Her eylemin bir amacı vardır. Eylemler değerlendirirken bu amacı gözetmeden değerlendirme yapılamaz. Eğer ki bir eylemde hedef dışında bir kişi bile etkileniyorsa veya arkasında durulamayacak bir olay bile ortaya çıkıyorsa o eylem başarısızdır.
Şüphelinin ve yapan örgütün önemi siviller ölünce önemsizleşir.
Her eylemin bir amacı vardır. Eylemler değerlendirirken bu amacı gözetmeden değerlendirme yapılamaz. Eğer ki bir eylemde hedef dışında bir kişi bile etkileniyorsa veya arkasında durulamayacak bir olay bile ortaya çıkıyorsa o eylem başarısızdır.
Bu tarz eylemlerde sivil ölümlerin olması muhtemel olduğu için genellikle siyasi iktidarı veya askeri yapılanmayı hedef alan organizasyonlar sivillerin içerisinde bu eylemleri yapmaktan kaçınırlar.
Şiddet şiddeti doğurur. Kim, şiddet aracı sorunlara çözüm üretebileceğini düşünüyorsa daha büyük bir şiddetin sebebi olacağını da unutmamalıdır. Şiddeti devlet kendi yasal düzenlemeleri ile kullanımını tekeline alarak meşruluk kazandırırken devlet dışında buna yönelen herkesi ‘terörist’ ve gayri meşru ilan eder. Devlet bu hakkı anayasal olarak elinde tutar yani vatandaşıyla arasındaki sözleşme gereği bu yetkiyi vatandaş korunmak için devlete verir. Ancak Maslov’un deyişi gibi “elinde çekiç olanlar her sorunu çivi olarak gör”mesi hakkını vermez. Her bombalı saldırıdan sonra ‘terörü bitirme kararlılığımız devam edecek’ açıklaması anlamını yitirir. Şiddet şiddeti doğurur ve devletin şiddet kullanma meşruiyeti giderek azalır.
Siyasi iktidar ve onun çevresindeki gazete/gazeteciler dünkü patlamanın sorumluluğunu üzerlerinden atmak için şüpheliye odaklanıyorlar.
Bir patlama sonrası olayın failinin araştırılması olağan ve güvenlikle ilgili olan birimlerin yapması gereken iştir. Ancak bugüne kadar ki bütün patlamalarda başbakandan, cumhurbaşkanına ve gazetecilere kadar herkes olayın faillerine odaklanarak sorumlulukların görünmezden gelinmesini sağlıyor.
Binlerce insanın her gün gittiği otobüs durağında bomba patladıktan sonra şüphelilerin kim olduğu, bu eylemin neden yapıldığı önemini yitirir. Neden mi? Çünkü o otobüs durağını kullanan bizler tarafından o bombanın patlamaması için MİT’e, TSK’ya, İçişleri Bakanlığı’na, Polise ve diğer ilgili kurumlara yetki verildi. O yüzden bu yetkiyi kullanamayan bu yetkinin gerekliliklerini yapamayanların sorumluluğu vardır. Vatandaş kendi istihbarat birimlerini kuramayacağı için veya kendi güvenlik birimlerini kuramayacağı için anayasada var olan haklarından mahrum kalmaması için sorumlulukları vardır.
'Terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor' diyen Abdülkadir Selvi ile birlikte yaşamak zorunda mıyız?
İktidara yakın gazeteciler, ‘uzmanlar’ dün akşam sabaha kadar açıklamalarla iktidarın meşruluğunu sağlamaya çalıştılar. Bunlardan biriside Abdülkadir Selvi’ydi ve söylediği bir söz iktidarın ne kadar aciz bir durumda olduğunu gösterdi aslında. ‘Terörle yaşamaya alışmalıyız’ diyen birisiyle yaşamak zorunda mıyız? Bu adamı televizyonlarda görmek zorunda mıyız? Hayır ama evet zorundayız; mevcut iktidar var olan yapısıyla bu işe devam etmek istediği müddetçe bu ve bunun gibi sözleri duymak zorunda kalacağız çünkü bu işlerden sorumluluk almayan hatta kendi ürettiği şiddeti meşrulaştıran bir iktidarın böylesi söylemler üretmeye ihtiyacı var. 5 ayda 3 patlamanın olduğu Ankara’da gazetecilik yapan Selvi buna alışmak isteyebilir ama biz istemiyoruz. Bunu daha yüksek sesle söylememiz gerekir.
Bunu söylemenin birkaç yöntemi olabilir, ilk başta sosyal medyada yükselen bu ses kısılsın diye Gölbaşı Sulh Ceza mahkemesi sosyal medya erişiminin kısıtlanması kararını aldı zaten her patlamada olduğu gibi medyaya yayın yasağı getirildi. Eğer alışmak istemiyorsak buna başka yöntemlerde üretmemiz gerekir. Misal Nazlıaka’nın “olay yerinde olmama rağmen yayın yasağı olduğundan yayın yapamıyorum” demeyecek siyasi aktörleri ortaya çıkarabilmek gerekir.
Ancak bu cüret HDP’li milletvekilinin yaptığı taziye ziyaretine de dönüşmemeli. 17 Şubat eylemi içerisinde sivillerinde olduğu eylemin failinin evine taziye ziyaretine giden Tuba Hezer’in cüreti barış isteyenlerin sesi olmaktan ve ‘teröre’ alışmak istemeyenlerin sesi olmaktan da uzaktır. Siyasi sorumluluğun muhalefet kısmına da düşen kısımlar vardır ve gerçekten sesimiz olmayacaklarsa aynı gereksiz toplamdır.
Güvenlik zirveleri ve Efkan Ala
Dün akşam toplanan güvenlik zirvesinin kimin güvenliği için toplandı. Bizim için toplanmadığı daha önceki toplantılardan aşikar. Güvenlik zirvelerinin Efkan Ala’yı televizyona çıkarmak için toplandığını düşünmeye başladım. Şüphelilere ilişkin doğru yanlış her türlü bilgiyi veren bakan kendi sorumluluğunu da unutmamasına rağmen herhangi bir önleyicilikte başarılı olamamış beş ayda üçüncü bombanın patlamasına rağmen görevinin başında olduğunu bizlere göstermiştir. Efkan Ala ne yapıyor, olayı anlatıyor failleri hakkında güçlü emareler olduğundan bahsediyor ancak istihbarat kaynaklarımız olmasına rağmen hatta ABD konsolosluğuna bildirmemize rağmen bu bildirilerde bir görüntüden bahsedilmesine rağmen engellenememesine dair sadece ‘Dünyanın her ülkesinde maalesef terör yüzde 100 engellenebilir bir saldırı değil’ diyerek kendi sorumluluğunu hafifletiyor.
Sonrasında ne oluyor; 20 tane plakanın olduğu nereden geldiği belli olmayan ama içerisinde bomba olduğu söylenen araç listeleri sosyal medyada dolanıyor, valiliklerin patlama olabilir uyarıları tarihlerine bakılmaksızın insanların kendi aralarında dolaşıma giriyor. İnsanlar bir şekliyle yaşama iç güdüsüyle bir çeşit dayanışma/haber alma (dedikodu,…) ağları oluşturuyor. Niye, çünkü yetkili organizasyonlar bunları yapamadığı için.
Bu ve önceki olayların sonuçları yetkili organizasyonların şiddeti kullanmasına zemin yaratmak için kullanılıyor, patlama sonrası hemen kuzey Irak uçaklarla bombalanıyor. Elinde çekiç olan her sorunu çivi olarak görüyor.
‘Teröre’ karşı tek vücut olma çağrıları yapılıyor. Failleri lanetleme çağırıyorlar filan ama ya sorumlular ne olacak, onlara alıştık mı?