Kadir Akın yazdı: Takiye Kabadayılıkla Birleşince
“Tayyip Erdoğan ve cemaatine eğer dur denemezse, bırakalım sol-sosyalist hareketi, CHP bile yakın bir zaman sonra siyaset yapabilmek için kendisine ne zemin nede alan bulamayacaktır!”
Dinin içinde “düşmana/kafire” karşı takiye yapmak, meşru ve kabul edilebilir bir tutum olarak değerlendirilir. Can, mal, ırz, namus ve her türlü değeri kâfirlerin olası saldırıları karşısında savunmak, onların vereceği zararlardan korumak, özünde hile yoluna başvurmak olarak da izah edebileceğimiz bu tutum sayesinde savuşturulur. Dolayısıyla amaca ulaşmak için olduğundan farklı görünmek, kendini gizlemek mubahtır. Üstelik bu tutum, bütün mezheplerce de helal kabul edilmektedir. Aslında bütün dinlerde “kötü” olarak kabul edilenin yapılmasına açık kapı bırakan kimi anlayışlar hep var ola gelmiş ve egemen sınıfın, dini bir araç olarak ezilenlere karşı bu kadar rahat kullanabilmesi de bu sayede mümkün olabilmiştir. AKP’nin 13 yıla ulaşan iktidarı başlamadan önce de siyasette duymaya alışık olduğumuz takiye yapmak terimi son yıllarda yerini “algı oluşturma ya da yönetme” ye bıraktı ve biz bu algı yaratmayı Erdoğan’ın şahsında daha çok duyar olduk.
Tayyip Erdoğan’ı algı yaratma ve yönetme konusunda bu denli başarılı kılan, kişiliğinin geliştiği ve eğitimini aldığı külliyatın içindeki kültür ve medyayı tekeline alarak en iyi biçimiyle kullanıyor olmasının yanı sıra, İstanbul’un kabadayılığı ile bilinen semtlerinden olan Kasımpaşa’da yetişmesi de bir faktör olarak görülmelidir. Gerçekten de onun kimi tutum ve çıkışlarının halk nezdinde samimi davranışlar olarak görülmesi, halkımızın kabadayı hayranlığıyla ve doku uyuşması ile izah edilebilir. İsrail Başbakanı Şimon Perez’e Davos zirvesindeki bir toplantı esnasında “one minute” diyerek “posta koyması”, sadece ülkede değil bir bütün olarak Erdoğan’ı Ortadoğu coğrafyasında fenomen haline getirmişti.
Propagandanın önemli bir iş olduğunu, yalanın su gibi içildiği faşist Nazi Almanya’sından ve benzer diktatörlüklerden biliyoruz. Hitler Almanya’sında bir bakanlığın bu alana ayrılmış olması ve Joseph Goebbels’in bu konudaki başarılarının tarih kitaplarına ve belgesellere konu olması da akıllarımızdan çıkmadı kuşkusuz! İktidarın korunması, hegemonyanın sürdürülmesi ve kitlelerin aldatılmasında Nazilerin ne tür yöntemler geliştirdiklerini ve kullandıklarını ülkemizde yakın zamanda benzer uygulamalarla karşılaşınca yeniden hatırlamış ve kimi çağrışımlarda da bulunmuştuk! Bkz:http://bianet.org/bianet/toplum/153624-algi-yaratma-ve-yonetme-ustasi-erdogan
Erdoğan’ın Taksim-Gezi isyanı sırasında Kabataş’ta gerçekleştiğini iddia ettiği “benim başörtülü kız kardeşime” diye başlayan sözlerinin de, Dolmabahçe camiinde “ayakkabılarıyla girip, içki içtiler” iddiasının da boşluğa düşmüş olmasına rağmen bu söylemi devam ettirmesine ve yarattığı algıdaki ısrarı da unutmamıştık!
Erdoğan’ın iktidarını pekiştirmesinde önemli bir dönemeç olan ve ciddi bir liberal desteğini de arkasına aldığı ve aynı tarihe denk gelen ikinci bir darbe olan 12 Eylül Anayasa referandumundaki, ya da 3 yıla yakın süren ve Kürt savaşını sona erdireceğini iddia ettiği çözüm ve müzakere sürecindeki vaatlerini hatırlayan var mı? Dolayısıyla “hele bir amacımıza ulaşalım, gerisine bakarız” yaklaşımı takiye ile lümpenliğin birbirini tamamladığı ve birinden diğerine geçişinde kapısını araladığı momenti oluşturuyor. Hem kendini olduğundan farklı göster ve gizle, hem de suyun başını tutunca bildiğini yap! Bütün sınıflı toplumlarda egemen sınıf alt kültürlere nüfuz edip hegemonyasını kurabilmek için kültürel köprüler oluşturur. Bunlar alt sınıflara bir gün kendilerinin de bu köprüden bir biçimde yararlanabilecekleri hayalini sürekli sunarak egemen sınıfa bağlılık içinde kalmalarını ve hegemonyanın yeniden üretilmesinin imkânlarını sunar.
Erdoğan’ın Kasımpaşalı olmak ile övündüğünü biliyoruz. Aslında Türk tarih bilincinde kahramanlık ve kabadayılığın önemli ölçüde üst üste örtüştüğünü söyleyebiliriz. Hemen her ilin ve o illerin içindeki kimi semtlerin “delikanlılıkta” nam saldığını duymuşluğumuz vardır. Tümüyle eril bir dille ifade edilen bu böbürlenme, aynı zamanda o kentlerin ve içindeki semtlerin birbiriyle rekabetini de ifade eder. Birbiriyle güce dayalı bir rekabet sürdürülürken, kaybeden kazananın karşısında hiçbir sıkıntı duymadan bükemediği eli, bileği öper. Burada geçerli olan mantık, ya tabi kılacaksın ya da tabi olacaksındır. Tıpkı “ya yanımdasın ya da karşı tarafta!” dayatmasında olduğu gibi.
Bu güç kullanarak kazanma ilişkisinde yapılan hile, yani “mandepsiye bastırma” da son derece meşru bir yol olarak değerlendirilir. Kendisi yapmasa karşısındaki yapacaktır zaten! Burada önemli olan “suyun başını tutmak”, yani iktidarı almaktır. Sonrası, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme” meselesidir ki, köprüyü bu anlayışla geçenin bu güne kadar farklı davrandığı da görülmemiştir!
Son yıllarda politik alanda kurulan bütün ilişkilerde görülen ortak yan, hiçbir prensibe bağlı olmayan, etik kurallarla açıklanamayacak tutum ve davranışların geniş halk yığınlarının rızasının alınması ve ikna edilmesiyle gerçekleştiğidir. Dahası bu durum geniş halk yığınları nezdinde bir ustalık ya da beğeni konusu haline bile gelmiştir. Ülke içinde “dün dündür, bugün bugündür” söylemine rahmet okutacak bir düzeyin ise çoktan aşıldığını söyleyebiliriz. Erdoğan’ın uzun süredir bir siyaset tarzı olarak benimsediği kutuplaştırma ve bundan doğan gerilimi kendi lehine çevirme taktiğini başarıyla uyguladığına da 7 Haziran seçimleri sonrasında tanık olduk. Suriye’de sahip olunan politikaların çökmesi ile birlikte devletin bütün katmanlarının içine düştüğü telaş yedeklenerek başlatılan Kürt savaşı ile birlikte Erdoğan, faşist hareketin ihtiyacını duyduğu “reis” mertebesine yükselerek bunu herkese gösterdi ve kabul ettirdi.
Başkanlık sistemini kendisi ve yakın çevresi için koruyucu bir zırh olarak değerlendiren Erdoğan, Kürt hareketini ezme, toplumun hak arayan bütün kesimlerini sindirme ve totaliter bir rejim oluşturma doğrultusunda emin adımlarla ilerlerken, cumhurbaşkanlığı makamını fiilen tek yetkili konuma getirerek her alanda olağanüstü hal yaratma ve uygulamada da hiçbir beis görmüyor. Onun bu yürüyüşünü Ankara Güven Parkta gerçekleşen katliam ve benzerlerinin kolaylaştıracağının da altını çizelim!
Yeni bir Anayasa önerisini Hitler tipi bir faşizme geçişin aracı kılmaya yönelik olarak parlamenter rejimi ortadan kaldırıp, başkanlık rejimi adı altında açık bir diktatörlük ilan etme hevesinde olan ve bu amacının köşe taşlarını, basın özgürlüğünü casusluğa, halkın adaletsiz uygulamalara karşı çıkışını kamu güvenliğinin yıkılmasına indirgeyen, Türkiye toplumuna ve Kürt halkına barış sözü vermiş iken ülkeyi bir iç savaşa sürükleyen Erdoğan ne yaptığının gayet farkında.
Varoluşunu devam ettirebilmek için savaş suçlusu olarak ilan edileceğini bile bile, Türkiye’yi komşularıyla kanlı bir savaşın eşiğine getirmekten sakınmayan, akademisyenleri ve rakip gördüklerini keyfi bir biçimde hapishanelere dolduran, mülklerine keyfi bir biçimde el koyan, devlet imkânlarını çocuklarını ve yandaşlarını gayrı meşru bir biçimde zenginleştirmek için kullanan Tayyip Erdoğan ve cemaatine eğer dur denemezse, bırakalım sol-sosyalist hareketi, CHP bile yakın bir zaman sonra siyaset yapabilmek için kendisine ne zemin nede alan bulamayacaktır!