ED ROOKSBY – Syriza’ya ilişkin olarak bir kısım soldan, programının yeterince radikal olmadığı yönünde yapılan eleştiriler yanlış eleştirilerdir. Zira Syriza’nın programı halkın desteğini alacak kadar ılımlı, bir o kadar da kendi radikalleşmesini içinde taşıyan bir program niteliğindedir.
Çeviri: Mustafa Durmuş
Syriza’ya ilişkin olarak bir kısım soldan, programının yeterince radikal olmadığı yönünde yapılan eleştiriler yanlış eleştirilerdir. Zira Syriza’nın programı halkın desteğini alacak kadar ılımlı, bir o kadar da kendi radikalleşmesini içinde taşıyan bir program niteliğindedir.
Birkaç yıl öncesinde radikal sol bir partinin bir AB ülkesinde politik gücü ele geçirme noktasında olduğunu düşünmek bile mümkün değildi. Oysa son kamuoyu yoklamalarına göre bu Pazar günkü seçimlerin galibi Syriza olacak. Her ne kadar tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu elde edememe ihtimali yüksek ise de, Syriza’nın kurulacak bir olası koalisyon hükümetinin anahtar partisi olacağı kesin.
Son iktisadi krizden bu yana, uygulanmakta olan katı kemer sıkma saltanatına karşı ortaya çıkan bu gelişme, kuşkusuz, hem içerde hem de dışarıdaki egemenleri endişelendirdi. Örneğin Avrupa Komisyonu başkanı, Jean-Claude Juncker Yunanlı seçmenleri, aşırı akımların iktidar olması halinde Yunanistan ve avro bölgesinde ortaya çıkabilecek risklere dikkat çeken bir ince tehdit ile uyardı.
Bu aşırılık iddiaları ve uyarılarına karşın, gerçekte Syriza’nın talepleri son derece ılımlı ve duyarlılık içeren taleplerdir. Programının odağında Yunanistan’ın ülkeyi felce uğratan dış borçlarının yarısının silinmesi için müzakere yapmak, kemer sıkmaya son vermek ve kamusal yatırımlar aracılığıyla büyümeyi ve istihdamı teşvik etmek gibi taahhütler yer alıyor. Bu öneriler ayrıca Syriza’nın haklı bir biçimde ‘insanlık krizi’ olarak adlandırdığı, daha çok da yoksulluğu anlatan sorunu çözmeye yönelik olarak önerilen, ücretsiz elektrik sunumu, sübvansiyonlu yemek ve yoksullara konut sunumu gibi önlemlerle destekleniyor.
Kemer sıkma politikaları uygulanmaya başladığından bu yana Yunanistan’da işsizlik oranı % 25’in üzerine çıktı, ekonomi % 25 dolayında küçüldü, ücretler ve emekli maaşları düşürüldü, evsizlerin, intihar edenlerin ve bebek ölümlerinin sayısında ciddi bir artış gerçekleşti. Bu gerçekler dikkate alındığında Syriza’nın talepleri ne saçma ne de ütopiktir.Bunlar basit bir gerçeğe dayanmaktadır: Dış borçlar ödenemez bir düzeye çıkmış durumda ve bırakın her vatandaşın yeterli yiyecek bulması, başını sokacak bir evinin olması ya da onuruyla yaşamasına imkan sağlayacak temel kaynaklara erişme hakkı gibi etik konuları, kemer sıkma politikaları insanlara felaket getirmekten başka bir işe yaramamıştır. Bunların hiç biri aşırılık olarak değerlendirilmemelidir. Tersine, gerçek aşırılar, sıradan bir Yunanlı açısından daha fazla kemer sıkma, daha fazla zorluk ve daha fazla aşağılanmayı kapsayan politikalarda ısrar edenlerdir.
Syriza böyle ılımlı bir duruş sergilediğinden diğer sol grupların çok sert eleştirilerine maruz kalıyor. Örneğin Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Syriza’yı oportünizm ile suçlarken, KKE’nden daha az sekter bir tavır sergileyen Yunan Antikapitalist Cephe (Antarsya) seçimlerde Syriza ile işbirliği yapmayacağını, zira programının yeterince radikal olmadığını açıkladı. Uluslar arası soldan de benzer eleştiriler geldi. Bunların temelinde de, Syriza’nın sistemi karşısına almak yerine, onun içinde ve onu yönetmeye talip olduğu, dolayısıyla da bu anlamda radikal olmadığı, hatta mevcut koşullar altında solun politik emellerini de dizginlemekte olduğu suçlamaları yer alıyor.
Bu eleştiriler birbiriyle yakından alakalı üç nedenden ötürü hatalıdır, yanlıştır.
İlk olarak, Bu eleştirileri yapanların alternatif olarak ne sundukları açık değildir. Zaten bunların çoğunluğu için Syriza konusundaki itirazın ana nedeni partinin kapitalist bir toplumda ve kapitalist bir devletin içinde bir hükümet kurma niyetinin doğal bir sonucu olarak önerdiği reformların detayları değildir. Onlara göre böyle bir strateji ihanete yol açacaktır. Zira kapitalist kurumları kullanmak isteyen her hangi bir parti sistemin kendi mantığı içinde tuzağa düşecektir. Dolayısıyla da bu mücadeleye ihanet ile sonuçlanacaktır.
Ancak, Yunanistan’da yıllardır süren toplumsal mücadeleleri hatırlayalım. Kitlesel gösteriler, kamu binalarının işgali, otuzdan fazla genel grev tüm bunlar kemer sıkmayı önleyemediği gibi, sosyalist dönüşüm konusunda da yol açıcı olmadı. Toplumsal mücadelenin ya da mobilizasyonun tek başına yeterli olmadığı açıktır. Dolayısıyla da sorun politik gücü ele geçirme ihtiyacı ile yüzleşme sorunudur. Yunanistan işçi sınıfının, taleplerini gerçek anlamda hayata geçirebilecek bir politik araca ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda, Marksist eleştiriler, “işçilerin Sovyetik organları” hatırlatması yapıyorlar. Buradaki sorun şudur: Yıllar süren toplumsal mücadelelere rağmen bu tür organlar hala yeterince oluşmamışsa ve bunların oluşma belirtileri de çok cılızsa bu tür öneriler ayakları havada öneriler olarak kalırlar. Mevcut durum itibariyle de somut ve ciddi öneriler olmaktan çıkıp sadece iyi dileklere dönüşürler. Gerçekten de bu tür eleştiriler bu tür organların nasıl oluşacağına ilişkin somut bir şeyler söylemiyor ve belirsiz terimlerle konuyu ele alıyorlar.
Diğer taraftan Syriza, mevcut koşullarda, mücadelenin geldiği noktanın mevcut politik yapıları kullanacak olan sol bir hükümetin kurulmasını gerektirdiğini kavramış durumdadır ve bu mücadele, bu iktidar oluşun beraberinde getireceği sözü edilen tüm bu risklerin, sorunların ve çelişkilerin sorumluluğunu almaya hazırdır. Yani sadece Syriza Yunanistan’daki acil durumla yüzleşebilecek ciddiyette ve somutlukta bir plan sunmaktadır. Diğer taraftan soldan gelen eleştirilerin birçoğu kaçamak bir duruştan öte bir duruş sergilememektedir. Böyle bir duruş da ailelerini besleyebilmek, kirasını ödeyebilmek için mücadele eden kitlelerin gözünde her hangi bir pratik karşılık bulmamaktadır. Bu nedenden dolayı da KKE ve Antarsya’nın bu seçimlerde komik düzeylerde oy alması sürpriz olmayacaktır.
İkinci olarak, Syriza’nın reform önerileri sıradan Yunanlının, iş, daha iyi ücret, yeterli gıda ve konut gibi acil ihtiyaçları ile denk düşmektedir. Bu nedenle de Syriza’nın programı seçmenlerde yankı bulmakta ve Partiyi iktidarın eşiğine kadar taşımakta ve görünüşte radikal ama bütünüyle soyut devrimci taleplerin çok az politik çekiciliğine rağmen, bu program acil ve gerçek değişimi gündeme getirmektedir.
Üçüncü olarak, Syriza’nın manifestosu, tüm bu ılımlılığına rağmen, muhtemelen yerli ve yabancı sermaye güçleriyle doğrudan bir çatışmaya neden olacaktır. Zira bu programın sermayenin kendi koyduğu koşullarda kapitalizmin yönetimi programı olmadığı açıktır. Bu nedenle de olası bir Syriza hükümeti, örneğin, ciddi sermaye kaçışları, bankalara hücumlar, yatırımcıların yatırımlarını durdurmaları, çok uluslu şirketlerin ülkeden çekilmesi ve hatta AB’den gelebilecek engellemeler ve şantajlarla karşı karşıya kalacaktır. Keza devlet ile ciddi bir hesaplaşma da söz konusu olacaktır, zira polis güçlerinin yarısından fazlasının 2012 genel seçimlerinde neo faşist Altın Şafak Partisi’ni desteklediği bilinmektedir.
Böylece, iktidara geldiğinde Syriza, şu iki yoldan birini tercih etmek zorunda kalabilir: Ya karşılaşacağı sert direniş nedeniyle sözünden ve taahhütlerinden geri dönecek ya da borç iptalleri, bankaların kamulaştırılması, kapalı fabrikaların kamulaştırılması gibi reformlarını sürdürmek ve daha ileriye götürmek için daha kararlı davranacak ve daha fazla bastıracaktır.
Kuşkusuz bunlardan hangisinin gerçekleşeceği ile ilgili net şeyler söylemek mümkün değildir. Ancak, programı ve sözleriyle yarattığı halk desteği veri alındığında, Syriza’nın ilk seçeneğe yönelerek geri çekilmesi gelecekteki seçimlerde kendini yok etmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle de sonucu belirleyen şey, büyük ölçüde, ona desteğini veren kitlelerin kurulacak bir Syriza hükümetini sözlerine sadık kalmaya zorlama konusundaki kararlılığı olacaktır. Pazar günü elde edilecek bir zafer bu yönde yeni bir mücadele dalgasının da önünü açacaktır.
Burada temel konu Syriza’nın pragmatik seçim taahhütlerinin kararlı ve tutarlı bir uygulaması ve savunusunun partinin şu anki hedeflerini daha da ilerletmesini sağlayabilecek yeni önlemlerin önünü açabileceği gerçeğidir. Bu bağlamda Syriza’nın ılımlı programının kendi içinde radikalleşmesinin dinamiklerine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu dinamikler Yunan halkının günlük ihtiyaçlarını ve endişelerini gözeten program taleplerinde köklerini bulmaktadır. Syriza içinde faaliyet gösteren antikapitalist güçler, devrimci toplumsal değişimin, kurulu düzenin izin verdiği sınırları zorlayan ve kendi yaşamlarını kolaylaştırmayı, onurlarını savunmayı hedefleyen ortak akla ve duyguya hitap eden önlemlerin sıradan insanların kolektif deneyimlerinden oluştuğunu kavramış, görmüş durumdadırlar.
Kaynak: Ed Rooksby, “Is Syriza Radical Enough?”, http://www.newleftproject.org , 22 January, 2015).
Yazar Ed Rooksby , Sol Birlik üyesi olup, Ruskin College’de (Oxford) siyaset bilimi dersleri vermektedir.