Türkiye’de Marksist ve Sosyalist hareketleri araştıran tarihçiler, 1908 yılı öncesine dair Osmanlı’da Sosyalist harekete ve sosyalist örgütlere, partilere dair anlatacak pek fazla bir şey bulamazlar. Osmanlı’da Sosyalist hareketin gelişimi ve başlangıç tarihi, yaygın anlatımıyla meşrutiyet sonrası başlatılır ve göze ilk çarpan da Hüseyin Hilmi olur. Hâlbuki bu topraklardaki İlk sosyalist H. Hilmi, ilk örgüt de Osmanlı Sosyalist Fırkası değildir. Göze çarpmasının temel nedeni, açık ki Türk kökenli oluşudur. Bir başka neden de zorunlu göç ve soykırım nedeniyle bu topraklarda sosyalizm mücadelesini başlatmış olanların büyük bir bölümünün artık aramızda olmuyor olması da olabilir ki, bu unutmanın adı başka türlü konmalıdır!
Yüz binlerce Ermeni’nin ve Rum’un bu topraklarda yaşadığı, mecliste temsilcilerinin olduğu, Osmanlı Ordusunda görev yaptığı, Balkan savaşında “vatan savunması için binlercesinin siperlere” girdiği, bir andan ve süreçten bahsederken onları, sosyalist partilerini ve örgütlerini yok saymak ve unutmak anlaşılır gibi değildir. Bu topraklarda sosyalizm fikrini canları pahasına savunan ve yaşatanlardan bahsetmeyerek ya da araştırmaların dipnotlarında geçiştirerek tarih anlatımının, en hafif deyimiyle “yok saymak” olacağı çok açıktır. Ne yazık ki yakın zamana kadar olan tam da budur.
Çünkü sözü edilen tarihlerde ağırlıkla İstanbul’da olmak üzere on binlerce Ermeni ve Rum hala bu topraklardaydı. Ayrıca anayasa meselesinin doğrudan sosyalizmle bir bağını kuramasak bile, 1860 “Ermeni Anayasası” Ermeni halkının demokrasi mücadelesinin boyutunu sergilemesi açısından ve sonrasında Mithat Paşa Anayasasının ortaya çıkması bakımından da önemi araştırılmalıdır.
Unutmaya ve yok saymaya başlanınca da nerede durulacağı belli olmuyor! Ermeni, Rum ve Bulgar devrimciler görmezden gelinip, H. Hilmi hatırlanırken; sosyalist hareketin tarihi incelenirken bu kez de aynı şey H. Hilmi’nin başına geliyor ve tarih Mustafa Suphilerden başlatılıyor. Görmezden gelinen bu tarihle yüzleşildiği ölçüde sosyalist hareketin tarihini yeniden ele almak ve değerlendirmek de kaçınılmaz olacaktır.
Hâlbuki Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, 1887 yılında Cenevre’de Marksist temelde kurulmuştu. 1900’lü yılların başından itibaren İstanbul’da yoksul taşralılar, reji işçileri ve hizmetçiler içinde sosyalizm propagandası yapıyor ve taban buluyordu. Hınçaklar birçok grev örgütlenmesinde yer almışlar, 1 Mayıs gösterilerinin organize edilmesinde sorumluluk üstlenmişlerdi. Partinin İstanbul’daki yayın organının ismi, Nor Aşkharh (Yeni Dünya) idi. Bu yayınlarda sosyalizme ve örgütlenmeye dair polemik yazılarına yer veriyorlardı. Programları, üyesi oldukları II. Enternasyonal partilerinin programlarından asla geri değildi. Kendi dönemlerinin komünist önderleri ile ilişkiliydiler. Lenin dâhil Rus devrimci önderleriyle sürekli irtibat halindeydiler. Milliyetçi değillerdi; farklı uluslardan sosyalistlerle birlikte olmak için çaba içinde oluyor, bunu kendi aralarında tartışma konusu yapıyorlardı.
Taşnaktsutyun, Hınçaklardan 3 yıl sonra 1890’da Tiflis’te kuruldu. Taşnaklar da Kendilerini sosyalist bir parti olarak tanımladılar. Onlar da II. Enternasyonal üyesidir. Savundukları fikirler çağdaşları sosyalist partilerin fikirlerine yakındı. Azadamard ve Haraç (İleri) isimli yayın organlarında çok sayıda işçi sorunlarına değinen makale yayımladılar.
Ermeni devrimci partilerinin, Ermenilerin boyunduruktan kurtulabilmesi ve özgürleşebilmesi için mücadele etmeleri en tabii haklarıydı. Bir ulus olmaktan kaynaklanan hakları vardı ve Osmanlı despotizmi altında inim inim inletiliyorlardı. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının devrimcilikle çelişmesi şöyle dursun, aksine demokrat olmanın en önemli kriteri olduğu kabul edilirse, Ermeni partilerinin bu mücadelesini “milliyetçilik” olarak tanımlamak, onların bu topraklardaki sosyalizm mücadelesine katkılarını yok saymak için bir bahane yaratmak anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Sonuçta Taşnaklar da sosyalizmi hedeflemiş, bu fikrin yaygınlaşması için mücadele etmiş bu toprakların insanlarıydılar. Tıpkı Hınçaklar gibi, tıpkı Ergatis dergisini Galata semtinde yayımlayan Rum devrimciler gibi, Bulgar ve Yahudi devrimciler gibi. Soykırımın 100. yılına yaklaşırken, sahip olduğumuz tarih bilgisini sorgulamaya ve bildiklerimizden şüphe duymaya başlamak, tarihsel gerçeklerle yüzleşmenin kapısını aralayacaktır.