Mehmet DEPREM Kısa Dalga için yazdı: Sayın Kılıçdaroğlu, sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Bolu Belediye Başkanınız Tanju Özcan’ı hemen partinizden atın. Bu uzun uzadıya helalleşmeden daha az “zahmetli ve pratik çözüm” olacaktır.
Çünkü partiniz içindeki önemli bir faşizan damarı temsil ediyor kendisi. Daha geçen seçimlerde belediye başkanı seçilmiş biri değil, partinizde 4 dönem milletvekili olarak görev yapmış bir siyasetçi. Bugün helalleşme çağrısı yaptığınız olayların tarafı olduğu da tüm açıklamalarında ayan beyan ortada.
Bundan yıllar evvel, çalıştığım araştırma şirketinde her ayın son Cuma günü ‘happy hour’ olurdu. Amaç stres atmak, biraz eğlenmek ve kaynaşmaktı.
Bir gün yakın bir arkadaşım içkiyi fazla kaçırdı.
Yersiz dans figürleri sergileme, aşırı duygusallaşma, coşkulu kahkahaların ardından nihayet sızarak gecenin finalini yaptı. Bir gün sonra beni aradı. Yaptığı ufak tefek saçmalıklardan aşırı utanmıştı. “Olur öyle şeyler, sonuçta kimseyi rahatsız etmedin” falan dedim ama kendine yüklendikçe yükleniyordu.
Gayet insani bir şeydi yaşadığı ama o abartıkça abartmış meseleyi, şakayla karışık “O kadar utandım ki bir terapiste mi gitsem acaba” noktasına getirmişti.
“Ne diyeceksin terapiste? Cuma günü şirket eğlencesinde çok içtim, sirtaki mi yaptım diyeceksin” dedim.
Konuşma saçma sapan, komik bir yere gidiyordu. “Haklısın ya, terapist çocukluğuma falan iner, oraya inmesi çok para tutar, hem o kadar param yok, hem de benim sorunum geçen Cuma gecesiyle ilgili, orayı toparlasın kafi” deyince ikimiz de telefonda gülme krizine girdik.
Sonra kendisi de abarttığını anlayıp konuyu kapattı.
Pazartesi kimse konuyu hatırlamıyordu bile.
Tüm bu hikayeyi şunun için anlattım: Kişisel veya toplumsal sorunlarımızı kabuk bağlamadan veya kangren olmadan çözmek her zaman en sağılıklı sonucu verir ve ileride büyük operasyonlara gerek kalmaz.
Birkaç hafta önce CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yaptığı açıklama ile bir ‘helalleşme” tartışması başlatmış, yayınladığı açık mektupla da helalleşmeyi amaçladığı kesimleri açıklamıştı.
CHP lideri “Yaralar hâlâ açık ama mutlaka helalleşeceğiz” diyordu.
Sağdan sola onlarca yorum, tepki veya destek geldi bu açıklamaya.
‘Hellaleşilecekler’ listesinde Varlık Vergisi ve başörtüsü yasağı dışında CHP’nin direkt suçlanacağı pek bir konu yoktu ama olsun, “yüce gönüllülük” yapmıştı Kılıçdaroğlu.
Kürt meselesindeki yüz yıllık inkardaki, Dersim Katliamı gibi acılardaki CHP payından hiç bahsetmemişti. Kürt meselesini kendi dahli olmayan Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkencelere ve Roboski katliamına hapsetmişti.
Bu da meselenin onun kafasında da netleşmediğini gösteriyordu ama atılan bu ilk adımdaki cesareti kırmaya gerek yoktu.
“Helalleşme değil yüzleşme gerekiyor” gibi özünde doğru tartışmalara girip konuyu dağıtmanın ne yeri ne zamanı.
Sayın Kılıçdaroğlu’na daha pratik bir öneride bulunacağım.
İleride helalleşme/yüzleşme gibi zahmetli işlere de girilmemiş olacak bu vesileyle.
CHP’nin bilinçaltına inmeden, fazla emek ve zaman harcamadan yapılacak, daha pratik bir öneri bu.
İleride diş çektirmemek için şimdi diş fırçalamak gibi basit bir öneri.
Sayın Kılıçdaroğlu…
Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Bolu Belediye Başkanınız Tanju Özcan’ı hemen partinizden atın.
Bu uzun uzadıya helalleşmeden daha az zahmetli ve pratik bir çözüm olacaktır.
Çünkü partinizin içindeki önemli bir faşizan damarı temsil ediyor kendisi.
Daha geçen seçimlerde belediye başkanı seçilmiş biri değil, partinizde 4 dönem milletvekili olarak görev yapmış bir siyasetçi. Bugün helalleşme çağrısı yaptığınız olayların tarafı olduğu da tüm açıklamalarında ayan beyan ortada.
Temel insan haklarının insanlar için geçerli olduğunu düşünerek kendisini partinizden atın.
Cevabı herkes biliyor ama not düşmek için bir daha hatırlayalım.
Bugün Türkiye’de özellikle sığınmacıların temel insan haklarını savunmak bile hükümet politikaları yüzünden mangal gibi yürek istiyor.
Özellikle son on yılda çevremizdeki iç savaşların bir tarafı olarak yanlış dış politikalar yürütüldü. Milyonlarca göçmenin bugün Türkiye’de olmasının arkasında, o ülkelerin iç dinamikleri kadar ülkemizi yönetenlerin de tercihleri var.
Şu anda ülkenin halı altında duran en büyük sorunu sığınmacı meselesi. Fakat bunda suçu en az olan grup sığınmacılar.
Yerel yönetimlerin bu konuda tek ciddi politika geliştirmeden, tribünlere hoş görünmek için sığınmacıları temel insan haklarından mahrum bırakmaya çalışması gayri insani ve faşizanca bir tutum.
Sığınmacıların nikahlarından 100 bin lira istemek, su paralarını 10 katına çıkartmak mikro bir “Varlık Vergisi” saçmalığı ve ırkçılığı değil de nedir? Bununla yıllar sonra helalleşmeye ne gerek var?
Belki de bugün Bolu’da atılan bu adım, ileride oluşabilecek sorunların ilk işaret fişeğidir.
Bu apaçık faşizan siyaset, sosyal demokrat dediğiniz partinizin çatısı altında yapılıyor.
Tüp bebek konusunda kendisinden yardım isteyen kadına gevrek gevrek gülerek “Hanımefendi ben size nasıl yardımcı olabilirim?” diyen biri için yıllar sonra kadınlarla helalleşmeniz mi, yoksa kendisini partinizden atmak mı daha “temiz çözüm” olur?
Resmi olmasa da fiilen 31 Mart seçimlerinde HDP seçmeninden aldığınız oylar ortada duruyor. Buna rağmen Bolu CHP İl Kongresi’ne nezaketen katılan HDP heyetini ‘Davet edilmeyen yere ya davulcu ya zurnacı gider’ diyerek kovan kişiyi partinizden atın.
HDP seçmeniyle helalleşmek için zaman geçmesine ne gerek var?
Önümüz seçim ve HDP seçmeninin affediciliği de hafızası da iyidir, emin olun.
AKP için söylediğiniz “Fay hatları üzerinde siyaset yapıyorlar. Bu siyaset tarzı ortadan kalkmalı” sözünüzden birkaç gün sonra Tanju Özcan, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na ne demişti?
“Şimdiye kadar kendi belediyelerine kayyum atanıyor diye ortalığı ayağa kaldırıyorlardı. Sen kimsin ya? Amerika’nın kontrolündeki taşeron bir örgütün sözcülüğünü yapıyorsun. Ben Türk Milleti’nin mensubuyum. Genel Başkan, helalleşmek derken herhalde terör sevicileriyle helalleşmeyi kast etmemiştir diye düşünüyorum.”
Bu belediye başkanınız ile mi helalleşme masasını kuracaksınız?
Yüzleşme veya helalleşme basit bir özür değildir. Zaman, emek ve samimiyet ister.
Yüzleşme olmamasının -kötülüğü yapanla mağdur için zaman farklı işlese de- tahribatı aynıdır.
Zamanında yüzleşilmezse iki taraf için de sonuçları çok ağır olur.
Kötülüğü yapan, hep inkar etmekten sonunda hasta olur.
Mağdur ise yarasını “bir varlık nedeni” gibi canlı tutmak için daima kaşımaktan kangren eder.
“Herkesin yarası zamanla kimliğine dönüşür” derler ya. Tam o hesap işte…
Hasılı “Söylenmeyen söz ağırlaşırmış.” Siz gelin, bu yarayı şimdiden yıkayın ve temizleyin.
Türkiye’nin onlarca kadim yarasına şimdi de sığınmacı yarası ekleniyor.
Bu faşist iklim içinde Tanju Özcan belki de çoğunluğun gönlünden geçenlere tercüman oluyor. Aynen 6-7 Eylül’de, Dersim 38’de, 28 Şubat’ta, 12 Eylül’deki çoğunluk gibi…
Belki o çoğunluk için demokrasi ve temel insan hakları fantaziden başka bir şey ifade etmiyor ama suyla insan terbiye etmek de olsa olsa Yezit’in Kerbela’da yaptığıdır.
Ve biliyorum siz Yezit’i hiç sevmezsiniz.
Yarayı temizlemeyi ertelemeyin, kangren oluyor. Su da çare olmuyor sonra.
Aynen hala içinizde kanayan ama dışarıya sızdırmadığınız Dersim yaranız gibi.