SEÇTİKLERİMİZ – Fehim Taştekin’in Gazete Duvar’daki yazısı: Taht kavgasından Badiya Çölü’ne
Suriye etrafındaki gelişmeler çok daha geniş hesaplar ağının bir izdüşümü. “Suriye bir daha asla düze çıkmamalı ve belini doğrultmamalı”. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın ortaklaştığı hesap bu. Çok da komplo teorilerine sarılmaya gerek yok. Birbiriyle ilintili, birbirini tetikleyen ya da birbirini besleyen bir dizi gelişmeyi bir arada düşündüğümüzde karmaşa içinden iyi kötü bir resim çıkıyor.
Donald Trump’la birlikte ABD, Camp David’le kurulan Ortadoğu düzenini tehdit eden unsurları bertaraf etmeye ve bu düzende ayrıksı duranları hizaya getirmeye dönük siyasetin ‘kabadayı’ yüzünü öne çıkardı. Diğer yüz Barack Obama döneminde tedavülde olan ‘tehditkâr diyalog’ idi. Tehdit sayılanlar dünden beri İran, Suriye, Hizbullah, Ensarullah vs. Günün ayrıksı unsuru ise Suud’dan bir kuşak daha düşük Amerikancı olan Yarımada’nın yaramaz oyuncusu Katar.
Resmin diğer parçasında kritik ortak Suudi Arabistan var. Kral hazretleri, İbn Suud’un yarım kalmış hayallerini tamamlamak için Körfez’in mutlak hakimi olmak istiyor. ‘Kâfirlerden daha tehlikeli’ olarak gördükleri Şiiliğe ve onun siyasal tecessümü İran’a karşı mücadeleyi cihadın en büyüğü sayıyorlar. Tıpkı IŞİD gibi! Arabistan’ın efendileri, küresel düzende koruyucu kalkan olarak da Büyük Britanya’nın üzerine güneş battığından beri ABD’yi görüyor. Ortak düşman, Şah Rıza Pehlevi ile birlikte ABD’nin de kaybettiği 1979 devriminden bu yana İran.
Bu ortaklığın gizli şartı İsrail’i tanıma mesabesinde olmasa da Arap dünyasında Yahudi devletine arka çıkılması.
Resimdeki üçüncü parça İsrail. Filistinli gruplar ve Hizbullah’a desteğinden dolayı en büyük düşman olarak İran ve Suriye’yi görüyor. Suriye, rejimlerin renginden tamamen bağımsız olarak İran’ın Arap dünyasında yegâne müttefiki.
George W. Bush azılı İran karşıtlığına rağmen Afganistan ve Irak’ta İran’la işbirliği yapmadığı taktirde işin içinden sittin sene çıkamayacağını gördü. Barack Obama selefinden çıkardığı derslerle Tahran’la diyalog yolunu seçti. Donald Trump ise Bush’ların da gerisine düşerek Körfez’in İran fobisini maniple etmeye, Suriye’deki savaşı da İran karşıtlığı zeminine oturtmaya karar verdi. Kral Selman’ın yüzü gülüyor; Benyamin Netanyahu’nun da öyle.
***
Tam bu sırada Suudi Sarayı’nda aylardır beklenen ‘ufak’ ayarlama gerçekleşti. Ufak dediğim, 31 yaşındaki Muhammed bin Selman’ın babası Selman’ın koltuğuna geçmesinin önünü açan kaba bir düzenleme.
Bir süre önce İkinci Veliaht Prens ve Savunma Bakanı Muhammed bin Selman’ın müstakbel krallığı için Amerikalılar nezdinde lobi yürütüldüğüne dair iddialar ortaya atılmıştı. Suudilere kral olacak adam bedevi çadırlarında lobi yapacak değil ya. Önce Washington’ından ‘yeşil ışık’ alınmalı. Trump Şubat’ta delikanlıyı ocakbaşında ağırlayınca Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in kızağa alınacağı anlaşılmıştı. Halbuki Nayif, İçişleri Bakanı olarak Amerikalıların muteber adamıydı.
Rivayet o ki Muhammed bin Selman ve lobicileri Amerikan koridorlarında tacı garantilemeye çalışırken kulaklarına iki şey fısıldandı: İsrail’i tanı, İran’a diş bile! Bu konuda suflör olanlardan biri de babasına “Maymun herif. Darwin haklıydı” dediği için Nayif’ten nefret eden Ebu Dabi Veliaht Prensi Nahyan. Suudilerin bu koşullarda İsrail’i tanımayacağını suflörleri de biliyor. Ama talebi şöyle tevil etmek mümkün: “Filistin direnişini bitirin.”
Zaten Suudi Krallığı’nın “Ortadoğu barışı” derken kastı Filistin’i bitirmekten başka bir şey değildi. Yemen savaşının da sorumlusu olan ‘hazret yavrusu’, Washington’dan döndükten sonra İran’a karşı atarlana atarlana çıkışlar yaptı ve sonunda terörü İran şehirlerine getirmekle tehdit etti. Bu gelişmelere İsrailli yetkililerin Suud güzellemeleri de ayrı bir tat kattı.
***
Körfez’deki bu sirkin Suriye ile ne ilgisi var? Dedik ya parola “Suriye ayağı kalkmamalı”. Kalkarsa altı yıldır Levant’a yapıp ettikleri kendilerine dönecektir. Katar krizi, taht oyunu, Tahran’da patlamalar, Ürdün sınırı ve Fırat hattındaki Amerikan hamlelerini birbirinden bağımsız düşünmek yanıltıcı.
Suudiler, onca fiyaskoya rağmen Suriye defterini kapatmaya niyetli değil. Riyad’ın Suriye’yi düşürmeye yönelik son umudu 2015’te Halep’in Fethi Operasyonu’ydu. Halep’i düşürmek için Suudi-Katar finansmanı ve CIA-MİT organizasyonuyla Fetih Ordusu kurulmuştu. Aleni El Kaide (Nusra) ile maskeli El Kaide (Ahrar) bu ordunun taşıyıcı kolonlarıydı. Hezimetle sonuçlandı. Sınır hatlarında Ankara’yı köşeye sıkıştıran bir dizi gelişmeden sonra Türkiye kendini Rus kapanına kaptırdı ve sonrasında Astana sürecine razı oldu. Bu da Suudilerin canını sıktı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rus lider Vladimir Putin’in isteğiyle nazının geçtiği örgütleri Halep’ten çıkartması Suudileri daha da kızdırdı. Bunun ardından Suudiler Amerikalılarla birlikte Ürdün üzerinden operasyonlara ağırlık verirken Pentagon’un Kürtler üzerinden açtığı müdahale kanalına da değer atfetmeye başladılar. Kürtlerin ne yaptığını şimdiye kadar onlarca yazı ve bir kitapta anlatmaya çalıştım. Şimdi Suriye’de son perde sahnelenirken harici aktörlerin Kürtlerle ne yapmak istediği önem kazanıyor.
Suudi beslemesi Ahmet Cerba düne kadar terör örgütü saydığı YPG’yle ortaklığa karar verip Eylül 2016’da Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) katıldı. Cerba, Suud kontenjanından Suriye Muhalif ve Devrim Güçler Ulusal Koalisyonu’nun başkanlığını yürütmüştü. Patronlarının iradesi dışında hareket etmesi ‘kendiliğinden hiç’ olan Cerba gibi adamların tabiatına aykırı. SDG’ye katılması askeri güç anlamında kayda değer değildi ama denkleme bir Suud unsurunun girmesi önemliydi. Nedense meseleye bu açıdan bakılmadı, yerelde bir aşiretin tercihi olarak görüldü.
Haseke-Rakka-Deyr el Zor üçgeninden Ürdün ve Arabistan’a uzanan aşiretlerin birbiriyle bağlantıları böyle zamanlarda kullanışlı hale gelebiliyor.
Çölün aşiret havuzu kesenin şıngırdadığı yere akar. Nusra gelince Muhammed Colani’ye, IŞİD gelince Ebubekir Bağdadi’ye, Kürtler eşliğinde Amerikalılar gelince SDG’ye el verdiler. Suriye ordusu gelirse de Esad’a el vermeleri şaşırtıcı olmaz. Şaşırtıcı olan ‘demokratik özerklik’ modeliyle takdir toplayan Kürtlerin, Katar krizinde Suudi Arabistan’a göz kırpan duruşları oldu. Konuştuğum kaynaklar, Suriye Demokratik Meclisi’nin son toplantısında Suudiler dahil yardımcı olmak isteyen herkese açık olunması yönünde bir politikanın benimsediğini aktardı. Rojava’daki aktörlerin bir kısmı olası Suud desteğine pragmatik yaklaşırken bir kısmı karşı çıkıyor. Bu desteğin Cenevre sürecine katılımının önünü açabileceğini düşünenler olduğu gibi taktiksel de olsa bunu hesap hatası olarak görenler de var. Tabii kimse Kürtlerin 50 bin kişilik orduyu Suud’un planlarının peşine takacağını beklemiyor.
Suudiler, Trump’ın da aklına yatan müflis bir projeyi diriltmenin peşinde: Irak ve Suriye arasında bir ‘Sünni etki alanı’ yaratmak. Irak’ta Şiilerin iktidara gelmesi önlenemeyince aleme ‘Sünni direnişçiler’ diye yutturulan Irak İslam Devleti (bugünkü IŞİD) ile Sünni üçgenini koparma planı devreye sokulmuştu. IŞİD’in yenilgisiyle o proje çöktü. Mademki Irak’ta planlar yürümedi, Suriye’de de Esad yönetimi yıkılmadı o halde Irak’taki Sünni üçgeni ile Suriye’nin doğusunu cem eden bir planla yürüyelim. Başarı şansı yok, kendileri de farkında. Amaç bölgeyi felç etmek; Suriye, Irak ve İran’ın enerjisini tüketmek. Suudilerin aklındaki bir diğer hesap Kürtlere el uzatarak Katar’ı hami kesilen Türkiye’ye ders vermek.
***
Peki, Suud’daki taht oyunu bölge siyasetine ivedilikle yansır mı? Birçoğu Kral Selman’a gidici gözüyle bakıyor. Oğlu Muhammed tahta oturmadan ipleri ele alabilir. ‘Fiili Kral’ın olası taht oyunlarına karşı Washington’ın desteğini sürdürmek ve kendini ispat etmek için Trump’la gündemlerini daha fazla paralelleştirmesi mümkün. Bu ortaklığın Suriye sahnesine yansıması daha saldırganca olabilir.
Önemli olan koşu atı olmaya hazır bir adamın şişirilmiş hevesleri değil yüzleşeceği sınırlardır. ‘Savaş Prensi’nin önce Yemen’de çamura saplanan burnunu kurtarması gerekiyor. Ki tahtın öteki varisleri prensi buradan vuruyor. Sıra Suriye’ye geldiğinde hesabı bozan başka hesaplar olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. İran’ın Badiya’nın kalbi Deyr el Zor’a attığı Zülfikar füzeleri bunlardan birisi. Zülfikar Hz. Ali’nin kılıcının adı. Çok imgesel. Savaşın anlam dünyası geniş! Öğrenmek için genç prensin henüz şansı var.