleri ya da taban örgütlenmeleri suplex özellikleriyle ve sınıfın kolektif aklı, yüreği ve yumruğu olma nitelikleriyle en olmaz yerde kurulan, bir şey yapılamaz denilen yerde inşa olan sınıfın öz örgütlenmeleridir. Yeter ki taşeron işletmelerinde her gün, her saat, her dakika biriken sınıfsal öfke ve kin açığa çıkarılabilsin.
“Bir şey yapmalı!” düşüncesi örgütlenmenin başlangıcı ve mayasıdır.