GÜLFER AKKAYA yazdı: “Cinsiyetçilik yaparak, bir kadına ve onun bedenine saldırarak kendisini barış savunucusu sananlar bilmeli ki böyle barış savunuculuğu olamaz. Böylelerinin barışı savundukları yok. Bunlar cinsiyetçiliği savunuyor.”
GÜLFER AKKAYA
10 Ağustos 2015 tarihinde Varto’da öldürüldükten sonra cenazesi çıplak olarak teşhir edilen Kader Kevser Eltürk (Ekin Wan) olayını hiç unutmadık.
Ekin Wan’ın bedeni çatışmada öldürüldükten sonra devlet güçleri tarafından soyulmuş, meydana atılmış, fotoğrafları çekilmiş ve kamuoyuna servis edilmişti.
Ölü bir bedenin teşhiri insan haklarına aykırıydı ama esas kadın haklarına aykırıydı. Erkeklerin kadın bedeni üzerinde kendilerini hak sahibi görmesi, ona istediklerini yapabileceklerini düşünmesi erkeklik iktidarı ile ilgiliydi.
Ekin Wan’ın bedeninin teşhiri hem erkeklik iktidarı hem de aynı zamanda cinsiyetçilikten güç alan militarist politikalardan kaynaklanıyordu.
Kadın bedeni militarizm açısından erkeklerin elinde eğlence nesnesi, savaş ganimeti, düşman tarafın tecavüzleri ile etnik temizlik aracı, fethedilmiş topraklar olarak görülmekte.
Ancak kadınlara yönelik militarist politikalar sadece “karşı tarafın” kadın bedenlerine saldırı üzerinden yürütülmüyor. Militarist politikalar tüm kadınların bedenlerinin sömürüsünü hedefler. Bu nedenle “bu taraftaki” kadınların bedenleri de militarist sömürüden azade değil.
Özellikle sıcak savaş zamanlarında ülkesinden ve evinden uzak olan işgalci devletlerin askerleri için düzenlenen “moral” etkinliklerinde erkeklere “moral kaynağı” olan kadın ünlülere tanıklık ederiz. Kore savaşı zamanında Marilyn Monroe’nun ziyareti en ünlü “moral” ziyaretlerindendi mesela.
Bu tarz askere “moral” ziyaretleri her dönem yapıldı, yapılıyor.
Birkaç gün evvel yine askere moral olması nedeniyle bir kısım sanatçı Antakya’ya gitti. Kadın ve erkekli grubun ziyareti haliyle gündem oldu.
Kimi milliyetçi histeriyle alkışladı. Kimi böyle sanatçı olmaz olsun dedi, kimi zaten sanatçı değiller ki dedi.
Oysa hem böyle sanatçılar her dönem, her ülkede olurdu hem de evet bu kişiler sanatçıydı. Ajda Pekkan için sanatçı değil demek boş laf.
Bir sanatçının nerede durması gerektiği ayrı konu, durduğu yeri beğenmiyorsunuz diye onu sanatçı olarak kabul etmemeniz başka konu. Öyle olsa birileri çıkar Füsun Demirel, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney için de sanatçı değil der.
Ki bir feminist olarak Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’i cinsiyetçi bulduğumu, hatta Yılmaz Güney’in çok sevilen ünlü filmlerinin cinsiyetçiliği yeniden ürettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Nasıl Güney’in cinsiyetçi olması sanatçı olmadığı anlamına gelmiyorsa, halktan yana olması da cinsiyetçi oluşunu normalize edemez. Çünkü cinsiyetçilik suçtur, kabul edilemez.
Cinsiyetçilik; sağcı, solcu, demokrat, liberal, dinci, anarşist… hangi ideolojiye sahip olursanız olun fark etmez her yerde. Eğer içinizdeki kadın düşmanlığı ile bilerek, özellikle savaşmıyor, erkekliğinizi yok etmek için sürekli ve özellikle mücadele etmiyorsanız hangi ideolojiden olduğunuzun önemi yok. Cinsiyetçilik her yerde, bütün ideolojilerde. Hem de öyle gizliden değil, açıktan. Pohpohlanarak var edilen, özellikle bakılıp büyütülen bir şey.
Burada kadın bilincine ulaşamamış, kadın düşmanı kadınları da anımsamakta fayda var. Çünkü cinsiyetçilik maalesef sadece erkeklerde yok, kadınlarda da var ve kadınlar da cinsiyetçiliği yeniden üretiyor.
Antakya’ya asker için moral ziyaretine giden sanatçılar arasında kadınlara yönelik söylemleri hep beraber okuduk. Kiminin evlilikleri, kiminin yüzü, kiminin memesi konu oldu.
Bunları söyleyenler sadece erkekler değildi. Çok sayıda kadın da kadın bedenine saldırarak “muhalefet” yapmayı marifet saydı. “Barış” istemiş oldu. Oysa ne kadar zavallı duruma düştüklerinin farkında değillerdi. Hakaret ettikleri, hedef gösterdikleri kadın bedeniydi. Yani kendi bedenleri.
Kadın erkek demokratlarımız, devrimcilerimiz, liberallerimiz, milliyetçilerimiz o kadar muhaliflerdi, o kadar barışseverlerdi ki iplikleri Sibel Can’ın sutyen takmamış memeleriyle pazara çıktı.
Hepsi sutyensiz memelerle erkek askerler, cinsel haz arasında ilişki kuruverdi. En ağır cinsiyetçi sözü kurabilen kendisini en marifetli saydı. Üstün cinsiyetçiliği ile az kalsın Afrin’i “kurtarıverecekti.”
Oysa tam da karşı tarafla yan yana düşürüyordu bu cinsiyetçilikleri onları.
Onlar böyle cinsiyetçi oldukları için Ekin Wan’ların bedeni çıplaklaştırılıp meydanlara atılıyordu. Her taraftan üretilen bu cinsiyetçilik yüzünden kadınlara tecavüz ediliyordu, kadınlar erkek orduların eğlence nesnesi haline dönüştürülüyordu. Binlerce kilometre uzağa “moral” eğlencelerine götürülüyordu. Hepsi aynı bütünün parçalarıydı.
Sibel Can’a yapılanla, Ekin Wan’a yapılan arasında gram fark yok. İkisi de cinsiyetçilik. İkisinde de erkeklik kazanıyor, erkekler kazanıyor.
Cinsiyetçilik yaparak, bir kadına ve onun bedenine saldırarak kendisini barış savunucusu sananlar bilmeli ki böyle barış savunuculuğu olamaz. Böylelerinin barışı savundukları yok. Bunlar cinsiyetçiliği savunuyor.
Ekin Wan’ın askerlerce soyundurulmuş bedeni nasıl teşhir idiyse, Sibel Can’ın memelerini günlerce konuşup yazanların yapıkları da kadın bedeninin teşhiriydi. İkisi de aynı amaca hizmet ediyordu. İkisi de cinsiyetçilikti. İkisi de militaristçeydi. Barışla alakası yoktu.
Ne Afrin, ne Afrin’deki kadınlar, ne de barış bu cinsiyetçi dille savunulamaz.
Mesele sutyensiz gezmekse, mesele kadınların meme uçlarının belli olması ise, mesele kadınların açıkta meme uçları ile sosyal hayata karışması ise bundan kime ne?
Mesele kadınların memelerini kime gösterip, kimlere “elletiği” ise bundan size ne?
Derdiniz barış istemekse buyurun isteyin, tutan mı var?
Ama güya barış deyip aslında cinsiyetçilik yapacaksanız meydan boş değil. Çünkü barış olacaksa bile cinsiyetçiliğin olmadığı, eşitlikçi barış talebi var. Özgürlük için mücadele eden kadınlar sizin cinsiyetçi iktidarınızı sürdürecek tarzda barış değil, eşitlikçi barış istiyor.