Nevzat ONARAN yazdı: O dönemde devletin merkezileşmesinde ve yeniden tesisinde yapılanlar dikkate alındığında Şeyh Said Hareketinin bastırılması, Takrir-i Sükûnlu yılların icraatının sadece bir tanesiydi.
Sistem tartışması 150 yıldır bitmedi. Saray rejimi de üç yılda eskidi. Anayasa, yine gündemde; bu kaçıncı? Çünkü sorun temelde. Temeli eşelemek amacıyla Takrir-i Sükûn icrasında yoğunlaşacağım. Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildi ve kurumsal inşası Takrir-i Sükûnlu yıllarda yapıldı. Reisicumhur Mustafa Kemal’in [Atatürk], Takrir-i Sükûn Kanunu icraatı hakkında Nutuk’taki değerlendirmesinden[1] anlıyoruz ki, ‘devrim’ adına yapılanların hepsi bu yıllardaydı. Başvekil İsmet[2] [İnönü] de dönemi, “[Takrir-i Sükûn’la] geçen dört yılda 100 yıla bile sığmayacak eserler yapıldı” diyerek özetledi.
Cumhuriyet ekonomi politiğinin temel kanunlarından Takrir-i Sükûn için resmi söylemdeki ifadesiyle “13 Şubat 1925’teki Şeyh Said isyanıyla” ilişkisi kurulsa da Başvekil İsmet, bunun asıl gerekçesini memlekette karışıklığı önlemek ve huzuru sağlamak[3] olarak açıkladı. Vurgulandığı anlamda Şeyh Said’in tüm ülkede karışıklık yaratma potansiyeli yoktu; belki aranan bahaneydi. Çünkü, o dönemde devletin merkezileşmesinde ve yeniden tesisinde yapılanlar dikkate alındığında Şeyh Said Hareketinin bastırılması, Takrir-i Sükûnlu yılların icraatının sadece bir tanesiydi.
Kürt sorunu ve 1920’ler ya da Şeyh Said hatırlandığında hemen, İngiliz bölgesel politikasına dikkat çekilir. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü anılarında “[Şeyh Said Hareketi’nde] İngiliz parmağı bulamadık” diye yazdığı[4] halde, söyleme devam ediliyor. Bu bir. İki, Şeyh Said ve hareketi de bilinmez değildi, Ankara’nın yakın takibindeydi. Şeyh Said Hareketiyle İstanbul’da ilişki kurdu denilen İngilizler, görevlendirilen sivil polislerdi. Ankara’nın bir diğer istihbarat kaynağı hareket merkezindeki Şeyh Said’in bacanağı binbaşı Kasım’dır, mahkemede tanıklık yapmıştır.[5] Her şey bu kadar nettir!
“Şeyh Said isyanının, Cumhuriyet’in Kürt sorununa demokratik bakışını yok ettiği” tezi, Türk milliyetçilerin uydurmasıdır. 1919-1923 döneminde Kürt sorunu özelinde, Amasya’da 20-22 Ekim 1919’da imzalanan 2 no’lu Protokol, 1921 Anayasası’nın muhtariyet hükmü (madde 11-12), TBMM Reisi Mustafa Kemal’in 27 Haziran 1920 tarihli Kürdistan Talimatı[6] ve İzmit’te 16-17 Ocak 1923’teki açıklaması[7] elbette çok önemliydi. Bu “Kürt sorununu demokratik çözüm” tavrı, bahsedilen isyan öncesinde Lozan’ın imzalanması ve Cumhuriyet ilanıyla tamamen yok sayıldı. Oysa hava öylesine iyimserdi ki, TBMM kürsüsünde Siverek Mebusu Lütfi ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya “Kürdistan mebusuyuz” dedi[8] ve saldıran olmadı, hemen fezleke de düzenlenmedi. TBMM birinci dönemde (23 Nisan 1920-16 Nisan 1923) Kürt ve Kürdistan söylemi normaldi, ancak 11 Ağustos 1923’te başlayan ikinci dönemde anormaldi, yani resmen yasaktı; devamında yasak, Cumhuriyet’in bir unsuru haline getirildi. Cumhuriyet gündeminde, artık “Kürt sorunu çözümü” değil, “Kürtlerin temsili ve temdini” yani “Kürtlerin asimilasyonu ve medenileştirilmesi” vardır. Nitekim bunun programı Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn’dan mirastır.
İttihat ve Terakki’nin Ocak 1913 darbesinden Türk Kurtuluş Savaşı’na yani Türk milli devletinin inşasına bütün olarak bakıldığında, 1919-1923’te Kürt sorunu özelindeki iyimser hava hayli aldatıcıydı. 1914-1923 döneminde 3 milyon Hıristiyan’ı tasfiye eden ve ideolojik-politik hattını milletten Türk’ten ve dinen Sünni İslam’dan gayrısını ekonomik-demografik yapıdan tasfiye etmek olarak belirleyen zihniyetin, demokratik ve barışçıl bir sistem kurması mümkün değildi; kuramadı da! 1920’lerde ilk kanlı icraat Mayıs 1921’deki Koçgiri kırımıydı. Koçgirililerin ne istediği biliniyordu; özerklik talebiyle TBMM’ye ve hükümete başvurulmuştu.
11 Mart 1921 tarihli Koçgiri Aşireti Reisi Muhammet ve Taki, Sadattan [Seyitlerden] Alişer ile Dersim aşiret reislerinden Mustafa, Seyidhan, Muhammet ve Munzur’un imzaladığı telgraf: “Ankara Büyük Millet Meclisi riyasetine, Nefisi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi Kürtlerle meskûn olan Koçgiri kazası ile Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet haline ifrağ ve teşkili ile yerli Kürtlerden bir valinin tayininin, memuru adliye ve mülkiyenin yine vazifeleri başında kalmasını arz ederiz.”[9]
Telgraf Başbakan Fevzi’ye [Çakmak] ulaştırıldı[10] ve hiç kuşkusuz TBMM Reisi Mustafa Kemal de haberdardı. Ankara’nın tercihi, Koçgirililerin özerklik talebini 1921 Anayasası’na (madde 11-12) göre müzakere değil, imhaydı! Oysa Ankara’nın bu tercihi yaptığı sırada Sivas valiliğinin heyetiyse Koçgiri önderliğiyle müzakere[11] halindeydi. Bu, Ankara’nın Kürt sorununda ne yapacağının ilk icrasıydı. Devam edildi ve Cumhuriyet ilanıyla 1921 Anayasası’nın muhtariyet/federasyon hükmü ilga edildi ve 1921 Anayasası’nı tamamen silen 1924 Anayasası’na göre vatandaş, sadece Türk’tü; resmen Türk’ten gayrısı yoktu!
1924 Anayasası sonrasının belki de en önemli yasal düzenlemesi 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu’ydu. Kanunun amacı 1’inci maddede[12] yazılıydı: Hükümet, reisicumhur onayıyla, memleketin düzenini, huzurunu ve güvenliğini ihlâl eden bütün teşkilatı, bu yönde kışkırtma ve özendirme faaliyetinde bulunan yayını kendiliğinden ve idareten yasaklayacak ve bunların sorumlularını da istiklâl mahkemesine verecekti. Kanunla hükümet, huzuru sağlama gerekçesiyle istediğini yapmada Meclis’i de aşan bir konumda ‘tek’ yetkili hale getirildi. Bir anlamda yasama ve yürütme birleştirilmiş ve yargı da kapsama alınmıştır. Kurulan istiklâl mahkemelerinin hâkimi de, savcısı da TBMM’ye atanan[13] mebustur.
Hükümete iki yıllık yetki verildi (madde 2) ve süresi 2 Mart 1927’de iki yıl daha uzatılan Takrir-i Sükûn Kanunu, 4 Mart 1929’da yürürlükten kaldırıldı.[14] Kanunun icra edildiği bu dönemde birincisi 31 Aralık 1927’de olmak üzere dört tane Umumi Müfettişlik kuruldu. 4 Mart 1929’da kanun yürürlükten kaldırılmış olsa da güvenlikçi icraat yapısal hale getirildi ve devamında Dersim soykırımı gerçekleştirildi.
Kanunun ekonomi politiğini maddeleştirdim:
1- TBMM kararıyla, 6 ay tatil edilen Meclis’in mülkiye teşkilatında değişiklik yapma yetkisi hükümete verildi.[15]
2- Muhalefet, sıkıyönetimle ve istiklâl mahkemesi yargısıyla bastırıldı. Diyar-ı Şark’ta ve Ankara’da birer istiklâl mahkemesi kuruldu. 1924 Anayasası’na (madde 26) göre TBMM’de olan idamı infaz yetkisi, Meclis kararıyla istiklâl mahkemelerine verildi.
Benzeri 10 yıl sonra tekrar edildi; Dersim’de 25.12.1935 tarih ve 2884 sayılı kanuna (madde 33) göre, idamı infaz yetkisi vali-komutana (yani Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan’a) aitti. Maddeyle ilgili Hüsnü Kitabcı’nın (Muğla) itirazına encümen adına yanıt veren Raif Karadeniz[16] (Trabzon), “Yalnız, memleketin yüksek menfaatini bir tarafa koyduk ve diğer tarafa da kanuni mevzuatımızı koyduk ve Teşkilâtı Esasiye Kanunu’na karşı beslenmesi lazım gelen perestiş ve hürmeti de göz önünde tutarak düşündük ve bu neticeye vasıl olduk” dedi. Böylece anayasaya aykırılık, “memleket çıkarıyla” giderildi!
3- Sıkıyönetim komutanları da idamı infaz yetkisine sahip oldu.[17]
4- Şeyh Said Hareketi bastırıldı ve 28.6.1925’te Şeyh Said dâhil 47 kişi idam edildi. İdam sonrasında askerî harekâta da devam edildi.
5- Takrir-i Sükûn icraatının önemli bir maddesi Şark Islahat Planı[18] Kürtlerin “temsili ve temdini”[19] yani “asimilasyonu ve medenileştirilmesi” için ne yapılacağının temel programıdır. Kürtleri ‘yola getirmenin’ programı, bu ‘Şark’ta Kürtler Hedef’ Planı 24 Eylül 1925’ten bugüne yürürlüktedir. Askeri-güvenlikçi politikalarla, demografik yapının hem sürgünlerle hem de Türk nüfus iskânıyla çözülmesini hedefleyen plan, 28 maddedir. O yıllarda ‘Türk’ etnik kökenden ziyade resmen ‘vatandaşlık adı’ gibi sunulsa da Kürt kimliğinin ‘yok’ sayılmasıyla başlayan sorunlu süreç bugüne kadar geldi. Kürtler ve Dersimliler sürüldü, malı-mülkü yağmalandı.
Kürtler, asimilasyoncu/imhacı icraya karşı insan olduğunu haykırmak mücadelesinde yaşadığını ilk kez 1960’lardaki mitinglerde, “Dipçik değil, el isteriz” ve “Batıya fabrika yol, Doğuya komando karakol” ve “Bölücü değil, eşitlik istiyoruz” ile “Yasa hürriyeti, insanlık hürriyeti, okuma hürriyeti istiyoruz” şeklinde sloganlaştırdı.[20] 1960’lardan bugüne değişen ne? 1920’lerden 2020’ye devlet pratiği ortaya koyuyor ki, planın her bir maddesinin gereği yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor!
6- Lideri Kâzım Karabekir olan Meclis’teki muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 17 Kasım 1924’te kuruldu ve 5 Haziran 1925’te kapatıldı.
7- Reisicumhur Mustafa Kemal’in Fethi’yi (Okyar) görevlendirmesiyle kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ömrü ancak üç ay (12.8.1930-17.11.1930) sürdü.[21]
8- Meclis dışındaki muhalefet olarak görülen İttihatçı bilinenler yargılandı; 4’ü (eski Maliye Nazırı Cavid, Doktor Nazım, eski Ardahan Mebusu Hilmi ve Nail) 26 Ağustos 1926’da idam edildi ve diğerleri çeşitli cezaya çarptırıldı. İzmir Suikastı yargılamasında da ikisi gıyabında 15 idam cezası verildi.
9- Meclis dışında diğer muhalefet komünistler de tutuklandı ve cezalandırıldı.
10- Basın susturuldu; gazete ve dergiler kapatıldı ve gazeteciler tutuklandı.[22]
11- Tekkeler, zaviyeler ve türbeler kapatıldı ve şeyhlik, dervişlik, müritlik gibi birtakım unvanlar yasaklandı, 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla.
12- Şapka giymek zorunlu hale getirildi, 25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayılı kanunla.
13- Devletin merkezileştirilmesine ve sistemin yapılandırılmasına yönelik çok sayıda kanuni düzenlemeler yapıldı; dört yılda 823 kanun yürürlüğe kondu.[23]
14- 1926 yılının ilk yarısında İsviçre’den Medeni Kanun ile Borçlar Kanunu, İtalya’dan Ceza Kanunu ve Almanya’dan Ticaret Kanunu alındı. Çeviri yasalara Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Usulleri, Deniz Ticaret, İcra ve İflâs kanunlarıyla devam edildi. Yapılan Mete Tunçay’ın[24] ifadesiyle, “çeviri yasalarla hukuk devrimi” idi.
15- 1928 Ocak’tan itibaren sokakta Türkçe’den gayrı bir dilin konuşulmasını engellemek amacıyla ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ kampanyasına başlandı. Dâr-ül-fünûn Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin 13 Ocak 1928’de yapılan kongresinde kampanyaya start verildi ve devam edildi.[25]
16- 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilanıyla kabul edilen ‘devletin dini İslâm’ ifadesi, 1924 Anayasası’nda aynen yer aldı (madde 2) ve 9 Nisan 1928’de çıkartıldı. 5 Şubat 1937’deki değişikle laiklik, 2’inci maddeye eklendi ve sonraki bütün anayasalarda yer aldı.[26]
17- Latin Alfabeye geçildi, 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunla.
18- 1920’li yıllarda, yerinden-yurdundan edilen Ermeni ve Rumların geride kalan mülkünün transferi ve tapuyu değiştirmenin mevzuatı hazırlandı ve yürürlüğe kondu; 13 kanunun 10 tanesi Takrir-i Sükûn’lu yıllara aittir.[27] Kanun ve talimatnamelerle devletin fiilen el koyduğu ve kaydını yok saydığı mülk, 1- Türk-İslam sermayedarına, 2- Türk-İslam ahalisine, muhacirlere ve mübadillere, 3- Askerî ve sivil bürokrasiyle, devlet kurumlarına, 4- Türk Ocağı’na ve diğer benzer kurumlara hibe edildi, satıldı ya da kapanın elinde kaldı ve yeni sahiplerine tapulandı. 1930’ların politikası olarak bildiğimiz devletleştirmenin önceli, 1915’lerden itibaren mülkiyeti/ekonomiyi Türkleştirmek amacıyla fiilen el koymak olarak icra edildi. Böylece 3 milyon civarında Hıristiyan’ın 100 binlerce mülküne el konuldu. Transfer sistemin sonucu olarak şu tespiti yapabiliriz: 1910’lardaki Osmanlı ekonomisi dikkate alındığında Türk-İslam burjuvazisinin sermaye birikiminin kaynağı, Ermeni ve Rum [ve diğer] milletlerin gasp edilen malıdır-mülküdür! Elbette istihdamın Türkleştirilmesi de unutulmadı!
19- Cumhuriyet’i kurumsallaştırmanın yoğunlaştığı bu yıllarda yabancı sermaye, yerelde hükümetin ilgili kurumlarıyla, belediyelerle ve gerçek kişilerle işbirliği yaptı. Türk anonim şirketlerin kuruluş yıllarına göre dağılımı: 1920’de 16’nın 4’ü, 1921’de 5’in 2’si, 1922’de 2’nin 1’i, 1923’te 7’nin 4’ü, 1924’te 27’nin 10’u, 1925’te 40’ın 12’si, 1926’da 37’nin 9’u, 1927’de 14’ün 2’si, 1928’de 27’nin 13’ü, 1929’da 16’nın 5’i, 1930’da 10’un 4’ü yabancı sermayeliydi. 201 anonim şirketin 135’i Türk-İslam sermayeli ve 66’sı da yabancı sermayeliydi. 112,8 milyon liralık nominal sermayenin yüzde 38’i ve 73,3 milyon liralık ödenmiş sermayenin yüzde 43’ü yabancı sermayeli şirketlere aittir.[28] Ayrıca 1920 sonbaharında mebus C. Arif’in Ereğli’deki maden imtiyazının savaş halinde olunan İtalya’nın Terni Company’e devrinin onaylanması ve 9 Nisan 1923 tarihli kanunla Amerikalı Chester’e 170 bin kilometre karelik alanda her türlü maden ve petrol kaynaklarının, demiryolu ve limanların 99 yıl işletme ayrıcalığının verilmesi, ‘anti-emperyalist’ söylemi sorgulamanın iki örneği olarak analiz edildi.[29] Yabancı sermayeyle işbirliği ve kapitalistleşme, emperyalist zincirin halkasını zayıflatmaz, güçlendirir; yani bu, anti-emperyalizm değildir! Zaten Türk Kurtuluş Savaşı’nın tek cephe harbi, Ege’yi işgal eden Yunanistan’la yapıldı.
20- Devletin merkezileşmesini güçlendirmesinin teşkilatı umumi müfettişliklerin Birincisi 31 Aralık 1927’de kuruldu; Elâziz, Urfa, Bitlis, Hakkâri, Diyarbekir, Siirt, Mardin ve Van illerini kapsıyordu ve buna üç müfettişlik daha eklendi. Müfettişliklerin görev süresi 1952’de bitti. [30] Edirne, Kırklareli, Çanakkale ve Tekirdağ’da kurulan İkinci Umumi Müfettişlik’in ilk icraatı 1934 Haziran-Temmuz’da[31] Trakya’yı Yahudilerden temizlemek oldu. Öncesinde tasfiye edilenler Rumlar ve Ermenilerdi. Böylece Anadolu’nun ardından Trakya’yı Türkleştirme dosyası da tamamlandı. Sıra İstanbul’a gelmişti; Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül’le harekâta başlandı.
12 Eylül Anayasası’nda (madde 174) ‘İnkılâp Kanunu’ olarak sıralanan 8 kanundan[32] 5’i bizzat Takrir-i Sükûn döneminde 2’si devamında yürürlüğe kondu. Sadece Tevhidi Tedrisat Kanunu 3 Mart 1924 tarihlidir. Bu yıllarda planlanıp yapılanlar, mühendislik[33] icrasıyla vatandaşı diliyle ve milletiyle ‘tek’leştirmedir.
Sonuç olarak, 1920’lerde tek parti CHP iktidarında parti/devlet teşkilatını kaynaştıran model yapılandırıldı. Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi’yle ırkçı ideolojik-politik hattın inşası hedeflendi. Özel alana da abanan devlet, monoblok yapı oluşturdu! 1930’larda faşist kalemlere rağmen, Avrupa’dakine benzer faşist hareket dahi var olamadı! Müesses nizamın Türkçü-Sünni İslamcı yani Türk Nüfus Mühendisliği kodları netleştirildi ve icra edildi; CHP’nin önceli, İttihat ve Terakki’dir. Halen kodlar yürürlüktedir; icrada İttihat ve Terakki’den AKP’ye devamlılık vardır!
29 Ekim’de anayasadan monarşiyi değil federasyonu ilgayla ilan edilen Cumhuriyet’in ‘ilerici’ veya ‘devrimci’ denilen icraatı, tek parti diktasında Takrir-i Sükûn’lu yıllara aittir. Resmi ideolojinin devrim dediği ekonomi politiğin bir yüzünde [öncesinde TBMM, Türk’ün Kurtuluş Savaşı ve Lozan], Cumhuriyet’in ilanı, (tüm sorunlu haline rağmen) laiklik, hukuki düzenlemeler/modernite adımları, karma ekonomik yapı ve diğer yüzünde [öncesinde Anadolu’nun Hıristiyanlardan temizlenmesi ve Suphi ile yoldaşlarının Karadeniz’de katli, 1919-1920’de Mebusan ve TBMM seçimlerine Hıristiyanların katılmasının yasaklanması], tek parti iktidarı, mebusların atamayla belirlenmesi, devletin güvenlikçi politikalarının hayatı düzenlemesi/denetlemesi, Türkleştirme ve Sünnileştirme, ekonominin ve istihdamın Türkleştirilmesi, anti-komünizm, “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası, “Kürtlerin temsili ve temdini” programı Şark Islahat Planı’nın icrası ve Dersim soykırımı, Cumhuriyet’in ‘tek’leştirmesi vardır. Türk milli devletinin ekonomi politiğinin iki yüzünü birlikte dikkate alınca, pozitif denilecek adımlar tırnak içinde ‘ilerici’ ve ‘devrimci’dir; sisteme karakterini veren asıl öteki yüzü, can ve mal güvenliğinin[34] imhasıdır! Can ve mal güvenliğinin ihlalinde ‘gerektiğinde’ yürürlükteki mevzuat bile dikkate alınmaz; hatta olmaması da sorun değildir. Bu tarz keyfi yönetim dün vardı, bugün de vardır. Bakan bile bazen “evet öyle yaptık” demekte sorun görmez. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Sasun’da 1925’ten 1936’ya kadar idareten [bakanlık isteğiyle] yasak bölge ilan edildiğini[35] açıkladı. Bakan, binlerce insanın yerinden-yurdundan edilmesini yani can ve mal güvenliğinin ihlalini sorun olarak görmedi, zaten hesap soran da olmadı. Hiçbir şekilde kanunen dahi binlerce insanın can ve mal güvenliğinin imhası meşru değildir, ama icra edilmiştir! Sasun’da imha ne ilkti ne de son… Türkçü-Sünni İslamcı ekonomi politiğin ‘ilerici’ ve [devlet biçimine değinmekle yetiniyorum] totaliter yüzü birlikte dikkate alınmak zorundadır; aksine ‘ilerici’ adımlara methiye, aynı zamanda ‘tek’leştirmeye, ırkçılığa, can ve mal güvenliğinin imhasına methiyedir!
NOTLAR
[1] Nutuk, cilt: 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1987, s. 1190-1195.
[2] Cumhuriyet, 5. Mart 1929, s. 1; İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmaları (1920-1973), Birinci Cilt (1920-1938), TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu Yayınları, Ankara-1992, s. 298-302.
[3] TBMM ZC, [devre] II/[cilt] 30-[tarih] 2.3.1927, s. 6-8; TBMM ZC, II/15-4.3.1341 (1925), s. 131-132.
[4] Sabahattin Selek (Hazırlayan), İsmet İnönü Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara-2006, s. 465.
[5] Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklâl Mahkemesi, Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul-2002, s. 36-37, 152-160, 218-228; Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, Sel Yayınları, İstanbul-1955, s. 76-81; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar Lozan’dan Cumhuriyete, cilt: 2, Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul-2002, s. 176-177; Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları (Tedip ve Tenkil), Evrensel Basım Yayın, 2. Basım, İstanbul-2004, s. 66-68.
[6] Beş maddelik talimat Elcezire Komutanı Nihad Paşa’ya göderildi, TBMM Gizli Celse Zabıtları, cilt: 3, 22.7.1338 (1922) tarihli oturum, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara-1985, s. 550-551.
[7] Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları 1923, 3. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul-1999, s. 104-105.
[8] TBMM GCZ, [cilt] 3-[tarih] 22.7.1338 (1922), s. 564; TBMM ZC, I/26-25.1.1339 (1923), s. 506.
[9] Dr. Nuri Dêrsimi, Kürdistan Tarihinde Dêrsim, 2. baskı, Doz Yayınları, İstanbul-2004, s. 152; Ali Kemali, Erzincan, Resimli ay Matbaası, 1932, s. 163-164; Hamdi Ertuna, Türk İstiklâl Harbi, VI’ncı cilt, İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), Genelkurmay Basımevi, Ankara-1974, s. 269-270.
[10] TBMM ZC, I/14-24.11.1337, s. 317.
[11] Süreci Sivas Valisi Ebubekir Hazım Tepeyran belgeleriyle yazdı, Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı, Sadeleştiren: Hürriyet Yaşar, Gürer Yayınları, İstanbul-2009, s. 198-230.
[12] Kanun aynen şöyledir: “Madde 1- İrtica ve isyana ve memleketin nizamı içtimaisini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlâle bais (sebep olan) bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı hükûmet, Reisicumhurun tasdikile, resen ve idareten mene mezundur. İşbu ef’al erbabını (işi yapanları) hükümet, istiklâl mahkemesine tevdi edebilir. Madde 2- İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren iki sene müddetle mer’iyülicradır. Madde 3- İşbu kanun tatbikına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.” (4.3.1341 (1925) tarih ve 578 sayılı Takrir-i Sükûn Kanunu, DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Başvekâlet Matbaası, Ankara-1934, s. 144.)
[13] 1923-1943 döneminde altı seçimde aday gösterilen 1037 kişiden seçilen 1032 mebusun hepsi nizamname gereği CHP lideri Atatürk ve İnönü tarafından belirlendi; sadece 5 mebus CHP desteği olmadan seçildi (Ahmet Demirel, Tek Partinin İktidarı, Türkiye’de Seçimler ve Siyaset (1923-1946), 2.baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2014, s. 18, 21).
[14] TBMM ZC, II/30-2.3.1927, s. 6-9 ve Fihrist-s. 3; TBMM ZC, III/9-4.3.1929, s. 19-21.
[15] TBMM’nin 20 Nisan 1925’te kabul ettiği 5 karar; Meclis tatil edildi, bir kısım yasama görevini de üstlenen hükümet, böylece yürütmenin ve yasamanın birliğinin kurumu haline getirildi, mahkemelere idamı infaz yetkisi verildi ve sıkıyönetim 7 ay uzatıldı. (TBMM’nin 20 Nisan 1341 (1925) tarih ve 132-136 sayılı beş karar için, TBMM ZC, II/18-20.4.1341, s. 237-249 ve Fihrist-s. 6.)
[16] TBMM ZC, V/7-25.12.1935, s. 175-180.
[17] 31.3.1341 (1925) tarih ve 595 sayılı Harp ve İsyan Sahalarındaki İdarei Örfiye Mıntıkalarında Müteşekkil Umum Divan Harplerden Verilecek İdam Kararlarının Sureti İcrasına Dair Kanun, TBMM ZC, II/16-31.3.1341, s. 297-317 ve Fihrist-s. 4.
[18] Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı, Öz-Ge Yayınları, Ankara-2009.
[19] İskân Kanunu gerekçesi, TBMM ZC, IV/23-7.6.1934, s. 67-77, zaptın sonundaki 189 no’lu mazbata s. 1-2. Prof. Dr. Zafer Toprak, Dersim’deki askerî harekâtı uygarlaştırıcı misyon yani medenileştirme harekâtı olarak değerlendirdi. Yunus Nadi, yazdı: “Maksad tenkil değil temdindir.” (Zafer Toprak’ın sunuş makalesi, Tarih Vakfı-Necmeddin Sahir Sılan Arşivi-2, Doğu Anadolu’da Toplumsal Mühendislik, Dersim-Sason (1934-1946), Yayına Hazırlayan: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2010, s. xv; Zafer Toprak’ın sunuş yazısı Tarih Vakfı-Necmeddin Sahir Sılan Arşivi-4, Dersim Harekâtı ve Cumhuriyet Bürokrasisi (1936-1950), Derleyen: Tuba Akekmekçi, Muazzez Pervan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2011, s. xv, xvii; Yunus Nadi, Cumhuriyet, 18.6.1937, s. 1.)
[20] İsmail Beşikci, Doğu Mitingleri’nin Analizi (1967), Yurt Kitap-Yayın, Ankara-1992, s. 24-25.
[21] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-1999, s. 247-277.
[22] Hıfzı Topuz, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, 2. Basım, İstanbul-2003, s. 146-154; Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, AD Yayıncılık, İstanbul-1997, s. 282-284; Mete Tunçay, age, s. 149-152.
[23] TBMM ZC, II/15-4.3.1341 (1925), s. 131-149 ve Fihrist-s. 4 ve TBMM ZC, III/9-2.3.1929, s. 7 ve Fihrist-s. 1.
[24] Mete Tunçay, age, s. 176-178.
[25] Avram Galanti, Vatandaş Türkçe Konuş, çevrimyazı: Ömer Türkoğlu, Kebîkeç Yayınları, Ankara-2000, s. 1-3 ve kitaba Rıfat N. Bali, Sunuş yazısı, s. v-viii; Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 5. baskı, İstanbul-2001, sf. 157-159, 161; Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde, II Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, 5. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2011, sf. 166-167.
[26] 9 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı kanun ile 5 Şubat 1937 tarihli ve 3115 sayılı kanun, TBMM ZC, III/3-9 Nisan 1928, s. 115-119 ve Fihrist-s. 4 ve DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. basılış, Ankara-1948, s. 158.
[27] Ekonomiyi Türkleştirilmenin 13 kanunu, Nevzat Onaran, Türk Nüfus Mühendisliği, Kor Kitap, İstanbul-2017, s. 559-561.
[28] A. Gündüz Ökçün, 1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye, AÜSBF Yayınları No: 324, Ankara-1971, s. 153-163, Çizelge No: 7 ve 8.
[29] Chester imtiyazı 1923 Aralık’ta feshedildi, Yahya S. Tezel, Birinci Büyük Millet Meclisinde Yabancı Sermaye Sorunu, SBFD, c: xxv, sayı: 1, Mart 1970, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/430/8756.pdf ve Yahya S. Tezel, Birinci Büyük Millet Meclisi Anti-Emperyalist miydi? Chester Ayrıcalığı, SBFD, c: xxv, sayı: 4, Aralık 1970, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/437/8762.pdf ve Bilmez Bülent Can, Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2000.
[30] Cemil Koçak, Umûmi Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul-2003.
[31] Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, 11. baskı, Libra Kitap, İstanbul-2014; Trakya Umumi Müfettişi İbrahim Tali’nin Trakya Raporu, 16 Haziran 1934 tarih ve 492 sayılı, BCA-F: 490.01/K: 643, D: 130, S: 1.
[32] Bu kanunlar: 1- 3.3.1924 tarih ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu, 2- 25.11.1925 tarih ve 671 sayılı Şapka Kanunu, 3- 30.11.1925 tarih ve 677 sayılı Tekkeler ve Zaviyelerle, Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun, 4- 17.2.1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi İle Kabul Edilen Evlenme Akdinin Nikâh Esası İle Aynı Kanunun 110’uncu Maddesi Hükmü, 5- 20.5.1928 tarih ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Kanunu, 6- 1.11.1928 tarih ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun, 7- 26.11.1934 tarih ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırılacağına Dair Kanun, 8- 3.12.1934 tarih ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun.
[33] Zafer Toprak, Somut Özgürlükten Soyut Halk Egemenliğine Dersim, sunuş yazısı, Necmeddin Sahir Sılan Arşivi-6, Dersimlilerden Mektuplar (1941-1953), Derleyen: Tuba Akekmekçi, Muazzez Pervan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2012, s. xi; Mete Tunçay, age, s. 135, 155.
[34] Can ve mal güvenliği 125 yıllık talebimizdir: 1 Ekim 1895’te Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin örgütlediği Ermeni Patrikhanesi’nden Babıâli’ye yürüyüşte Sadrazama sunulacak talepler listesinin 1’inci maddesi, “Hayatımızı, malımızı kesin olarak temin ve garant i edecek, namus ve şerefimizi koruyacak kanuni haklar” idi (Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul-1976, s. 479-484).
[35] İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, 1937’deki raporunda Sasun’da Şeyh Said Hareketi sonrasında 1925’ten itibaren idareden yasak bölgenin tespit edilip ahalisinin yerinden edildiğini yazdı. Kararnameyle Sasun’da yasak bölge ilanı 1936’da yapıldı ve askerî harekâtla Sasun nüfusunun yüzde 40’ı tasfiye edildi. (Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın [sayı yok] 27.10.1937 tarihli “Sasun harekâtı ve ıslah programı” raporu, BCA-F: 030.10/K: 116, D: 805, S: 16, s. 1; 6.10.1936 tarih ve 2/5402 sayılı kararname, BCA-F: 030.18.1.2/K: 68, D: 79, S: 20 ve Resmî Gazete, 19.10.1936, sayı: 3438, s. 7225.