SEÇTİKLERİMİZ – Ümit Kurt’un Ahval’deki yazısı: “Kieser’in de kitabında değindiği üzere, Talat Paşa’nın hayaleti Türk siyasi hayatının üzerinde gezinmekte. Bugün Türk siyasetine hakim olan milliyetçi paradigmanın İttihatçılıkla diyalog halinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”
ÜMİT KURT
Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini belirleyen İttihat Terakki Partisi ve Cemiyeti mensubu şahsiyetler üzerine yeterince çalışma yapılmadı. Tam da bu noktada tarihçi Hans-Lukas Kieser’in* yeni çıkan kitabı “Talaat Pasha: Father of Modern Turkey, Architect of Genocide” (Talat Paşa: Modern Türkiye'nin Kurucusu, Soykırımın Mimarı; Princeton University Press) çok önemli bir boşluğu doldurmakta.
Kieser’in bu çalışmasındaki en önemli tezi, modern Türk ulus devletinin temellerinin Mustafa Kemal’den önce Talat Paşa tarafında atıldığı; yani esas kurucunun bir anlamda Talat Paşa olduğu ve yeni Cumhuriyet’in onun omuzlarında yükseldiği argümanı.
1921 senesinde Berlin’de Soghomon Tehlirian’ın silahından çıkan kurşunla can veren İttihat ve Terakki’nin (İT) son sadrazamı Talat Paşa’nın (1874-1921) kemikleri, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün ricasını geri çevirmeyen Adolf Hitler tarafından 25 Şubat 1943 tarihinde İstanbul’a gönderilmişti.
Talat Paşa'nın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından dört yıl dört ay sonra İstanbul’a getirilen naaşı dönemin devlet ricalinin topyekun katılımıyla büyük bir tören eşliğinde Abide-i Hürriyet anıt mezarlığına uğurlandı.
Onu uğurlamaya gelen genç Cumhuriyet'in devlet ricali arasında, birlikte çalıştığı, yetiştirdiği birçok devlet adamı aynı törende saf tuttu.
Yaşamı bir suikastla son bulan İT’nin fiili lideri Mehmed Talat, Ermenilerin tehcir ve imhasının, kültürel ve ekonomik/maddi temellerinin yok olmasının; Anadolu’nun bir etnik mühendislik stratejisi çerçevesinde topyekun Türkleştirilmesinin mimarıdır.
Geç Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet tarihi literatüründe pek fazla çalışılmamış, üstüne eser üretilmemiş alanlardan biri de bu dönemde etkin ve kilit rol oynayan devlet adamlarının biyografileridir.
Kieser, İT Merkez Komitesi’nin etkili üyelerinden Türk milliyetçiliği ideolojisinin kurucusu Ziya Gökalp’ten mülhem Pantürkist, Turancı ideallerin ve Gökalp’in fikriyatının Talat üzerinde bir hayli etkili olduğunu belirtmekte. Kitabında ayrıntılarıyla anlattığı üzere bu ideallerin Talat Paşa tarafından Balkan Savaşları ve Birinci Cihan Harbi’nde işlevselleştirildiğini iddia etmekte.
Kieser’e göre Talat, 20. yüzyıl Avrupası’ndaki aşırı sağ fikriyatın temel referans noktaları olan imparatorluk ve ulus kavramlarıyla deyim yerindeyse 'kafayı bozmuş'tur.
İmparatorluğun sosyal dokusunun bozulmasıyla birlikte emperyal amaçları sekteye uğrayan Talat Paşa, Anadolu’nun Türklerin hakimiyetinde bir vatan olmasının temellerini atmıştır. Bunun maliyeti ise bütün Hıristiyan toplulukların tasfiyesi olmuştur.
Kieser kitabının önemli bir bölümünü bu tasfiyenin Anadolu’nun birçok vilayetinde Talat’ın direktifleri doğrultusunda, onun görev verdiği valiler ve mutasarrıflar eliyle nasıl kuvveden fiile geçirildiğine ayırıyor.
Talat Paşa’yı modern Ortadoğu’nun “siyaset kurdu” (political animal) olarak tasvir eden Kieser, onun İT Cemiyeti içindeki merkezi konumunu, Cemiyet içindeki grupları nasıl idare ettiğini, karar alma süreçlerindeki etkinliğini, duruma göre nasıl pozisyon aldığını ve manevra kabiliyetini analiz ederek Talat’ı ve siyasi eylemlerini tarihsel bağlamına oturtuyor. Hatta daha da ileri giderek, Talat Paşa’nın erken 20. yüzyıl Ortadoğu’sunun en güçlü lideri olduğunu ileri sürüyor.
Bu dönemin Ortadoğu’su ise Anadolu, Irak ve Suriye (Lübnan ve Filistin dahil)’nin henüz Osmanlı’dan ayrılmadığı bir coğrafya. Bu anlamda Kieser, Talat’ın bu coğrafyanın kaderinin belirleyicisi olduğunun da altını çizmekte.
Ocak 1913’de Bab-ı Ali baskınından sonra iktidarını mutlaklaştıran İT için İstanbul artık siyasetin kalbinin attığı yerdir. Ve bu kalbin damarlarına kan pompalayan; Cemiyetin ve Parti’nin siyasalarının şekillenmesinde rol oynayan en önemli siyasi figürdür Talat Paşa. Onun haberi olmadan İstanbul’dan adeta kuş uçmaz.
Kieser 1913’ten savaşın bitimine kadar Talat’ın Osmanlıyı büyük ölçüde tek başına idare ettiğini, siyasetinin temel belirleyicisi ve bütün kritik kararlarda Talat’ın imzası olduğunu vurguluyor.
Ziya Gökalp ve fikriyatının Talat Paşa üzerindeki etkisi üzerinde hassaten duran Kieser, hem Talat hem de Enver’in Gökalp’e adeta taptığını ve onun bilimsel fikirlerinin Merkez Komite içerisinde (gerek Doğu vilayetleri, reform ve gerekse Ermeni ‘sorunu’ gibi konularla ilgili) hüküm sürdüğünü iddia ediyor.
Kitabın en ilginç bölümlerinden bir tanesi de tarafsızlık politikasını bırakıp harbe Almanya’nın yanında girme kararı alındıktan sonra kabineden istifa eden Cavid Bey’in Enver ve Talat ile ilgili anılarında bahsi geçen görüşleri.
Karadeniz açıklarında Rus donanmasına yapılan saldırıyla ilgili olarak Talat’ın kabine üyelerine alenen yalan söylediğini belirten Cavid Bey, her ne kadar Talat Paşa’yı eleştirse de onun kutsal bir görev olan vatana hizmet etmek saikıyla bunu yaptığını yazmaktan geri durmamıştı, Kieser'in aktardığına göre.
Esasında bu “vatanı korumak ve kurtarmak”, “vatanseverlik” ve “vatana hizmet” gibi söylemler anılarını kaleme almış İttihatçılarda sıkça görülür. Genel bir İttihatçı tanımı yapmak gerekirse, bu söylem etrafındaki dönen “vatanseverlik” kavramının İttihatçılığı tanımlayan başat unsurlardan biri olduğunu söylenebilir.
Ancak bu kavramın etnik temizlik ve soykırım gibi İttihatçıların Rumlara ve Ermenilere yönelik politikalarını paravanlamak ve meşrulaştırmak adına son derece araçsal olduğunun da altını çizmek gerekir.
Kieser’in kitabında altını çizdiği önemli noktalardan biri, Kasım 1914 sonrası Osmanlı’nın fiilen savaşa katılımıyla birlikte Talat Paşa’nın imparatorluğun başkentinde adeta diktatoryal bir iktidarı elde ettiği ve devletin bütün kaderinin onun elleri arasında olduğu.
Almanya ile kurulan ittifakla birlikte Talat Paşa, Bahaddin Şakir, Dr. Nazım, Kara Kemal ve Ziya Gökalp gibi Merkez Komite’nin şahin kanadına sırtını dayar. Kieser, Talat’ın Enver’den çok daha fazla devletin iç ve dış politikasında söz sahibi olduğunu ve bu işlerde Enver’in Talat’a adeta bağımlı hareket ettiğine vurgu yapıyor. Bunda belki de Talat’ın politikacı ve komitacı kimliğinin etkisi de fazladır. Bütün diplomatların, konsolosların ve büyükelçilerin tek muhatabı odur. Bilhassa Sarıkamış fiyaskosu sonrasında Enver’in gözden düşmesiyle beraber, Talat Paşa’nın popülaritesi tavan yapmıştır.
Kitabın en çarpıcı bölümlerinden bir diğeri de Talat üzerinden Kieser’in İT ve İTC üzerine yapmış olduğu değerlendirmeler.
Her iki yapının karmaşıklığı, bu yapıyı teşkil eden unsurlar arasındaki görüş ayrılıkları, gruplaşmaları, ittifakları ve ayrımları Kieser nüanslı bir biçimde analiz ediyor; Talat’ın başarısını ve iktidarının sağlamlığını böyle bir kompleks düzen içinde manevra edebilme esnekliğine/kabiliyetine sahip olmasına bağlıyor. Bu anlamda Talat’ın kendisinden sonra tarih sahnesine çıkan Avrupa’daki diktatörlerin aksine daha az katı olduğunu belirtiyor ve arkasına Komite’nin desteğini almadan hareket etmediğinin altını çiziyor.
Esasında bu sayede özellikle Ermenilerin tehciri, imhası ve servetlerinin tasfiyesi sürecinde Talat Paşa bunları pürüzsüz bir şekilde gerçekleştirebilecek, emir ve talimatlarının hilafına iş yapmayacak bürokratları rahatlıkla atamıştır.
Kieser’in kitabında dikkat çektiği üzere Tahsin Uzer, Şükrü Kaya, Abdülhalik Renda, Atıf Kamçıl ve Celal Bayar gibi soykırım failleri; Muhittin Birgen, Falih Rıfkı Atay, Necmeddin Sadak, Yunus Nadi ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi Talat Paşa’nın deyim yerindeyse tornasından çıkmış, ona her koşulda layıkıyla görev yapan, onun ideallerini paylaşan; İT’ye göbekten bağlı gazeteci ve yazarlar, Atatürk’ün kurucu lideri olduğu yeni ulus devletin üst kadrolarında kendilerine yer bulmuşlar ve yeni rejimin konsolidasyonu sürecinde kilit roller üstlenmişlerdi.
Kieser, Cumhuriyet’in Mustafa Kemal’in projesi olduğunu kabul etmekle birlikte, imparatorluğun evladı olan Talat’ın Türk ulus devletinin kuruluşuna giden yolun taşlarını döşediği tezini ayrıntılarla işliyor.
Atatürk’e yakınlığıyla da bilinen Yunus Nadi bile Türkiye Cumhuriyeti’nin Talat’ın ve İT’nin mirası olduğunu alenen ifade etmekten çekinmemiştir. Esasında bu miras bugün bile etkisini sürdürmekte.
Kieser’in de kitabında değindiği üzere, Talat Paşa’nın hayaleti Türk siyasi hayatının üzerinde gezinmekte. Bugün Türk siyasetine hakim olan milliyetçi paradigmanın İttihatçılıkla diyalog halinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Burada İttihatçılıktan kastım İslam’ın Türklüğe göre ikincil unsur olduğu, ama İslam’ın kesinlikle içinde olduğu seküler Türk milliyetçiliğidir. Ki bugün Türkiye’de egemen olan dünya görüşü de budur. Bu topraklar maalesef bugüne kadar bundan başka bir dünya görüşünü çıkartamamıştır. Sağ, sol ya da liberal politik akımların hepsi de bu dünya görüşünün ağırlığından nasibini almıştır.
Talat Paşa’yı tarihselleştirerek bize belki de “ideal” bir İttihatçı ve başka bir kurucu unsur portresi çizen bu değerli çalışmanın geç Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet tarihi çalışan araştırmacılar için önemli patikalar açacağı kanaatindeyim.
Kitaba getirebileceğim bir eleştiri kaynak kullanımına ilişkin: Kieser’in hatıratlarda yazılanlara bir hayli “güven” beslemesi tarih yazımı ve tarih metodolojisi bakımından bir handikap teşkil edebilir.
Kitap İngilizce olarak yeni çıktı, umalım ki bir an önce yetkin bir çeviri ile Türkçe'ye de kazandırılsın.
*HANS-LUKAS KIESER: 1957 Zürih doğumlu. Doktorasını Basel’de yaptı. Yeniçağ tarihi üzerine, özellikle Osmanlı tarihi ve Osmanlı-sonrası gelişmelere odaklaşan akademik çalışmalarını Zürih’te sürdürdü. Zürih ve Fribourg Üniversiteleri’nde modern tarih doçentidir. Kitapları: Kurdistan und Europa (Kürdistan ve Avrupa) 1997, Die armenische Frage und die Schweiz (Ermeni Sorunu ve İsviçre) 1999, Konstruktion nationaler Identität und der Umgang mit Geschichte: Balkan – Türkei – Zentralasien – Maghreb (Milli Kimliğin Kuruluşu ve Tarihi Ele Alma Biçimleri: Balkanlar – Türkiye – Orta Asya – Mağrib) 2001, Der Völkermord an den Armeniern und die Shoah (Ermeni Kırımı ve Şoah) 2002, Aspects of the Political Language in Turkey (Türkiye’de Siyasal Dilin Veçheleri) 2002, Vorkämpfer der “neuen Türkei”: Revolutionäre Bildungseliten am Genfersee 1868-1939 (“Yeni Türkiye”nin Öncüleri: Devrimci Tahsilli Elit Cenevre Gölü Kıyısında 1868-1939) 2005, Turkey – Towards Post-Nationalism? (Türkiye: Post-Milliyetçiliğe Doğru mu?) 2005.