TÜLAY HATİMOĞULLARI yazdı: “Arabistan son süreçte yaşadıklarını geri döndüremez. İç değişim konusunda düğmeye basıldı. Ülkeyi çok çalkantılı bir sürecin beklediği kesin. Reformlar bir çırpıda gerçekleşemez ama bu süreçten de kolay kolay vazgeçilemez. Arabistan bindi bir alamete gidiyor kıyamete…”
TÜLAY HATİMOĞULLARI
Suudi Arabistan son günlerde sıra dışı haberlerle gündeme geliyor. “Arap Baharı” süreci başladığı zaman Arabistan selefi-cihatçı grupları finanse etmesiyle ön plana çıktı. Hem uluslararası dengelerin savaştaki belirleyiciliği hem de emperyalist ve işbirlikçi bölge güçleri tarafından başta hesaplanmayan, halkların cihatçı çetelere karşı verdiği mücadele sonucunda Arabistan ve içinde yer aldığı cephenin planları önemli oranda suya düştü.
Arabistan’ın son zamanlardaki en büyük emeli Suriye’de Esad’ı yenilgiye uğratmak, Irak’ta Şiilerin etkinliğini zayıflatmak, İran’ı geriletmek ve Sünni hâkimiyetini bölgede egemen kılmaktı. Ancak bunların hiçbiri olmadı. Suriye’de şayet çok büyük provokasyonlar gerçekleşmezse savaşın sonuna gelindiğini söyleyebiliriz. (Elbette dengelerin anlık değiştiğini, bir günün bile şu sıralar bölge siyaseti için uzun olduğunu, her an yepyeni gelişmelere gebe olan bir bölgeden bahsettiğimizi not etmeliyiz.) Irak’taki gelişmeler Arabistan için baş düşman olan İran’ın lehinde ilerliyor. Yemen’de de içinden çıkılması zor, kazanılması neredeyse imkânsız bir savaş batağına girdi.
Bölgede bu gelişmeler olurken Arabistan’ın içi kaynıyor. Dış siyasetini Şia karşıtlığı üzerine kuran Arabistan’ın sınırları içinde yaşayan, nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Şiiler de huzursuz. Krallık Şiilere yönelik sert uygulamalarını sürdürüyor. Arap isyanlarından en çok etkilenen bölge Şiilerin yoğun yaşadığı Doğu bölgesiydi. Burada Arabistan monarşisine karşı gösteriler gerçekleşmişti (2011). Ardından Şiiler için çok önemli bir şahsiyet olan Şeyh Nemr Bakır en-Nemr Arabistan’ı seçim yapmaya çağıran çıkışının sonucunda tutuklandı. 2016’nın başında idam edildi. Bu gelişme Şiilerle Arabistan arasındaki gerilimi üst düzeye çıkardı.
Diğer bir mesele Arabistan’da yaşayan Sünnilerin değişim talepleridir. Başta kadınlar olmak üzere hak ve özgürlüklerin genişletilmesinde ısrar eden ama çeşitli yöntemlerle bastırılan ciddi bir kitle var. Şayet Arap Baharı halkların değişim ve otoriter rejimlerle hesaplaşma çizgisinde ilerleyebilseydi Arabistan’a etkileri çok büyük olacaktı.
Arabistan’da suyun ısınmasına neden olan önemli meselelerden biri de ekonomi. Neredeyse tek geliri petrol olan bu ülke, petrol fiyatlarının düşmesi sonucu bir ekonomik daralma yaşıyor. Gelirler düşerken son zamanlarda azımsanmayacak bir parayı savaş bütçesine ayırıyor. Bu bütçeyi silahlanmaya, selefi-cihatçı gruplara, Yemen savaşına (ayda 600 milyon dolar) akıtıyor. Ayrıca Katar’a uyguladığı ambargo sonucu Körfez ülkelerinde gerilimi yükseltmesi ekonomiyi olumsuz etkileyen diğer faktörler arasında yer alıyor.
Trump’ın Suudi Arabistan seferi
Trump’ın ilk yurt dışı gezisini Suudi Arabistan’a gerçekleştirmesinin çeşitli nedenleri var. Bölgede Rusya ve İran hattının karşısında inisiyatif kaybeden ABD, İran düşmanlığı üzerinden konumunu güçlendirmeyi hedefliyor. Bunun için en sadık müttefiki olan Arabistan’la bölgede yeni bir planlamaya girişti. “Bölgede terörü İran desteklemektedir. Terörü kurutmanın yolu İran’ı zayıflatmaktır” yaklaşımı Trump’ın ziyaretinin ana temasını oluşturuyordu. Trump’ın yönlendirmesiyle Arabistan, diğer Körfez ülkelerini yanına alarak, petrol piyasasındaki ortak çıkarlarından dolayı İran ve Rusya’ya yaklaşan Katar’a sert bir ambargo uyguladı. Daha önce Yemen’de İran destekli Husilere açılan ve hala devam eden savaşı da bu senaryonun önemli bir parçası olarak görmek mümkün. Şimdi de yine İran’la bağlantılı Lübnan krizi patlatıldı.
Petrol piyasası nedeniyle sıkışma yaşayan Kraliyet’in Rusya ile ilişkilerini kısmen iyileştirme adımları atması ABD’de rahatsızlık yaratan bir mesele oldu. Kral Selman bin Abdülaziz’in Rusya ziyaretinde enerji ve uzay alanında işbirliği, Arabistan’ın kara ve demiryolu alt yapısı için Rusya’nın yatırım yapması gibi konular konuşuldu. Bu ziyaret ve ardından Rusya’dan S-400 hava savunma sisteminin satın alınması görüşmelerinin başlaması ABD’de rahatsızlık yarattı. (Rusya ve Suudi Arabistan’ın OPEC’in en güçlü iki üyesi olduğunu, bu nedenle de ortak çıkarları için zaman zaman yakınlaşmalara ihtiyaç duyabileceklerinin altını çizmeliyiz.)
Bununla birlikte, ABD’nin bu önemli müttefikinden vazgeçmesi söz konusu olamaz. Trump, Suudi Krallığı’yla bağlarını tazelemek ve güçlendirmek için her türlü adımı atıyor.
Müstebit Arabistan: “Ilımlı İslam’a geçiyoruz”
Haziran ayında Kral Salman, yeğeni olan Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’i bir çeşit saray darbesiyle azledip yerine oğlu Muhammed bin Selman’ı getirdi. Yeni veliaht prens Arabistan için “2030 Vizyonu” adlı bir proje açıkladı. Projede sadece petrol gelirlerine bağlı bir ekonomiyle uzun vadeli yol alınamayacağı, ekonomide yeni açılımların hedeflendiği ifade ediliyordu. Ardından veliaht prens ılımlı İslam’a geçileceğinin mesajını verdi.
Son zamanlarda prenslerin güya hastalıklardan ölmesi/öldürülmesi; 4 Kasım’da Arabistan tarihinde pek rastlanmayan şekilde, aralarında dünyanın en zengin 100 kişisinden biri olan Prens El Velid Bin Talal’ın da olduğu (Prens Talal Trump’a twitter hesabından hakaret etmişti) onlarca prens, bakan ve generale yönelik “yolsuzluk” operasyonunun gerçekleştirilmesi; 5 Kasım akşamı Abha Bölge Emiri Yardımcısı Prens Mansur Bin Mükrin’le birlikte 8 üst düzey yetkiliyi taşıyan helikopterin düşmesi/düşürülmesi Suudi yönetimi içindeki iktidar mücadelesinin bir kanadının sert ve kapsamlı bir tasfiyeye uğratıldığını gösteriyor.
Arabistan bazen açık, bazen gizli biçimde bölgedeki selefi-cihatçı örgütleri Katar’la yarış halinde finanse etti. Özellikle 2010’dan itibaren Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da cereyan eden çetrefilli süreçte radikal İslam çizgisini açıktan destekledi. Para musluğunu sonuna kadar açtı. Çünkü bölgede Sünni liderliğini kimseye kaptırmak istemiyordu.
ABD/Trump’ın desteğini aldığı kuvvetle muhtemel olan 2030 vizyonu ve ılımlı İslam projesi Arabistan için çok büyük bir dönüşüm planına işaret ediyor. Bunun ipuçlarını kadınlara 2018’de araba kullanma hakkının verileceğini ilan etmelerinden okuyabiliriz. Zira bu, kadınlara tipik köle muamelesi yapılan Arabistan için çok büyük bir değişiklik.
Yine ufak görünebilecek ama çok önemli bir adım, resmi kurumlarda Hicri takvim yerine Jülyen takviminin (tüm kapitalist dünyada ve tabii Türkiye’de geçerli olan takvim) kullanılmasına karar verilmesiydi. “Hadim ül-Haremeyn eş-Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkarı/koruyucusu) ünvanlı, Selefi-Vahhabi İslami yorumun temsilcisi Suudi Arabistan’ın 1400 yıllık geleneği çiğneyerek kapitalist dünyayla uyumu güçlendirecek bu adımı atması son derece simgeseldir ve büyük bir öneme sahiptir.
Daha pek çok işareti sayılabilecek bu değişim sürecine karşı ülke içinden, siyasetçiler ve ulemadan gelecek muhalefet azımsanmayacak düzeyde olacaktır.
Değişim bir çırpıda gerçekleşemez. Ülkede başlayan değişim süreci, yeni toplu tutuklamalara, karşılıklı suikastlere, hatta bir iç savaşa yol açabilir.
(Veliaht Prens Muhammed’in “ılımlı İslam’a geçeceğiz” mesajı Suudi rejimin demokratikleşeceği anlamına gelmiyor. Ilımlı İslam ne demokrasidir, ne de hatta siyasal ılımlılıktır; esasen “kapitalizmle uyumlu İslam”dır. Sermayenin döngülerine sorun çıkarmayan, işini kolaylaştıran bir siyasal rejimdir “ılımlı İslam”. Bunu yapıyorsa, demokratik ya da müstebit olup olmadığının bir önemi yoktur. Dolayısıyla Arabistan’daki değişim hareketini bir demokratikleşme süreci değil, Suudi rejimin Soğuk Savaş ortamının dengeleri içinde bugüne kadar taşıyabildiği, sermayenin önüne pürüzler çıkaran arkaik geleneklerden kurtulma, küresel sermayeyle tam uyumu gerçekleştirme girişimi olarak görmek gerekir.)
Yemen-Lübnan-İran gerilimi
Arabistan ABD’den aldığı icazetle Yemen’de Husiler üzerinden aslında İran’a savaş açtı. İran, Şii Husilerin örgütü olan Ensarullah’ı desteklediğini gizlemiyor. Suriye ve Irak’ta nüfuzu artan İran’ı Yemen cephesinden zayıflatma hedefi vardı. Ancak Husilerin savaş yeteneği İran’ın derin siyaseti ve lojistik desteği ile buluşunca; Arabistan’ın paralı askerleri başarı elde edemedi. Buna karşılık 4 Kasım günü Yemen’den fırlatılan bir füze Riyad yakınındaki havalimanını hedef aldı. Füze saldırısı hava savunma sistemi tarafından önlense de, yukarıda ifade ettiğimiz gelişmelerden dolayı şaşkına dönen Arabistan’da başka bir şok etkisi yarattı. Bu arada Trump bu saldırıyı değerlendirirken “Bence İran Suudi Arabistan’ı hedef aldı ve bizim sistemimiz füzeyi fırlattı attı. Bizim yaptığımızı başka kimse yapmıyor, artık bunu bütün dünyada görebiliyoruz” dedi. Böylece hem İran’ı yeniden hedef gösterdi, hem de S-400 hava savunma sistemiyle ilgili Rusya’ya ve Arabistan’a mesaj verdi.
Aynı gün Lübnan Başbakanı Saad el Hariri Arabistan’dan yaptığı açıklamayla babası Refik Hariri’nin kaderini yaşamak istemediğini söyleyerek görevinden istifa etti. Saad el Hariri’nin istifasından önceki bazı gelişmelere bir göz atalım: Ekim ayı sonunda Lübnan’ın Suriye’ye yeni büyükelçi ataması kararlaştırılıyor. Hariri, istifasından bir gün önce İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanıyla görüşüyor. Görüşmeden sonra Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti, Lübnan hükümetini desteklediklerini açıklıyor. Evveliyatında Hizbullah Lübnan ordusuyla birlikte Arsel’de IŞİD ve el Nusra’ya karşı savaşıyor, Lübnan sınırları ortak askeri harekatla temizleniyor. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah tarafından sık sık Şii-Sünni kardeşliği vurgusu yapılıyor. Lübnan’ın bütünlüğünü koruma mesajları Hizbullah’ın sahadaki başarısıyla bütünleşince Saad el Hariri’nin İran-Suriye eksenine kısmen yakınlaştığı iddiaları yayılıyor. Bu gelişmeler Arabistan tarafından olumlu karşılanmıyor. Suudi Arabistan Körfez İşleri Bakanı Semir el Sabhan, ‘Hizbullah parlamentodan atılmalı, İran ve Hizbullah’ı yok edecek uluslararası bir koalisyon kurulmalı’ mesajını veriyor.
Bu gelişmelerin ardından Hariri ani bir şekilde Arabistan’a gidiyor. Ve istifa açıklaması yapıyor. Kimi iddialara göre Hariri Suud tarafından rehin alınıyor ve ona zorla açıklama yaptırılıyor. İran ve Hizbullah suçlu ilan ediliyor. Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn kuvvetle muhtemel, hükümet ortağı olan Hizbullah, Emel ve belki Hariri’nin temsilciliğini yaptığı 14 Mart Hareketi’nin de bilgilendirilmesiyle istifayı kabul etmeyeceklerini, Hariri’nin ülkesine dönmesini beklediklerini ifade ediyor.
Şayet Hariri’ye Arabistan tarafından zorla açıklama yaptırıldığı iddiları doğrulanırsa üstünlük kazanmak isteyen Arabistan siyaseten oku kendine çevirmiş olur. Ancak yeni bir savaş senaryosu devredeyse (ki bu gelişmeleri bu anlamda bir deneme olarak görebiliriz) kamuoyu nezdinde meşruluk kaygısı geri plana düşebilir.
Arabistan bu kadar gerilimi yönetebilir mi?
Arabistan’ın çeşitli reformlar hedeflediği ortadadır. Değişimin merkezine ekonomik reformları koyuyor. Ancak değişim salt ekonomik alanda kalamaz. Siyasal ve sosyal alana sıçraması kaçınılmazdır. Nitekim son günlerdeki gelişmeler hiç olmazsa siyasal düzeyde bir değişikliğin yaşandığının göstergesidir. Şeriat yasalarının en ilkel biçimde uygulandığı ve sosyal anlamda birçok bölge ülkesine göre geriden gelen Arabistan’da bir süredir ısınan sular yeni fokurdamaya başladı. Arabistan’ın 2030 vizyonunu savunan ekibin Kraliyet’te tasfiyelerini sürdürüp sürdüremeyeceğini, Arabistan’ın yeni bir kalıba dökülüp dökülemeyeceğini önümüzdeki aylardaki siyasal mücadeleler gösterecek.
Arabistan ayrıca dış siyasette karmaşık bir denklemin merkezine oturmaya çalışıyor. Bu süreç Trump’ın desteğiyle İsrail üzerinden Lübnan’a bir saldırıya dönüşebilir mi? İran’ı bölgede izole etme olasılığı var mı? Suriye’de sona gelinmesini engellemek için yeni hamleler ortaya çıkar mı? İlk iki sorunun yanıtının ‘evet’ olması zayıf bir olasılıktır ama imkânsız değildir. Bölgede Rusya ve İran karşısında inisiyatif kaybeden Trump’lı ABD’nin ne yapacağını kestirmek zor. Arabistan’ın ise en azından bu dönemde girdiği yolda ABD/Trump’tan icazet almadan yol alması mümkün görünmüyor. Üçüncü soru için şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki ABD ve müttefikleri Suriye savaşının şu anki seyirle bitmesini istemiyor. Bu nedenle hem Suriye’nin içinde hem dışında tahriklere devam edecek, süreci uzatmak için her yol ve yöntemi deneyecektir.
Arabistan bu kadar katmanlı/karmaşık bir sürecin altından kalkabilir mi? Attığı adımların gerisini getirebilir mi? Bu ülkenin ne savaş, ne diplomasi yeteneği, ne de siyasal derinliği buna müsaade etmez. ABD’ye yapışık olarak bu süreci götürebildiği yere kadar götürür. Ancak şunun altını çizmek gerekir ki Arabistan son süreçte yaşadıklarını geri döndüremez. İç değişim konusunda düğmeye basıldı. Ülkeyi çok çalkantılı bir sürecin beklediği kesin. Reformlar bir çırpıda gerçekleşemez ama bu süreçten de kolay kolay vazgeçilemez. Arabistan bindi bir alamete gidiyor kıyamete…
08.11.2017