MAHİR SAYIN yazdı – “Düşmanı ne kadar tecrit edebilir, muhtemel müttefiklerini yanımıza alamasak bile, ne kadar tarafsızlaştırabilirsek o kadar başarılı bir mücadele taktiği yürütmüş oluruz.”
MAHİR SAYIN
Darbenin ardından AKP’nin OHAL ilan edip açık bir diktatörlüğün önemli bir eşiğini aşmaya giriştiği günlerde CHP muhtelif mülahazalara dayalı olarak kendi tekelinde görünen bir miting düzenlemeye karar verirken solun ve demokratların da önemli bir kesimini ortak davranış gerçekleştirmeye imkan vermeyecek çelişkiler içine sürükledi. Bir kesim katılım için kendi şartlarını sonuna kadar dayatıp katılma eğilimi gösterirken HDP ve bileşenlerinin içinde olduğu bir diğer kesim ise bu mitinge katılmamak ve başka eylemler gerçekleştirmek yolunu seçti. Yapılacak başka eylemlerin elbette ki hepsi meşrudur ve yapılmalıdır.
Ne var ki, bir açık diktatörlüğe geçiş açısından tam 12 Eylül öncesine benzeyen günlerde yaşarken, ne teslimiyetçi ne de maksimalist tutumlara yer vardır. Bütün taktikler açık diktatörlük yanlılarının mümkün olan en dar alana sınırlanmaları ve karşıtlarının da en geniş cepheyi oluşturması temeline dayanmalıdır. Taksim mitingi bu açıdan çok incelikli bir örnek olay özelliği sunmaktadır. Katılmama kolay bir seçimdir. CHP’de gerici bir ana damar egemen durumdadır; gericilikle işbirliği yapmaktadır; sola ve özgürlük mücadelesine kapalıdır; mitingi tekeline almıştır; milliyetçi bir bayrak mitingine dönüştürülecektir. AKP ile işbirliği yapmaktadır! O halde böyle bir eylemin kuyrukçusu olmak yerine devrimci tutum alarak katılmamak gerekir. Bu gerekçelerin hepsi doğrudur ama mesele de bu oyunun oynanmasına izin verilip verilmemesi gerektiğinde yatmaktadır. Katılmayarak bu oyunun rahatça icra edilmesine izin vermiş olacağız. Bu nedenle katılıp oyunu bozmanın mümkün olup olmadığının imkanlarını araştırmak doğru bir antifaşist mücadele kavrayışının temelini oluşturur. 12 Eylül öncesindeki maksimalist rekabet zemini onca geniş bir güç birikiminin kolayca kaybedilmesine imkan vermişti. Şimdi de aynı tutumların esiri olmaktan sakınmak gerekiyor.
Faşist diktatörlüğe geçişte can alıcı bir eşiği oluşturan OHAL’in ilan edildiği koşullarda Taksim mitingine katılım beş açıdan gerekli görünmektedir:
1-AKP’nin sokakta kurduğu tekeli kırmak
2- OHAL’i mümkün olan en geniş kitleyle protesto etmek
3-OHAL’in getireceği sokağa çıkma yasağına karşı en geniş kitleyle tutum geliştirmiş olmak
4-CHP-AKP işbirliğinin önünü kesmek ve tüm düşman güçleri aynı anda karşıya almamak
5- Taksim'e yeniden girişin vesilesi kılmak.
15 Temmuz darbesinin protestosu geride kalmıştır ve OHAL’i protesto yerine tek başına darbeyi protesto gerçek hedefin göz ardı edilmesi ve AKP’nin işinin kolaylaştırılması anlamına gelir.
AKP’nin “darbe geçmemiştir, teyakkuzda olmaya devam etmek gerekir” diyerek hem devlet düzeyinde hem de sokakta kurduğu hegemonya bugün en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır.
OHAL ilanı ve gerici sokak gösterilerinin devam ettirilmesi İslami faşist bir devlet yapılanmasını oturtmak için atılmış en ciddi adımı oluşturmaktadır. RTE darbeyi “Allahın lütfudur bu; yapılacak temizlikler için vesile olmuştur” diye nitelemiş ve daha önce “bu attığınız adımlar iç savaş çıkmasına neden olur!” uyarısına verdiği “çıkarsa çıkar, ezer geçeriz” beyanı RTE’nin bir iç savaşı ya da şimdi olduğu gibi ortaya çıkacak olan bir olağanüstü durumu açık diktatörlüğünü ilan etmenin vesilesi kılmaya niyetli olduğunu en açık biçimiyle ortaya koymaktadır.
RTE 1 Kasım seçim başarısında savaş durumunun kendisi için ne kadar avantajlı olduğunu gördü ve bu politikayı devam ettiriyor. Bunun için de olağanüstü bir duruma ulaşmak için darbenin önünü açtığını söylemek yanlış olmaz ve şimdi ortaya çıkan olağanüstü durumu aynı 1 Kasım seçimleri gibi değerlendireceğine de kuşku yok.
Bu açıdan İslami faşist bir diktatörlüğe geçişi engellemek için düşman güçlerinin titizlikle tecrit edilmesi, onlara hiçbir kuvvetin hediye edilmemesi gerekir. Düşmanı ne kadar tecrit edebilir, muhtemel müttefiklerini yanımıza alamasak bile, ne kadar tarafsızlaştırabilirsek o kadar başarılı bir mücadele taktiği yürütmüş oluruz. Bunun tersine olarak çelişkimiz olan bütün güçleri düşmanın yanına itecek taktikler yürütmekle de kendimizi yenilgiye mahkum etmiş oluruz.
CHP şu anda iktidarın en zayıf konumuna geldiği ve kendisine muhtaç halde bulunduğunu düşünerek AKP ile darbeye karşı ittifak ilişkisi içinden kendine paylar çıkarmaya çalışmaktadır.
AKP de dünya konjonktürünün, kurmuş olduğu ittifakın, izlediği iç-dış politikaların zorunlu sonucu olarak mümkün olan en geniş ittifakları oluşturmanın peşinde koşmakta ve bu nedenle CHP mitingine katılacağını değişik ağızlardan dillendirmektedir.
Bu CHP’yi teslim alma manevrasıdır.
Sırf bunu bozmak için bile bu mitinge katılmak gerektiğini söyleyebiliriz.
Erdoğan mağduriyet durumlarını kullanmanın ordinaryüsü oldu ve şimdi de yeniden çoğulcuymuş gibi pozlara girerek kendine göre doğru bir taktikle en önemli düşmanlarını ezerken, kendi egemenliğini de pekiştirmenin yolunu aramaktadır. Daha önce sırasıyla, liberallerle, Cemaatçilerle birlikte Ergenekoncu ya da Özgürlük Hareketine, demokratlara ve sosyalistlere karşı yürüttüğü cephe taktiğini şimdi Ergenekoncuları, MHP ve CHP’yi yanına alarak Cemaat'e, Özgürlük Hareketine, sosyalistlere, ilericilere ve demokratlara karşı yürütmeye çalışmaktadır. Bu nedenle CHP’nin bu ilişkilerinin bozulması için sonuna kadar uğraşmak, kolayca “siz bizi tanımıyorsanız, biz de sizi tanımıyoruz” maksimalizmine, reddediciliğine girilmemelidir.
Müttefiklerimizi, bu gerekçelere dayanarak, AKP düşmanının en son noktasına kadar tecridini gerçekleştirmek üzere CHP’yi o ilişkilerden koparma taktiğine ikna etmeliyiz.
Elbette bunu yapabilmek için müttefiklerimizle en sıkı ilişki içinde bulunmak onlardan kopacak adımlara yanaşmamak gerekir. Bunun için hep birlikte davranış hattını bozmadan CHP ile görüşme ve minimum ortak zemini bulma çabaları sonuna kadar denenmelidir. Bu nedenle acelecilik edip, “CHP’nin bize söz hakkı tanımadığı durumda katılmıyoruz”, “bayrak mitinginden sakınalım”, “AKP’nin olduğu yerde ne işimiz var!” beyanlarına başvurulmamalı, buna karşılık müttefiklerimizi ikna edemediğimiz durumda da onlardan koparak “doğru evrimci eylem budur “ diyerek mitinge katılma ve müttefiklerimizden kopma, ilişkilerimizin zedelenmesine imkan verme yoluna gidilmemelidir. Bundan sonraki süreçte temel müttefikimizin CHP değil HDP bileşenleri ve müttefikleri olduğunu bilerek taktik esneklik içinde davranılmalıdır.
HDP’nin CHP ile görüşmeleri sonuna kadar zorlamadan mitinge katılmama açıklamasını yapması faşizme karşı mücadele taktiği açısından pek sağlıklı görünmemektedir. 12 Eylül öncesinde faşizm tehlikesi ata binmiş gelirken gerek düzenin iktidar partileri ve muhalifleri ve gerekse de sosyalistler mümkün olan en geniş antifaşist cepheyi oluşturmak yerine birbirleriyle rekabet içinde boğulup gittiler ve askeri darbe de tüm kuvvetlerin birbirini nötralize ettiği koşullarda en rahat biçimde iktidarı gasp etme şansını elde etti.
Şimdi ise tehdit iktidarın dışından değil bizatihi Ergenekon-AKP ekseninde oluşturulmuş olan iktidar blokundan gelmektedir. Böyle bir blokun amacının totaliter/faşist bir rejimin oluşturulması olduğu birçok çevre tarafından benzer biçimde tespit edilmektedir. Anti faşist mücadele düşmanı mümkün olduğunca tecrit edip kendi müttefiklerimizi çoğaltma ve düşmana müttefik olanları tarafsızlaştırma taktiklerini içermediği takdirde başarılı bir demokrasi cephesinin oluşması ve antifaşist mücadelenin başarıya ulaşması tarihsel örneklerin gösterdiği gibi imkansızdır. Bunun faturası her zaman ağır olmuştur. Düşmana üstün olduğumuz, onu önümüze katıp kovaladığımız koşullarda gösterilecek tavizsiz tutumlarla, düşmanın halihazırda galebe çaldığı, ona karşı en geniş güçlerin bir araya getirilmesinin zorunlu olduğu günlerdeki esnek taktikler birbirinden çok farklı olmak zorundadır.
23.07.2016